Lale Tara’nın bir genç kadının aşk, kentler ve sanat üzerinden kendini bulma yolculuğunu anlatan ilk romanı Yağlıboya Babaanne, üzerine bir yazı.
Fotoğraf sanatçısı Lale Tara’nın ilk kitabı Yağlıboya Babaanne geçtiğimiz günlerde Oğlak Yayınları tarafından yayımlandı. Romanın merkezinde aşk ve hayat dolu İstanbullu bir genç kız var. Genç olmanın belki de daha bir düşsel ve tutkulu yaşandığı yetmişli yıllar geride bıraktığı tortularıyla akıp gidiyor. Bern’de konservatuvar sınavlarına hazırlanan genç kız, bazen çağrışımlar aracılığıyla İstanbul’dan kalma anılarına dönüyor. Belleğinde kalanları değerli bir maden gibi işleyip ışıltılı bir hikâyeye dönüştürmeye, duygularını anlamlandırmaya çalışıyor. Seçilen yedi hikâye birbirini tamamlayarak ilerliyor. Şimdinin akışkanlığında belki de geçmişi korumanın yollarından biri bu. Genç kız aslında kendine ait bir hikâyeyi geçmiş-şimdi-gelecek arasında gidip gelerek kurmanın peşine düşüyor. Geçtiği şehirlerin karakterini yansıtan mekânlar; müzeler, nehirler, köprüler, parklar, unutulmaz filmler ve kahramanlar ise atmosferi kuruyor, bir film sahnesindeymişiz gibi hissettiriyor.
İlk hikâyeyle birlikte anlatıcı kahramanımız bizi Bern’de bir yolculuğa çıkarıyor. Charles Bronson’u rol modeli olarak seçmiş seksi Kovboy’la ela gözlü kızın tesadüfi başlayan aşklarının hikâyesi... Kızın aklında hep Anna Karenina var. Trenle Zürih’e geçerler. Yedi yıl önce yeni yıla yine bu kentte girmiş. Geçmiş, gelecek, umut, merak, aşka dair kıpırtılar… DADA’nın dünyaya geldiği Cabaret Voltaire’de vakit geçirirler. Dönüşte, çalıştığı giyim dükkânında prova mankenliği yapar. Kovboy’la dükkânın karşısında bulunan Einstein Müze Evi’ni gezerler. Aşkları masalsı mekânlarda her geçen gün daha da gelişir. Anlatıcının aşkı, mekânlarla özdeşleşen ünlü simaların hikâyeleriyle bütünleşir. Eve döndüğünde dayanamayıp İstanbul fotoğraflarına bakar, çocukluktan genç kızlığa geçiş yıllarına geri döner. Hatıralar ve fotoğraflar iç içe geçmeye başlar.
Kostüm partileri, makyajla ilk tanışmalar… Hele kıyafetler: Bej yağmurluğun adı İngiliz sihirli dadının anısına Poppins, ikinci el siyah yün paltonun adı ise hep olmak istediği karakter Anna K. olur. Palto, şapka ve aksesuarlar çağrışım yapar, geçmişi anımsatır. Kıyafetler takma adlarıyla insana dönüşmeye başlar. Sonbaharda Bern Sanat Müzesi’ne giderler. Genç kız, Mavi At tablosunu ve dönüşte meydandaki çocuk yiyen çeşme figürünü inceler. Hayallere dalar. Noel yaklaşmaktadır. Kovboy kışı geçirmek üzere İspanya’ya gidecektir. Kahramanımız gidemez, konservatuar sınavlarına hazırlanmaktadır. Kovboy’a meraklısı olduğu klasik Amerikan otomobili aradıkları bir hafta sonu girdikleri bir depoda sevişirler. Fotoğraf çektirirler. Yılın son günü ayrılırlar. Kahramanımız yeni yıl partisine geçer. O, ev sahipleri için Binbir Gece Masalları’ndan çıkıp gelen bir egzotik bonus gibidir. Kovboy gider, Vadim gelir; kahramanımız Anna Karenina olmak ister. Peki Kont Vronski kim olacak? Sonunda Paris’e yerleşir, Louvre Müzesi’ne gider ve sonunda Mona Lisa’yla tanışır. Tablo canlanmaya başlar.
Bir tür anı roman var elimizde. Yağlıboya Babaanne’de aslında altmışlı yaşlarda olduğuna dair izler bulunan anlatıcı kahraman gençlik günlerine dönüyor. Anlatıcı aynı zamanda bir seyyah... Bern, Zürih, Milano, Paris, İstanbul, New York; her bölümde farklı bir kente götürüyor. Hoplayıp zıplayan sadece düşünceleri değil, bedeni de. Sürekli kent değiştiriyor, hayatına her yerde farklı kişiler giriyor. Bir genç kadının aşk, kentler ve sanat üzerinden kendini bulma yolculuğu bu. Bazı bilgilendirmeler yazarın hikâyeye gereksiz müdahaleleri gibi görünse de şimdinin güncel varlığı zamanlı zamansız karşımıza çıkıveriyor. Günlük hayat; filmler, heykeller, resimler ve roman kahramanlarıyla içe içe geçmiş durumda. Kent tarihiyle ilgili, sanatın hemen hemen her dalından ünlü isimlere göndermeler var. Anlatıcının belleğinde kalan mekânlar; filmler ve sanatçılarla bütünleşiyor. Yetmişlerde genç olmanın anlamı üzerine düşünüyoruz. Dönemin popüler kültürü; filmler, sanatçılar, eğlence anlayışı, aile kurumunun nitelikleri görünür oluyor.
Lale Tara’nın incelikle kurguladığı ilk romanı Yağlıboya Babaanne’de duygulardan çok eylemler var. Sonu fotoğrafa ve aşka çıkan eylemler…
Kapak görseli: Manhattan Bridge tower in Brooklyn, New York City, framed through nearby buildings, in June of 1974/ Danny Lyon/National Archives and Records Administration