Yirminci kitap yılında on beşinci kitabını yazan Sezgin Kaymaz’ın yeni romanı Farfara, April Yayınları’ndan çıktı. Farfara’da, Lucky’nin enikleriyle ortalığı karıştırıp sonra insanları bir araya getiriyor Sezgin Kaymaz. Küçük ve kaderi elinde sandığımız hayvanların aslında bizim kaderimizi belirlediklerini anlatıyor.
Daha önce 2000 yılında yayınladığınız Lucky’nin devamı niteliğinde bir roman gibi görünüyor Farfara ama aslında değil.
Bakış açısına göre değişir. Farfara’da Lucky’nin yavrusu var. Lucky doğurduktan sonra ölüyor ve yavrunun etrafında gelişiyor bu sefer olaylar. Lucky’nin yavrusu olduğu için o dönemde ki mevcut yan kahramanlar duruyor. Bunu tek bir kitap olarak da alıp okuyabilirsiniz, Lucky’nin yavrusu olduğu için devam kitabı da diyebilirsiniz.
Bir yavru köpek bir sürü insanın yapamadığını yapıyor ve birçok insanı yan yana getiriyor, bu nasıl gelişen bir durum sizin için?
Aslında hepimiz beceriyoruz bunu ama sadece bilmiyoruz. Buna bu gözle bakmadığımız için fark etmiyoruz sadece. Örneğin kapıcı dairesinde yaşayan insan aslında bilmeden o apartmandaki bütün apartman sakinlerini bir araya getiriyor bir yerlerde onlarla bir ortak yaşam kuruyor. Buna sadece bizim bakışlarımız karar veriyor. Çevresel baskılarla veyahut doktrinlerle bizim irfanımız, sezgilerimiz kısıtlanmış. Küçük bir köpek bütün dünyayı etrafında döndürüyor aslında onun bir aksiyonu bir sürü aksiyonlar zincirini başlatıyor. Her şey birbirini tetikliyor 'hep doğuya gidersen batıya gelirsin' gibi bir momentum yaratıyor. Bana çok inandırıcı geliyor bir yavru köpeğin önce ortalığı karıştırması sonra toparlaması. Onun kaderi bizim elimizde diye düşünürüz küçücük bir şey ensesinden tut, cebinde götür dediğin şey aslında seni ensenden tutup senin kaderini belirliyor.
Sizde bildiğim kadarıyla birçok hayvanla birlikte yaşıyorsunuz. Kaç tane hayvanınız var? Nasıl bir evde yaşıyorsunuz hep beraber? Eşiniz şikâyetçi değil mi bu durumdan?
Çoğunu eşim getiriyor. 70-80 metrekare bir evin içerisinde 5 köpek, 10 kedi geçinip gidiyoruz.
Nasıl bir iletişiminiz var? Nasıl isimler veriyorsunuz onlara? Farfara’da da Şirin bütün yavrulara kendi huylarına göre isimler verdi kim ne derse desin sadece o isimleri biliyorlar.
Orada Şirin biliyor burada da biz Şirin biziz evde. Onların karakterlerine göre isimler koyuyoruz. Karakteri şudur diye bir şey tespit etmiyoruz içimizden öyle geliyor, hayvanlar zaten sanki kendi isimleriyle geliyorlar. Bazen eve gelen bir misafir veriyor adını bazen birkaç ay bekliyor birkaç isim değiştiriyor en sonunda kendi ismini buluyor.
Lucky’e benzeyen bir köpeğiniz var mı?
Karakter olarak Lucky’e benzeyen yeni bir sokak köpeğimiz var. Sekiz kardeşini çuvala doldurup boğarak öldürdüler, bir tek onu kurtarabildik. Biz onu kurtarıp, eve aldık ve şöyle düşündük; Lucky romanda kanalı basan tilkilerden zekâsıyla kendisini kurtarıyordu, bu da kendini çok daha tehlikeli bir yaratıktan insandan kurtardı. Biz onu iki gün sonra bulduk barındığı yerde, iki gün boyunca kaçmış ve saklanmış, canını kurtarmış o yüzden adını Lucky koyduk. Çok benziyor ona çok zeki ve hepimizi etrafında dört döndürüyor.
Farfara’yı ithaf ettiğiniz İnci Birinci kimdir?
O zaman Bugün Bize Kim Geldi’yi okuyacaksınız. Orada onun hikâyesi var. Bizim geçen sene kaybettiğimiz beş yaşındaki köpeğimiz İnci. O bütün evdeki hayvanların korucusuydu, annesiydi, cankurtaranıydı, hemşireydi. Sokaktaki yaralı kedileri bulup eve getirirdi. Onun kaybı bizi çok yaralamıştı, o yüzden ona ithaf ettim.
Türk Edebiyatı içerisinde fantastik olarak anılıyorsunuz ama aslında oldukça gerçekçisiniz.
Geçen gün televizyonda haberlerde bir olay gördüm; bir trafik polisi bir evin önünden geçiyor nerede olduğunu hatırlamıyorum ve ev bir anda çöküyor. Oraya gelirken gaza biraz az bassa belki ev onun tepesine çökecekti. İşte bu fantastik olaylar hayatın kendisi aslında.
Farfara’da ki Mücella Hanım’ın hayatta nasıl bir karşılığı var?
Birçok şekilde var. Gidelim huzur evlerine bir sürü Mücella görürüz. Gençliğinde elini sallasa ellisi çağlarında burnundan kıl aldırmayan bir sürü Mücella var. Bir yerde herkesin burnu sürtülür kimisi o sürtülmeyi bir nimet olarak görür, kimisi kahrolur. Mücella bir nimet olarak görüyor. Hepimiz birer Mücella’yız bir yerlerde hepimizin hayatı ters döner ya da dönecektir.
Farfara’nın içerisindeki kahramanlar olağan insanlar ama Tahsin Bey, kibirden örülü bir adam ve karısı Mücella Hanım’a sürekli tepeden bakan birisi. Bir kadın olarak aralarındaki iletişimi kabul edemedim.
Aslında Tahsin Bey, Mücella Hanım’ın inat damarına basarak, onu sinirlendirerek ayakta tutuyor. Yoksa Mücella Hanım’ın hayat mücadelesinden çoktan vazgeçtiğinin farkında. Onu sürekli köşeye sıkıştırarak kavga ettiriyor, ki kavga ederseniz hayata daha sıkı tutunuyorsunuz. Sırtınızı sağlam bir yere vermeye ihtiyaç duyuyorsunuz saldırmak istiyorsunuz. Öfke baldan tatlıdır derler ya bu size enerji veriyor. Yani Tahsin Bey her şeyi bilinçli yapıyor. Mücella Hanım’ı ayakta tutabilecek tek iletişim yolu bu çünkü.
Farfara çok umutlu mahallelerde geçiyor sanki bugünde değil gibi. İnsan artık bunları göremiyor. Ankara’da kaldı mı böyle bir samimiyet durumu. Bir tek Elvan kendini koruma altına alma ihtiyacı duyuyor.
Pek yok, bizim ev kapısız kilitsiz ama etrafta her yer örülü. Hepsi soyuldu bir tek bizim ev soyulmadı. Elvan kendini içeriye hapsetmiyor aslında dünyayı dışarıya hapsediyor. Bir de vaktiyle yaşadığı genelevdeki duvarların onu içten içe daha çok koruduğunu hissediyor, dışarıdaki dünyanın çok daha ahlaksız, namussuz olduğunu düşünüyor. Genelevdeyken bile ben dışarıda olduğumdan daha güvendeydim diyor. İlk fırsatta evini duvarlar arasına alıyor ve kendine göre dünyayı duvarlar arasına alıp evini koruyor.
Ne kadar sürede yazıldı Farfara? Nasıl bir çalışma disiplininiz var, daha önceki spor hayatınızdaki disipline benzer mi?
Bir çalışma disiplinim yok, ne zaman istersem o zaman yazıyorum. Spor yaparken disiplinliydim ama yazmakla spor yapmak arasında bağ kurmuyorum. Oturayım şu kadar çalışayım dersem bir satır yazmadan kalkarım. Farfara’yı yazmaya 2,5 yıl önce başladım ama arada Son Şura’yı ve Bugün Bize Kim Geldi’yi yazdım. Arka planda hep yazılıyordu ama son altı-yedi ay içerisinde tamamlandı.
Beş sayfalık öykülerde bir sürü olayı anlatabiliyorsunuz ama romanlarınızda tek bir olayı sayfalarca anlatıyorsunuz ve onu okur takip edebiliyor. Görsel bir dünyada yaşıyoruz ve her şey çok hızlı onun için bu kadar uzun anlatımın aslında edebiyatta artık pek yerinin olmadığı gibi bir algı var. Siz hala uzun anlatanlardasınız.
Edebiyatın fast food’a dönüştüğü bir çağda yaşıyoruz doğru ama o da işte obezite yaratıyor. Bazen beş saniyelik bir olayı bir sayfada anlatırsınız, bazen bir saatlik bir olayı beş satırda anlatırsınız. Bir saniyede insanın hayatı da film şeridi gibi geçer gözlerinin önünden. Ben 29 yaşında kaza geçirdiğim de bir saniyede bütün hayatım geçti gözlerimin önünden. Bir saniyelik bir anı iki bin sayfalık bir roman olarak yazabilirsiniz. Ben onu yaşadım, o romanı okudum ben. Aslına bakarsanız nasıl geliyorsa öyle yazıyorum.
İlk romanınız bir hikâyesi var, yayınevine gitmiş iki sene sizi bulamamışlar... En başta sizi yazmaya iten o duygu neydi?
Hiç bilmiyorum. O dönemler benim artık geceleri az uyumaya başladığım bir dönemdi çok okuyordum, çok not alıyordum. Bir yerde de bir daktilonun başına geçesim tuttu ve öyle başladı her şey sonra da devam etti. Daktilo ile yazmak çok zor. Kağıt çıkar ve onu kenara koyarsınız üçüncü satırı değiştirecekseniz geçmiş olsun bütün romanı baştan yazarsınız, bütün sistem kayar çünkü. Öyle o kadar net aktı ve gitti ki ben onu koydum bir köşeye, sonra eş dost okumaya başladı. Sonra ikinciyi üçüncüyü yazdım ve hepsi çekmecede durdu. Gerçekten güdünün ne olduğunu o günde bilmiyordum bugün de bilmiyordum.
Var mı yeni projeleriniz?
Her zaman var. Ben yazmadan duramıyorum, sürekli bir şeyler yazılıyor arka planda.
Köpek görselleri Julie Marie Werner'e aittir.