09 NİSAN, PAZARTESİ, 2018

“Pek Çok Zaman, Hiçbir Zaman ile Aynı Şey”

Erlend Loe'nun mülkiyetten, toplumdan kendini soyutlayan ve basit olana yönelen karakterinin içe dönüş yolculuğunu anlattığı kitabı Naif. Süper üzerine bir yazı.

“Pek Çok Zaman, Hiçbir Zaman ile Aynı Şey”

Norveçli yazar Erlend Loe tarafından 1996 yılında kaleme alınan Naif. Süper, ilk olarak Dilek Başak çevirisiyle 2003 yılında Tavanarası Yayıncılık’tan çıktı. Geçtiğimiz Mart ayında ise aynı çeviri bu defa Siren Yayınları etiketiyle yeniden yayımlandı.

Naif. Süper, iç içe geçmiş yaşam kargaşasının tekrara düşen kuralları karşısında pasif direnişinin evrimini inşa eden 25 yaşındaki karakterin hikâyesini anlatıyor. Zaten biricik olan yaşamın kurallar ve sorumluluklarla çevrili olduğunun farkına varan karakter, devam eden yüksek lisans eğitimini yarıda bırakarak kendi yaşam alanındaki bağımsızlığını iyileştirmenin yollarını arıyor. İlk iş olarak dairesini kapatıyor, telefon ve gazete aboneliğini iptal ettiriyor, televizyonu satıyor ve en temel ihtiyaçlarını sırt çantasına doldurarak abisinin boş dairesine yerleşiyor. Mülkiyetten sıyrılmak, toplumdan sıyrılmanın başlangıcına dönüşüyor böylece. Bunu yaparken zamanda kurduğu geri dönüşler, çocuk olduğu yıllardaki beğenilerine ve hatta tecrübelerine varana kadar uzanıyor. Hatırladığı kareleri liste halinde sıralıyor, bir bakıma kazanım olarak gördüğü ayrıntıları olumluyor ve içsel bir kıyasla pek çok şeyi somutlaştırmanın yollarını arıyor. Bulduğu en önemli iki eylem de bu süreçte ortaya çıkıyor zaten. Duvarda top sektirmek ve tahta çakmak. Basitlik sağlıyor ve haz veriyor. Zaten yaşadığı çeyrek yüzyılın büyük bölümünde kaybettiğini düşündüğü bu iki kazanım, kitaba adını veren naifliğin insan yaşamındaki fonksiyonlarının da sağlamasını yapmış oluyor. Yazar, kahramanının zihnindeki süzgeci zaman ekseninde sabitleyerek gereksiz ya da fazla olduğunu düşündüğü bilgileri unutmasını sağlıyor. Yeniden öğrenmenin yollarını ise yetişkinlerin gözünde çocukça görünen işler üzerinden kurmaya başlıyor. Yazarın 2016 yılında dilimize çevrilen Doppler romanı da yine benzer bir meseleyi doğaya dönmek üzerinden irdeleyerek toplumdan sıyrılabilmenin yollarını arayan karakterinin etrafında şekilleniyordu.

Erlend Loe

Erlend Loe, her iki kitabında da insan psikolojisinin düşüş noktalarına değinmiş. Başarının, toplumda kabul görmenin, kurallara uygun bir yaşamın etrafında dönüp durmanın ve sistemli yalnızlıkların altını özellikle çizmiş. İlk olarak 2004 yılında yayımlanan Doppler romanında ailesini terk ederek ormanda yaşamaya başlayan karakterin aslında Naif. Süper’deki kahramanın gelecekteki hali olabilme ihtimali de ayrıca tartışılabilir. Zira bulundukları düzlemde kendileri olamayan her iki karakter de kaçış yolu olarak bir bakıma ve ilk önce ailenin reddine, ardından toplumun genelinden uzaklaşmanın gerekliliğine dayanan eylemlerde bulunuyorlar. Naif. Süper, bu anlamda diğer kitaptan mevcut kaosa rağmen ayrılan önemli bir umut taşıyor: “Tüm bu insanları sevmeye başladığımı hissediyorum. Onları anlıyorum. Tabii ki yolda yürümeleri gerekiyor, başka yerlere gitmeleri gerek. Her yerde aynı şeyler geçerli. Bu işte hepimiz beraberiz diye düşünüyorum. Dayanın. Her şey iyi olacak.” [1]

Alıntıda yer alan özeleştiri niteliğindeki “dayanın” sözcüğü, ana hikâyeye bağlı ilerleyen düşüncenin sebep-sonuç ilişkisinin çözüm formülü niteliğinde. Çünkü pek çok şeyin sonuçlanabilmesi için gerekli olan dayanma hali gerçekte farklı seçenekler sunsa da pasif bir direnişin de gerekliliğini vurguluyor. Savunma biçimi olarak ifade edilmese de içten içe bir ihtiyaç olduğu gerçeği pek çok yerde karşımıza çıkıyor. En azından Naif. Süper’deki karakter böylesi bir duruşun mutlak iyileşmeyi getirebileceğine taşıdığı kaygılara rağmen inanıyor. Başlardaki sıkıntı içine girdiği yeni yaşam şekliyle birlikte daha da basitleşmeye, adeta bir çocuğun gelişim yıllarındaki keşfetme düzeyine geri dönüyor. Abisinin kitaplığında bulduğu Paul Davies’e ait olan “zaman, evren ve her şey” hakkındaki kitap, onda hiç hesapta olmayan başka bir sarsıntının kapılarını aralıyor. Öğrendiği yeni bilgiler, özellikle kendini zamanda sistemli bir geri dönüşe bırakmış olan karakteri bir hayli sarsıyor. “Kafam allak bullak. Zaman diye bir şey yokmuş. Başka sonuç çıkarılabileceğini sanmıyorum. En azından tek bir zaman yokmuş. Benim zamanım. Senin zamanın. Paul’un zamanı. Güneşin zamanı. Pek çok zaman. Pek çok zaman, hiçbir zaman ile aynı şey.”[2]

Naif. Süper, üzerindeki sakinliği insan eliyle yaratılan karmaşanın zirvesine yerleştirerek basitleştiriyor. Ancak bu basitlik taşıdığı anlam yükü bakımından düşüncenin ayrıntılarına doğru yol alıyor ve asıl yaşam kaynağını söz konusu ayrıntılardan sağlıyor. Zaman özelinde irdelenen farkında olma hali, zihin düzleminin de yeniliğe ihtiyaç duyduğunun altını çiziyor ve kitabın başlarında samimi bir itiraf olarak karşımıza çıkıyor. “Bana göre yaşlanmak, ne zamandır bir tür huzursuzlukla alakalıydı. Mekânı pek kafaya taktığım yok ama zamanla ilgili sorunlarım olduğu kesin.”[3] Yazar, bu itirafı karakterin doğum gününde dile getirmiş olmasını da mevcut zaman çekişmesine katkı olarak karşımıza çıkartıyor.

Yalınlık, dilde ve hikâyenin büyük bir bölümünde yazarın söylemek istediği her şeyin zeminini oluşturuyor. Yazar, roman boyunca bu düşüncesini pek çok düşünce insanının fikirleri üzerinden güçlendiriyor. “Einstein’ın hayatta iki amacı varmış. İlki, sade bir yaşam sürmekmiş. İkincisi, doğadaki her şeyin birbirine bağlı olduğunu ifade edebilen ve son kertede herkese barış ve adalet getirecek bir teori formüle etmekmiş.”[4]

Naif. Süper, taşıdığı sadelik özelinden bakıldığı zaman kolay okunabilen bir kitap. Ancak bu kolaylık, ayrıntılardaki düşünceyi taşıyan en sağlam omurgalar olarak varlık gösteriyor. Erlend Loe, bu tutumuyla adeta Leonardo da Vinci’nin en çok bilinen sözünün de sağlamasını yapıyor. “Simplicity is the ultimate sophistication.” (Sadelik, en ince zevktir.) Öte yandan en önemli şeyin sevmek olduğunun altını çizen Loe sayesinde zamanı yadsıdığını her fırsatta dile getiren Melih Cevdet Anday’ın 1982 yılında verdiği bir söyleşide ifade ettiği şu sözler aklıma geliyor: “Yaşlanmak bir aldanmadır, başka bir şey değil. Düşünen ve seven insan yaşlanmaz… Yaşın olmadığına gerçekten inanıyorum.”[5]

[1] Naif. Süper, Erlend Loe, s.136

[2] Naif. Süper, Erlend Loe, s.32

[3] Naif. Süper, Erlend Loe, s.14

[4] Naif. Süper, Erlend Loe, s. 139

[5] Dakika Atlamadan, Söyleşiler, Melih Cevdet Anday, s. 183

0
5621
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage