Kanımca Sylvia, daha erken bir saatte bulunmayı ve kurtarılmayı bekliyordu. Yoksa neden doktorun çağrılmasını istediği ve telefonunu yazdığı bir kâğıt olsun ki yanında?
Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım.
Sylvia Plath
(Çev: Cevat Çapan)
Bitmeyen bir aşktan söz edelim bugün. Lady Lazarus’a duyduğum aşktan.
Yaşasaydı 83 yaşında olacaktı. 1963 yılının kasvetli 11 Şubat’ında, soğuk bir Londra gününde, kafasını havagazı fırınına sokmamış olsaydı yazmaya devam edecekti belki. Bilinmez...
Ama olmadı. Sylvia Plath, 11 Şubat 1963 günü, evi temizledi, çocukları Frieda ve Nick’i uykuya yatırdı, başuçlarına ekmek ve süt bıraktı, odalarının penceresini ardına kadar açtı, kapılarını kapatıp gazdan etkilenmemeleri için kapı altlarını bezlerle tıkadı. Sonra havagazını açtı. Doktor raporlarına göre sabaha karşı son nefesini verdi. Yanında bir not kâğıdı vardı: “Doktor Holder’i çağırın!” Kâğıda yakın arkadaşı ve komşusu Doktor John Holder’in telefon numarasını da yazmıştı. Henüz 30 yaşındaydı.
Çok konuşuldu ölümü/intiharı üzerine. Ölüme yatmaktan çok bir ‘yardım çağrısı’ sahneye koymak amacında olduğunu söyleyenler çoğunluktaydı. Tam tersini savunanlar da vardı. Örneğin son günlerinde yanında olan arkadaşı Jillian Becker, kafası karışık ve aşk acısı çeken bir kadın tablosu çiziyor ve Plath’in ölmeyi amaçladığını söylüyordu.
Yakın arkadaşı Al Alvarez ise Plath’in ölümü ile yaratıcılığı arasında bir ilişki kurmuştu, 1971 tarihli kitabı İntihar – Kan Dökücü Tanrı’da.
Plath ile tanışmasını, Ted Hughes’un karısı üstündeki etkisini, arkadaşlıklarının gelişimini anılar üstünden ve samimiyetle aktarıyordu Alvarez. Bütün bunları aktarırken de merkeze Plath’in şairliğini alıyordu. The Colossus’ta Night Shift (Gece Vardiyası) adıyla yayımlanan şiirini Observer’in bir seçkisine almasından başlayıp, Sylvia Plath şiirinin dünyada yankılandığı günlere dek süren bir değerlendirme çerçevesi çiziyordu.
Alvarez ve Plath’in 1962 Eylül’ünde (yani Plath’in ölümünden altı ay önce) “Geçerken bir uğrayayım dedim” sözleriyle başlayan buluşmasında, o yarım çığlığının önemli bir işareti var kanımca.
“Sana birkaç şiirimi okuyayım” diyor Plath ve çantasından bir tomar kâğıt çıkarıyor. Al Alvarez şiirlere bakmak için elini uzattığında “Hayır” diyor Sylvia Plath, “içinden okumanı istemiyorum. Bağıra bağıra okunmalı bunlar. Onları duymanı istiyorum.”
İntihardan çok ‘yardım’ isteyen, şiirine sakladığı çığlığı herkese duyurarak, yaşamına dair bir ‘olumlama’ bekleyen birini açığa çıkaran satırlar.
O dönem, Plath’in hummalı bir şekilde şiir yazdığı ve ölüm kavramının daha keskin imgelerle üstüne gittiği bir dönem. Sırça Fanus’ta anlattığı ilk intihar deneyimi ve Mini Morris arabalarıyla ciddi bir kaza geçirmesinin ardından bir kere daha ölümle yüzleşmenin eşiğine geldiği günler.
Bak, gene yaptım işte.
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum yolunu
Yalnızca otuzundayım
Ve kedi gibi dokuz canlı.
Babasını kaybettiğinde tanışmıştı ölümle. İlk intihar girişiminde yenmişti Azrail’i. Araba kazasında düelloyu yine kazanmıştı. Şimdi bir kez daha onunla oyun oynamalı ve hem ayrılığın hem de dünyanın derdini ölüme giydirmeliydi.
Olmadı.
İşin tuhafı, bir dizi aksilik de yardımcı oldu bu oyunda yenilmesine. Doktorunun önerdiği terapistin mektubu postada kayboldu ve geç geldi. Çocuklara bakması için tuttuğu Avustralyalı kız, ölüm günü saat tam dokuzda geldi. Kapı açılmayınca alt komşuyu uyandırmayı denedi ama adam sağırdı ve işitme cihazı takmadan uyuyordu. Daha da fenası adamın yatak odası Sylvia’nın mutfağının altındaydı ve gaz oraya kadar sızmış, yaşlı adamı da uyuşturmuştu. Eve ancak on bir civarında girilebildi.
Kanımca Sylvia, daha erken bir saatte bulunmayı ve kurtarılmayı bekliyordu. Yoksa neden doktorun çağrılmasını istediği ve telefonunu yazdığı bir kâğıt olsun ki yanında? Ölümle bir kez daha oyun oynamak, düelloya tutuşmak ve kazanmak istiyordu. Hem ayrılıktan sonra sevgilisiyle İspanya’ya giden Ted Hughes’a hem de ölüme bir ders vermek istiyordu belki de.
Olmadı.
Böyle varsayımların anlamı yok aslında, biliyorum. Benimkisi tutkuyla okuduğu şiirlerin-satırların yazarını anlama çabası. Heyecanlı bir okurun çırpınışı belki de. Ha düşlemiş ölümü, ha bir oyuna kalkışmış, kime ne? Ama tutkulu okurun bir görevi de, yazarının peşinden koşmak değil mi? Sanatın, sanatçı için tedavi aracı olmadığını bile bile hem de...
Uzun bir okuma süreci gerektiriyor bu hikâye. İyi okurların kaybolmaktan zevk alacağı bir yolculuk. (Yolculuğun bir durağında Hughes’un ikinci karısı Assia Wevill’in 1969 yılında, yine gaz ocağının yanında intiharı da var; üstelik üç yaşındaki kızları Shura’yı da yanına alarak...) Şiirin, en can yakan yolculuklarından biri.
Sylvia Plath’in Çizimler kitabını önererek bitireyim. Kırmızı Kedi Yayınları’ndan özenli bir baskı ve harika bir çeviriyle çıktı bu kitap. Kaçmak istediği manzaraları, onu içine hapseden evleri-sesleri anlamak istediğimde açar bakarım. Onun gibi bir çizim yeteneğimin olmasını çok isterdim.
Bitmeyen bir aşk bu. Lady Lazarus bir kez girdi mi kalbinize çıkmaz. Hem de hikâyesinin bütün can acıtan kıvrımlarıyla...