Ödüllü öykülerin yazarı Bora Abdo, okurlarının karşısına bu kez bir romanla çıktı: Balık Boğulması. Abdo, ilk romanını Bilecik Vapur İskelesi'ne tam cepheden bakan ama onu görmeyen bir hastanede açıyor. Kitap üzerine bir inceleme yazısı yazdık.
“Hatırlamanın içinde her zaman korkunç kâbuslar vardır”
“Bora Abdo’nun ilk kitabı Öteki Kışın Kitabı, genç bir yazarın özgünlüğü olarak karşılanmıştı. Bora Abdo, uzun süren bir arayış döneminin sonunda, kendine özgü bir dil ve anlatım biçimi bulmuş ve onu bir kitapta tutarlılıkla korumuştu. Kısa, çok kısa cümlelerin ritmi çekiciydi ama bu arada bunun zor bir anlatım biçimi olduğu da kuşkusuzdu. Bora Abdo ikinci kitabı Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü’de ilk kitabındaki dil ve anlatım biçiminin dışına çıkıyor. Demek arayış sürüyor. Dil ve anlatım öncelikli yerlerini gene koruyor. Yakın bir okuma, yazarın öncelikli sorununun anlattığı sorunlar ya da hikâye mi, yoksa dil ve biçim mi sorusunun karşılığını hemen bulur. Belli ki Bora Abdo dil ve biçim sorununu ikinci kitabında daha da öne çıkarıyor. Bir arayış diyorum ama Bora Abdo’nun bu kitabında başından sonuna tutarlılıkla koruduğu bir dil ve anlatım biçimi olduğunu da hemen söylemek gerekir.” diyordu Semih Gümüş Notos’un “En Yeni, En Genç Yazarlar” dosyasında yazar hakkında. (sayı: 49, s.32) Sait Faik ve Yunus Nadi öykü ödülleri sahibi yazarın “Beni Unutma Dörtlemesi”nin ikinci kitabı Balık Boğulması geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Bora Abdo’nun ilk romanı bu.
Hikâye devlet hastanesinin en üst katındaki odada başlıyor. Kalabalık bir yer. Pencereden vapur iskelesi görünüyor. Başlangıçta akıl hastanesi izlenimi doğuruyor mekân. Hikâyenin merkezindeki iki kahraman belirmeye başlıyor, Müşfik’in hasta yatağının yanında Behice’nin soluksuz bedeni yatıyor. Hem kişiler hem de mekânlar üzerinden şiirsel betimlemeler göze çarpıyor hemen. Behice, “Ben denizim,” diyen Müşfik’in zihninde okuduğu kitaplar, kokusu ve bedenindeki izlerle varlığını çoğaltıyor, aşkın izleriyle. Bitmek bilmeyen bir yağmur, yüzünün yarısı yanık çarkçıbaşıyla gelen kâbus rüyalar, fırtına…
Sınırlı üçüncü kişinin bakış açısıyla oda, renkler, sesler canlanıyor. Mevsim sonbahar. Anlatım, diyalog ve betimlemelerin hassas bir biçimde dengelendiği metinde; hemen her cümlede yazarın anlatacağı hikâye için en uygun dili aradığının işaretlerini görüyoruz. Gözlemci anlatıcının sınırlarını genişletmek amacıyla, yeri geldiğinde Müşfik üzerinden birinci tekil kişi anlatıcının devreye girdiği bölümler önemli bir gösterge. Bugüne ve geçmişe onun gözüyle bakıyoruz. Doğaya bakışı özgün, ayrıntıları şiirselleştiriyor. Kişileri betimlerken sesler, kokular ve nesnelerin çağrışım gücü onu harekete geçiriyor. Karmaşık belleğinde imgeler olağanüstülüklerle buluşuyor. Rüyalar fışkırıyor ara sıra çatlaklardan.
Müşfik’in yarık kafası dikilmiş, bacağı ve kolu alçıya alınmış, her sabah kusuyor, titriyor, sayıklayıp duruyor gidemeyen at arabası tekerleği gibi. “Zihnimizde bu kez bir trafik kazası mı oldu yoksa?” sorusu beliriyor. Hemşirenin ardından, iki kolunun da bileklerinden sonrası olmayan polis geliyor. Müşfik’in bir ay önce Adalı Otel’in dördüncü katından atlayarak intihar ettiğini öğreniyoruz. Peki, Behice’nin çiziklerle dolu, morarmış boynu ne anlama geliyor? Polis Behice’nin çantasını karıştırır; boyama kitapları ve dergilerin sayfalarını inceler. Cebinden farklı renk ve boylarda üç tane ölü balık çıkar. Bir genç kız üçü de ayrı cinste ve renkte ölü balığı neden cebinde taşır? Kişiler üzerinden yadırgatıcı, irkiltici durumlar çıkıyor karşımıza hiç ummadığımız anlarda. Gerçeklik etkisini kuvvetlendiren ayrıntılar bunlar aslında. Babanın yanan sobanın üstüne tükürmesi ve yok olana kadar bakması gibi.
Polisin sorgusu hemşire ve Müşfik’le devam ediyor. Müşfik neden hiçbir şeye alışamıyor? Her seferinde karakter ve kişilerle ilgili yeni sorular çıkıyor karşımıza, ancak belirsizliklerle örülü metin her bölümde yavaş yavaş açılıyor önümüze. Behice’yi kim öldürdü? Çoğu yalnız ve yoksul karakterleri gerçekten birbirlerine bağlayan şey ne? Yolculukları nereye? Klişelerin yeniden üretildiği ya da bozulduğu polisiye ya da fantastik roman değil bu metin. Ustaca kurgulanmış, zengin sözcük kullanımıyla doyurucu, merakımızı her an canlı tutan nitelikli bir edebi roman var elimizde. Bora Abdo, özgün sanatçı bakışıyla kurmacanın gereklerinden ödün vermeden dönemin pek göz önünde olmayan bir gerçeğine de odaklanıyor. Öte yandan zihnimize farkında olmadan yerleşen karşılaştırma şemaları nedeniyle, bazılarımızın çaresizliklerini görüp biz daha iyi durumdayız duygusuyla kendilerini iyi hissettiği; kıyafetleri, kokuları, farklı davranışları nedeniyle uzaktan izlediğimiz yoksullarla aslında aynı gemideyiz ve toplu bir çıldırışa doğru son sürat gidiyoruz.
Bora Abdo, Balık Boğulması/Beni Unutma Dörtlemesi II, Doğan Kitap, 1. Baskı, Ekim 2017
Görsel: Grant Stirton