Kanadalı alternatif rock grubu Mother Mother, Nostalgia albümünün EU/UK turnesi kapsamında BKM Organizasyonu ile 22 Temmuz’da Maximum Uniq Açıkhava’da konser verecek.
Ryan Guldemond (vokal, gitar), Molly Guldemond (vokal, synth), Jasmin Parkin (vokal, klavye), Ali Siadat (davul) ve Mike Young’dan (bas) oluşan Mother Mother, enerjisi ve kendine özgü dizeleriyle dünya çapında geniş bir hayran kitlesine sahip. Bu yıl birlikteliklerinin 20. yılını kutlayacak olan grup, 6 Haziran’da yayımlamaya hazırlandığı 10. stüdyo albümü Nostalgia’dan “Make Believe” adlı parçasını geçtiğimiz günlerde Parlophone/Warner Records etiketi ile yayımladı.
Mother Mother, Avrupa turnesine Muse’dan hemen önce sahne alarak Stockholm’de vereceği büyük bir açık hava konseri ile başlatacak ve yaz boyunca yeni albümü Nostalgia’nın turnesi kapsamında birçok önemli festivalde sahne alacak.
Mother Mother konserinin biletleri 18 Mart’ta sanatçı ön satışına, 20 Mart’ta Spotify ön satışına, 21 Mart’ta ise genel satışa açılacak.
Mardin Bienali’nin Mayıs 2026’da gerçekleşecek 7. edisyonunun küratörü Çelenk Bafra oldu.
Mardin Sinema Derneği’nin ev sahipliğinde, direktörlüğünü Döne Otyam ve Hakan Irmak’ın yaptığı Mardin Bienali’nin 7. edisyonunun küratörlüğünü, Türkiye ve Avrupa’daki müzeler ve sanat kurumlarıyla uzun yıllardır çalışan, İstanbul Modern’in artistik direktörü Çelenk Bafra üstlenecek. Bienalin Danışma Kurulu’nda ise Esra Aliçavuşoğlu, Fırat Arapoğlu, Mehmet Said Aydın, Evin Sevgi Baran ve Paolo Colombo yer alıyor.
Küratöryel pratiğini üretim ve araştırma odaklı grup sergileri üzerine şekillendiren Çelenk Bafra, İstanbul Bienali direktörlüğü döneminde Türkiye’den sanatçıların Venedik Bienali, Atina, Havana, Lyon ve Sao Paulo Bienali gibi prestijli uluslararası etkinliklere katılımını yönetti. İKSV ve SAHA’daki görevleri süresince sanatçı ve küratörlere yönelik destek programları geliştirdi, SAHA Studio ve Paris Cité des Arts’daki Türkiye Atölyesi’ni kurdu ve yönetti. Fransa Kültür Bakanlığı tarafından davet edildiği Marsilya’daki Akdeniz ve Avrupa Medeniyetleri Müzesi MuCEM’in ve AICA Türkiye’nin yönetim kurullarında yer aldı.
Çelenk Bafra’nın Mardin ile bağı, 2005 yılında İstanbul Bienali’nin küratör ve sanatçılarıyla gerçekleştirdiği araştırma ziyaretiyle başladı. Mardin Sinema Derneği iş birliğiyle hayata geçen Güneş Sineması projesi ve Mardin Bienali vesilesiyle bu bağ yıllar içinde güçlenerek devam etti. Bafra, uluslararası bienallerin yanı sıra Mardin Bienali’nin farklı edisyonları üzerine eleştiriler ve söyleşiler kaleme aldı; bu çalışmaları Apaçık Radyo’nun yanı sıra çeşitli kitap ve dergilerde yayımlandı.
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından Adalet Ağaoğlu’nun eserlerini yeniden yayımlamaya devam ediyor. Eleştirel bir basımla Fikrimin İnce Gülü kitabının yanı sıra Romantik Bir Viyana Yazı ve Üç Beş Kişi romanlarıyla Yüksek Gerilim, Düşme Korkusu ve Hadi Gidelim adlı öykü kitapları da titiz bir çalışmanın ardından okurla yeniden buluşturuldu.
Yayınevi tarafından daha önce “Dar Zamanlar Serisi”nin yeniden baskısı yapılmıştı. Ağaoğlu’nun “yol romanı” denince akla ilk gelen eserlerden olan ve Sarı Mercedes adıyla sinemaya da uyarlanan Fikrimin İnce Gülü kitabı, yazarın Boğaziçi Üniversitesi’ne bıraktığı kişisel arşivini de içeren eleştirel bir basımla yayımlandı.
Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Berat Açıl, yazarın üniversiteyle olan bağının ve yazarın kendileri için taşıdığı önemin altını çizdi. Açıl, “Adalet Ağaoğlu, Boğaziçi Üniversitesi’ni her zaman çok sevdi ve bize hem kütüphanesini hem de kişisel arşivini bağışlayarak büyük bir miras bıraktı. Onun 28 kitaptan oluşan eserlerini yeniden basmak, bizim açımızdan hem bir vefa borcu hem de büyük bir gurur vesilesidir. Yazarın eserlerinin akademik bir yayınevinden yayımlanmasının sorumluluğunu taşıyoruz ve yayınevinin akademik donanımını da yansıtan nitelikli edisyonlar hazırlıyoruz. Bugüne kadarki tüm baskıları karşılaştırıp en iyi metinleri okura sunmak için titiz bir çalışma yürütüyoruz. Ağaoğlu’nun özel üslubunu ve yazım tercihlerini de koruyarak yazarın hassasiyetlerini gözetiyoruz,” dedi.
Ferzan Özpetek’in Aralık 2024’te İtalya’da vizyona giren Elmaslar (Diamanti) filmi 18 Nisan’da Türkiye’de vizyona girecek.
İtalya’da 2.6 milyonu aşan seyircisiyle rekor kıran Elmaslar, 1970’li yılların Roma’sında prestijli bir terzi atölyesinde çalışan kadınların hayatlarını ve aralarındaki güçlü bağı anlatıyor. Film, birbirini dinleyen, bakışlarla anlaşan, el ele tutuşarak zorlukların üstesinden gelen kadınların kardeşlik, dostluk ve birliktelik duygusunu derinlemesine perdeye aktarıyor.
Özpetek’in senaryosunu Carlotta Corradi ve Elisa Casseri ile birlikte yazdığı filmde; Stefano Accorsi, Luca Barbarossa, Sara Bosi, Loredana Cannata, Geppi Cucciari, Anna Ferzetti, Aurora Giovinazzo, Nicole Grimaudo, Milena Mancini, Vinicio Marchioni, Paola Minaccioni, Edoardo Purgatori, Carmine Recano, Elena Sofia Ricci, Lunetta Savino, Vanessa Scalera, Carla Signoris, Kasia Smutniak, Mara Venier, Giselda Volodi, Milena Vukotic rol alıyor.
Elmaslar, İtalya’nın önemli sinema ödüllerinden CIAK D’ORO’da “Altın Ödül”e layık görüldü. Ayrıca, senaryosu ve yönetmenliğiyle “Altın SuperCiak” ödülünü kazanan film, başrol oyuncusu Luisa Ranieri’ye de “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü getirdi.
Türkiye hakları DEPOfilm’e ait olan Elmaslar, 18 Nisan’da Türkiye’de vizyona girecek.
Simbart Projects, Melis Erdem’in “Yarım Porsiyon Aydınlık” başlıklı kişisel sergisi 10 Mayıs’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Melis Erdem, bireysel deneyimlerle evrensel anlamların kesiştiği bir alan yaratarak, izleyici zamanın akışı, belleğin izleri ve kaybolan sesler üzerine düşünmeye teşvik ediyor. Zaman içinde çözülen ve yeniden inşa edilen formlar, yoklukla varlık arasındaki katmanlar bir dönüşüm sürecini vurguluyor. Yalnızca görünenin değil, görünmeyenin de sorgulandığı çalışmalar izleyiciyi varoluşsal ve tinsel bir deneyime sürüklüyor.
İzleyiciler serginin katmanları arasında gezinirken, geçmişin izleri, anlık kayıplar ve geleceğin belirsizlikleri ile karşılaşıyorlar. Sergide, mekân ve beden arasındaki geçirgen sınırlar ile hafızanın ve zamanın dokulara işlediği görünmez izler iç içe geçiyor. Erdem’in eserleri, dijitalleşen dünyada belirsizleşen kimliklerin giderek daha da görünmez hâle gelmesini sorguluyor. Her şey değişim hâlindeyken kimlik çözülüyor, anlar göç ediyor ve geçmişin kalıntıları geleceğe taşınıyor.
Boşluk ve madde, ağırlık ve hafiflik arasında süregelen bir gerilim, durağanlığın içinde gizlenen hareket, dönüşümün asla tamamlanmayan döngüsüne işaret ediyor. Katmanlar üst üste binerken boşluk kendini görünür kılıyor. Karanlık, içinde sakladığı ışıkla var olurken, aydınlık da tamamlanmamış bir eksiklik taşıyor. Fiziksel ve dijital dünyalar arasındaki sınırların bulanıklaştığı bu çağda, yerinden edilmiş sesler; geçmişin izlerini, anıların parçalarını ve geleceğin belli belirsiz ritimlerini, çeşitli synthesizer katmanları ve atmosferik ses kayıtlarıyla yeniden bir araya getiriyor. Zamansız mekânlarda kaybolan ve yeniden beliren seslerin ve imgelerin arasında gezinen izleyiciyi sürekli dönüşen bir akışın içine bırakıyor.
Bu sergi, insanın zaman, kimlik ve mekân ekseninde sürdürdüğü varoluşsal mücadelenin bir anlatımı olarak izleyiciyle buluşuyor. “Yarım Porsiyon Aydınlık”, izleyiciyi bir sonuca ulaşmaya değil, ışığın ve karanlığın birlikte var olduğu bir dünyada kendini keşfetmeye çağırıyor.
Pelin Güneş’in duyguları tanımaya ve anlamaya yönelik kaleme aldığı, Gökçe Yavaş Önal’ın resimlediği rengârenk hikâyesi Mutluluk Battaniyesi, Tudem Yayınları’ndan çıktı.
Mutluluk Battaniyesi, çevremizde olan bitene duyarlı olmanın önemini vurguluyor. Ayrıca soru sormanın ve neden-sonuç ilişkisine göre düşünmenin önemini fark ettiriyor.
Günlerini türlü deneyler yaparak geçiren Bilge'yi doğum gününde nasıl bir sürpriz mutlu eder? İyisi mi bu yılki hediyesini kendi seçsin. Oyuncakçılar, kitapçılar, kırtasiyeler... İlginç bir şey bulmak ne zormuş. Tam pes edeceği sırada vitrinde renk değiştiren bir battaniye görmesin mi? Dediklerine göre kullanan kişi endişelenince rengi kırmızıya, üzülünce de yeşile dönüşüyormuş. Hele bir de mavisi varmış ki... İşte, aradığı hediye! Peki ama bukalemuna benzeyen bu “gizemli örtü” nasıl olur da duyguları anlayıp sinyal verebilir ki? O hâlde deneyler başlasın!
Hem ne demişler, gerçek mutluluk varış noktasında değil yolculuktadır.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin sahnelediği, Richard Wagner’in ilk başyapıtı olarak nitelendirilen Uçan Hollandalı (Der fliegende Holländer) operası 22, 25 Mart ve 5 Nisan tarihlerinde Atatürk Kültür Merkezi Türk Telekom Opera Salonu’nda izleyicilerle buluşacak.
25 Mart tarihli temsilde, dünyanın en prestijli opera sahnelerinde, başarılı performansları ile büyük yankı uyandıran Letonyalı bas-bariton Egils Silins sahnede olacak. Sebastian Welker’in rejisi ve Egils Silins’in Der Holländer rolündeki performansı, sanatseverleri derin bir duygusal yolculuğa çıkartacak. İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nı İbrahim Yazıcı’nın yöneteceği eserin dekor tasarımı Efter Tunç, kostüm tasarımı Serdar Başbuğ, ışık tasarımı Yakup Çartık, koreografisi ise Emre Karaca imzası taşıyor. İDOB korosunu ise Volkan Akkoç yönetiyor.
Dünyada ilk kez 1843 tarihinde Dresden’deki Königliches Hoftheater’da sahnelenen ve efsanelere inanmayanları bile büyülemekten asla vazgeçmeyen bir hikâyeye dayanan dramada; dünya dışı, doğaüstü bir varlık olan Hollandalı’nın sadık bir kadının aşkı aracılığıyla kefareti aradığı, akıl dışı bir yolculuk anlatılıyor.
“Uçan Hollandalı (Der Holländer), denizlerde sonsuza kadar tüm mürettabatı ile lanete uğramış hayalet gemisiyle dolaşmaya mahkûm edilmiş, gerçek aşkı arayan bir kaptandır. Yedi yılda bir karaya çıkmasına izin verilen denizciyi ancak bir kadının aşkı kurtaracaktır. Onunla evlenip sonra da ona ihanet eden her kadın onun lanetine uğramıştır. Bu sefer, yedi yılı dolduğunda bir Norveç köyünün hemen dışında bir karaya ayak basar. Burada Daland adında bir adamla tanışır ve ona bir gecelik konaklama karşılığında altın ve mücevher verdikten sonra Daland’ın bir kızı olduğunu öğrenir. Senta adındaki bu kız, onu içinde bulunduğu kötü durumdan kurtaracak ‘mükemmel aşk’ olabilecek midir?”
22, 25 Mart ve 5 Nisan tarihlerinde Atatürk Kültür Merkezi Türk Telekom Opera Salonu’nda sahnelenecek Uçan Hollandalı (Der fliegende Holländer) operası biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
RedRouge Art Gallery, altı sanatçının eserlerini bir araya getiren “Mekan Duygusu” başlıklı sergiyi 5 Nisan’a kadar sanatseverlerle buluşuyor.
RedRouge Art Gallery, “Mekan Duygusu” sergisiyle Teşvikiye’nin sanatsal hafızasına ışık tutuyor. Emre Zeytinoğlu’nun küratörlüğünü üstlendiği sergide; Murat Morova, Esat Tekand, Argun Okumuşoğlu, Ahmet Elhan, Seyhun Topuz ve Bilge Alkor’un eserleri yer alıyor. Sergi, sanatçıların yaşadıkları ve ürettikleri mekânlarla kurdukları bağları ele alırken, aynı çevrede gelişen farklı sanatsal yaklaşımları gözler önüne seriyor.
Arjantinli yazar Juan José Saer’in dokunaklı ve çarpıcı romanlarından Muhteşem Limon Ağacı, Gökhan Aksay’ın İspanyolca aslından çevirisiyle Jaguar Kitap’tan çıktı.
Saer, insan yazgısının en büyük sorunlarından birini, acıyı ve bu acıya rağmen yaşamak zorunda olma hâlini tragedyaya yaklaşan bir romanla anlatıyor.
Ailesiyle birlikte Arjantin’in kuzey adalarından birinde yaşayan çiftçi Wenceslao, yılın son gününe komşu adadaki akrabalarıyla kutlayacakları yılbaşı akşamının hazırlıklarıyla başlar. Fakat büyük aile masasında yine iki sandalye boş kalacaktır: Altı yıl önce ölen oğlunun ve bu kaybın acısını ilk günkü tazeliğiyle yaşayan karısının sandalyeleri. Bu boş sandalyeler aynı zamanda baba Wenceslao’yu anılarla sanrıların, gerçekle düşün birbirine karıştığı, bütünüyle başka bir boyutta yaşamaya mahkûm eden boşluklardır.
Büyükdere35, Begüm Malkoçlar’ın “Soluk Mavi Nokta” başlıklı ilk kişisel sergisini 19-29 Mart tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
Carl Sagan’ın aynı isimli kavramından ilham alan “Soluk Mavi Nokta” sergisi, Begüm Malkoçlar’ın 484 Urban Garden Sanatçı Programı kapsamında, Ceren Erdem danışmanlığında dört aylık konaklama sürecinde ürettiği işleri izleyicilere sunuyor.
“1990 yılında Voyager 1 uzay sondasının çektiği ünlü fotoğraf, Dünya’yı uçsuz bucaksız evrende soluk bir nokta olarak gösteriyordu. Sagan, bu görüntü aracılığıyla insan varoluşunun geçiciliğini, insanlığın ortak kaderini ve zaman ile mekânın göreceli doğasını vurgulamıştı. Bu fikirleri temel alan eserler, insanın zaman ve mekân içindeki varlığını, geçmişle kurduğu ilişkileri ve kolektif hafızaya açılan kapıları keşfediyor.
Malkoçlar’ın kağıtları kesip, iplikleri düğümleyip parçaları bir araya getirerek bütüncül yapılar oluşturduğu sanat pratiği, bir dönüşüm sürecini hikâyeleştiriyor. Her yapıt, hayatın akışını, doğanın engellenemez hareketini, maddeler arası görünmez bağları, tesadüfleri ve zamanın birbirine doladığı arkaik öyküleri gözlemleme fikriyle şekilleniyor. Renklerin, dokuların ve materyallerin rastlantısal ama bilinçli bir şekilde bir araya geldiği kompozisyonlar, yaşamın katmanlarını, kırılganlığını ve biricikliğini hissettirmeyi amaçlıyor. Soluk mavi gezegenimizin hasbelkader şekillenmiş, düzensiz ancak sağlam yapısını yeniden kurgulamayı amaçlayan Malkoçlar, insanı ve onun karmaşık ağlar içindeki yerini, maddenin hikâyesini araştırarak keşfetmeyi hedefliyor ve kolektif hafızanın arşivine yeni bir kanal açmayı amaçlıyor.
Parça ve bütün ilişkisini soyut bir süreç olarak ele alan sanatçı, varlığın gizemini malzeme üzerinden incelemeye yöneliyor. İşlerinde sıkça karşılaşılan zıtlıklar, renk ve şekiller, katmanlar hâlinde üst üste biniyor; her kolaj, aynı anda hem sade hem karmaşık hem kırılgan hem güçlü bir yapıyla kendi içinde bir denge kurmayı amaçlıyor.
‘Soluk Mavi Nokta’, insanın geçmişiyle tarihsel ve biyolojik kökleriyle kurduğu bağları incelerken, benliği oluşturan unsurları ayrıştırılarak maddesel ve fiziksel varoluşu irdeliyor. Yaşamın ve doğanın sunduğu görünmez bağların izini sürmeye, en sıradan nesnelerdeki katmanları keşfetmeye ve bu hikâyenin katılımcısı olmaya bir davet niteliği taşıyor.”
Künye:
1. 200 gr hahnemühle kağıt üzerine fine art baskı
2-4. Studio Kemeburgaz