Yazar ve çevirmen Fuat Sevimay’ın dış dünyayla bağlantısı kopmuş bir demir yığınının tekinsiz evreninde dolaşırken hem devletin dümen suyunda evrilen insan doğasını hem de aynı gemide olmanın anlamını sorguladığı yeni romanı Bata Çıka, İthaki Yayınları’ndan çıktı.
“Ne seninle ne sensiz...
Devlet yoksa biz neyiz?
Birleşmiş Milletler’in devletlerin lağvedilmesi yönündeki kararı, limandan henüz ayrılmış olan kuru yük gemisi Kabuk’ta bomba etkisi yapar: Düzeni korumak taraftarı Kaptan, göçmen kökenli İkinci Kaptan ile Aşçı Kadın’ı yanına çekmeye çalışırken, özgürlükçü Çarkçıbaşı makine dairesinde, Lostromo ve Yağcı’nın desteğiyle bir tür isyan hazırlığına girişir. Karanlık sularda yol alırken beklenmedik misafirleri de ağırlamak zorunda kalan Kabuk’un kaderi, karşısına çıkan bir destroyerle değişecektir...”
“Sevgili seyirciler, sizler ne düşünüyorsunuz? Ben bu stüdyoda yıllarca, önüme ne konduysa, devletin bültenlerini okudum. Siz de bu ülkenin vatandaşısınız. Şimdi bizi kim yönetecek? Bir yandan da evet, birisinin yönetmesi gerekiyor mu? Belki de bunları konuşmak gerek.”
Chi Art Gallery, dokuz kadın sanatçının eserlerinden oluşan “Ayna Ayna” başlıklı yeni sergisini 26 Nisan’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Zeynep Abacı, Eyhan Çelik, Elifko, Tuba Geçgel, Güler Güçlü, Alla Güner, Gökçe İrten, Yonca Karakaş ve Damla Yalçın’ın eserlerini bir araya getiren “Ayna Ayna” sergisi, sanatçı kadınların dünyayı nasıl gördüklerini, bu dünyaya nasıl yanıt verdiklerini ve bu yanıtların eserleri aracılığıyla nasıl yankılandığını izleyicilere sunuyor.
“‘Ayna Ayna’ sergisi sanatçı kadınların pratikleri üzerinden bir güncel dünya okuma temsilini sınar. Eserlerinde sanatçıların dünyayı algılama biçimleriyle tarihsel ve kişisel olanı iç içe geçirirler. Bedenleri, hafızaları, iç dünyaları ve dışarıdan gelen beklentilerle şekillenen bu alan, kimi zaman çatışmalı, kimi zaman korunaklı, ancak her zaman dönüştürücüdür. Onlar için görmek; geçmişi okumak, bugünü sorgulamak ve geleceği hayal etmektir.
Bu sergideki eserler, sanatçıların dünyayı nasıl gördüklerini, algılarını nasıl süzgeçten geçirdiklerini ve dönüştürdüklerini eserler üzerinden bir izlence olarak aktarır. Mekân, onlar için sadece bir yaşam alanı değil; bazen kalıtımsal bir yük, bazen sığınak, bazen de mücadele sahasıdır. Aile, yalnızca bir bağ değil; kimi zaman bir sınır, kimi zaman da kök salma biçimidir. Geçmiş ise sadece bir anı değil; bazen bir yük, bazen de yol göstericidir.
Sanatçı kadınların dünyayı izleme ve o dünyada üretebilme biçimleri, eserlerine de yansır: Bazen boşlukları doldurarak, bazen fazlalıkları atarak, bazen de sessizliği büyüterek... Geçmişi taşıyan elleriyle geleceği inşa ederler. İçinde büyüdükleri ailelerden, var olmaya çalıştıkları toplumdan ve onları bastıran ya da yücelten tarihsel anlatılardan bağımsız değillerdir. Ancak bu bağlılık içinde, kendi dillerini yaratır, kendi yollarını çizerler.
Bu yeni yollar, farklı hikâyelerin ve sonsuz öykülerin izlerini taşır. Her hikâye, geçmişi de içinde barındıran yeni bir adımdır; kimliklerin, ailelerin ve öykülerin işaretlerini taşır. Sanatçı kadınlar, üretimleri ve varoluş biçimleriyle geçmişin anlatıcıları, geleceğin taşıyıcılarıdır. Sanat pratiklerindeki külliyat, kendi köklerinden, geçmişin izlerinden ve tüm ilişkilerinden beslenir; bir cümleyle başlar, bir selamlaşmayla sürer. Eserleriyle anlatılan hikâyeler, katmanlı öyküleri bir araya getirir. Bu öyküler çoğalır; aileden sokağa, içten dışa, aynadan içeri ve dışarı doğru yayılır.
‘Ayna Ayna’ sergisi, sanatçı kadınların dünyayı nasıl gördüklerini, bu dünyaya nasıl yanıt verdiklerini ve bu yanıtların eserleri aracılığıyla nasıl yankılandığını anlatıyor. Bu eserlerdeki anlatılar sadece görünmekle kalmaz; var olur, dönüşür ve büyür. Sonuçta, her dönüşüm yeni bir yankıyla genişler. Nihayetinde bu karşılaşmalar, bir çift gözden üretime yansıyarak aynadan içeri ve dışarı bir bakış sunar.”
Künye:
1. Damla Yalçın Gölgeler, Kağıt üzerine nakış, 32x24 cm, 2024
2. Güler Güçlü Bir Uzay Parçası, Beton, 120x20x60 cm, 2023
3. Tuba Geçgel Hypatia, El Tuftingi_ Hand Tufting, Pamuk ve Akrilik İpler Cotton and Acrylic Yarns, 126 x 88 cm, 2025
Fransa’da büyük ses getiren, uluslararası bir fenomen hâline gelen Neige Sinno’nun kaleme aldığı gerçek bir istismarın hikâyesini anlatan eseri Hüzünlü Kaplan, Ebru Erbaş’ın çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı.
Hüzünlü Kaplan, üvey babası tarafından yıllarca tecavüze uğrayan küçük bir kızın hikâyesini konu alan otobiyografik anlatı türünde. Eser, hafızanın farklı yönlerini, tüm canavarlığı ve sıradanlığıyla istismarın kendisini keşfediyor.
Neige Sinno, on dokuz yaşında sessizliğini bozuyor, ardından kamu davası, tecavüzcünün hapsedilmesi, Sinno’nun Fransa’dan uzakta yeni bir hayat kurması geliyor. Sinno, Hüzünlü Kaplan’da okura karanlığı aşmak için konuşmayı ve soru sormayı öneriyor.
Can Baydar’ın Teoman ile düeti “Senin Yüzünden” Sony Music Türkiye etiketiyle müzikseverlerle buluştu.
Can Baydar, yeni albümü Her Şey Geçer’in üçüncü teklisi “Senin Yüzünden”de Teoman ile bir araya gelerek, insanın kendi içindeki şeytanlarla ve korkularla verdiği mücadeleyi çarpıcı bir dille anlatıyor. Söz ve müziği Can Baydar’a ait olan “Senin Yüzünden”, melankolik sözleri ve güçlü rock altyapısıyla aşkın ve pişmanlığın yarattığı duygusal karmaşayı dinleyicilere sunuyor. Kaybolmuşluk hissi, kaçış isteği ve derin bir iç hesaplaşmayla öne çıkan şarkıda Teoman’ın karakteristik vokali, Can Baydar’ın modern rock sound’u ile bir araya geliyor. Albümün duygusal yoğunluğunu ve anlatı gücünü ileri taşıyan “Senin Yüzünden”, Can Baydar’ın müzikal yolculuğundaki önemli adımlardan biri olarak dikkat çekiyor.
Can Baydar ve Teoman’ın birlikte seslendirdiği “Senin Yüzünden” şarkısını buradan dinleyebilirsiniz.
Ebru Uygun’un “Ak Sıcaklık” başlıklı kişisel sergisi 8 Nisan’a kadar Ferda Art Platform’da sanatseverlerle buluşuyor.
Ebru Uygun, “Ak Sıcaklık” sergisinde geleneksel resim anlayışını aşarak malzemenin dönüşüm sürecine odaklanıyor. Sanatçının eserleri, yüzeyden hacme, tekillikten çoğulluğa geçişi keşfediyor. Üst üste eklenen, kazınan ve yeniden inşa edilen katmanlar, zaman içinde değişen bir yapı oluşturuyor. Cam, seramik ve boya gibi malzemelerin etkileşimi, eserleri yalnızca izlenen değil, keşfedilen birer varlığa dönüştürüyor.
Uygun’un sanatı, yapma ve bozma arasındaki ritmik döngüyle şekilleniyor. Katmanlar, zamanın izlerini taşırken, malzemeler sürekli dönüşüyor. Eserler nihai bir forma ulaşmak yerine, değişim hâlinde kalıyor. Sanatın bir süreç olarak var olduğunu hatırlatan “Ak Sıcaklık” sergisi, izleyiciyi yalnızca görsel bir deneyime değil, mekân ve zamanla etkileşime giren bir keşif yolculuğuna davet ediyor.
Alex Latimer’in yazdığı ve çizdiği, hedefe odaklanıp tüm duyuları harekete geçirecek etkileşimli mizah öyküsü Bir Ördek Asla Göz Kırpmaz, Hülya Dayan’ın çevirisiyle Uçanbalık’tan çıktı.
5 yaş ve üzeri her yaştan okurunu hikâyesine katarak oyun tadında bir anlatı sunan Bir Ördek Asla Göz Kırpmaz, bakmak, görmek ve fark etmek kavramları hakkında düşündürüyor.
“Şu ördeği görüyor musunuz? İşte onun gözünü kırpmasını istiyoruz. Bunun için yardıma ihtiyacımız var: Evet, sizin yardımınıza!
Şimdi gözünüzü üzerinden ayırmayın. Acaba siz mi yoksa ördek mi gözünü önce kırpacak? Haydi... Haydi ama... Bir ördek hiç göz kırpar mı? İsterse kırpabilir belki. Peki bunu en iyi kim bilebilir? Tabii ki siz!”
Barış Demirel ve Gülinler’i bir araya getiren “Ne Öfkem Kaldı Ne Özlemim” şarkısı Avrupa Müzik etiketiyle yayımlandı.
“Ne Öfkem Kaldı Ne Özlemim” şarkısında Ezgi Ayvalı’nın sözleri, Barış Demirel’in bestesi ve prodüksiyonuyla buluşarak zamansız bir hikâyeye dönüşüyor. Şarkının mix’i Emre Malikler tarafından yapılırken, mastering süreci Orange Box Studios / Darmstadt’ta tamamlandı. Şehirler değişir, yollar ayrılır, duygular değişirken; şarkı her şeyin geçici olduğunu sakin bir kabullenişle anlatıyor.
Barış Demirel ve Gülinler’in “Ne Öfkem Kaldı Ne Özlemim” şarkısını buradan dinleyebilirsiniz.
Salt’ın iklim değişikliğinin etkilerine dikkat çekmeyi amaçlayan “Bu son şansımız mı?” gösterim programı 19 Nisan tarihine kadar Salt Beyoğlu’ndaki Açık Sinema’da izleyicilerle buluşuyor.
Salt’ın, kurucusu Garanti BBVA tarafından desteklenen “Bu son şansımız mı?” gösterim programı, iklim değişikliğinin çevresel ve toplumsal boyutlarına odaklanıyor. Sekiz belgesel filmden oluşan seçki, toplulukların çevresel adalet arayışlarından endüstrileşmenin uzun vadeli etkilerine, suyun hem yaşamın kaynağı hem de hayatta kalmaya yönelik bir mücadele alanı oluşuna vurgu yapıyor.
Yükselen deniz seviyeleri ve artan kuraklıklardan ekolojik yıkıma uzanan hikâyeler, suyun sadece bir doğal kaynak değil; ekosistemleri, ekonomileri, yaşam biçimlerini şekillendiren bir müşterek olduğunu gözler önüne seriyor. Program, gezegenin geleceği ve sürdürülebilir ortak yaşam ile yakından ilişkili meseleler etrafındaki aciliyetleri vurguluyor.
Silence of the Tides [Gelgitlerin Sessizliği], Hollanda ve Almanya’dan Danimarka kıyılarına uzanan ve dünyanın en büyük gelgit alanlarından biri olan Wadden Denizi’ni odağına alıyor. Leviathan, Kuzey Amerika’daki balıkçılık endüstrisinin zorlu çalışma koşullarını belgeliyor. The Forgotten Space [Unutulan Alan], 1950’lerden itibaren liman kentlerini ve küresel lojistiği yeniden yapılandıran konteyner taşımacılığını ele alıyor. Şarap Rengi Deniz, sıcaklıkların küresel ortalamadan daha hızlı arttığı Akdeniz’de iklim değişiklinin sonuçlarını incelerken Water and Power [Su ve İktidar], Los Angeles’taki su kıtlığının kent peyzajını nasıl yeniden şekillendirdiğini gözler önüne seriyor. Living Water [Yaşam Suyu], Wadi Rum Çölü odağında Ürdün’de yaşanan su krizinin ekolojik, toplumsal ve ekonomik boyutlarına dikkat çekiyor. Şili Patagonyası’ndaki su göçerleri ile Pinochet diktatörlüğü sırasında kaybolmuş muhaliflerin hikâyesini iki sedef düğme aracılığıyla birbirine bağlayan El botón de nácar [Sedef Düğme], belleğin taşıyıcısı olarak suyu merkeze alıyor. In Our Water [Bizim Suyumuz] ise 1980’lerde New Jersey’de yaşayan bir ailenin kuyularına sızan zehirli kimyasallara karşı verdikleri mücadelenin izini sürüyor.
“Bu son şansımız mı?” gösterim programı hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Künye:
1. Silence of the Tides [Gelgitlerin Sessizliği] (2021) filminden bir kare ©Annemiek van der Hell
2. Leviathan (2012) filminden bir kare ©Lucien Castaing-Taylor ve Véréna Paravel
3. The Forgotten Space [Unutulan Alan] (2010) filminden bir kare ©Doc.Eye Film
4. Şarap Rengi Deniz (2024) filminden bir kare ©Nefin Dinç ve İnci Özsoy
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen, bu yıl 44’üncüsü 11-22 Nisan arasında gerçekleştirilecek İstanbul Film Festivali’nin programı açıklandı.
N Kolay’ın festival sponsorluğunu üstlendiği İstanbul Film Festivali, Türkiye’den ve dünyadan nitelikli ve ödüllü filmleri, özel gösterimleri, yıldız oyuncuları ve usta yönetmenleri bir araya getirecek. 44. İstanbul Film Festivali kapsamında 139 uzun metrajlı ve 15 kısa filmden oluşan kapsamlı bir seçki izleyicilerle buluşacak. Dünya sinemasının en nitelikli örnekleri, kült yapıtlar, usta yönetmenler ve genç yeteneklerin son filmlerinden oluşan festival seçkisinde dünya, uluslararası, Balkan ve Türkiye prömiyerlerini yapan filmler de bulunuyor. Festivalde 12 gün boyunca gösterimlerin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla yapılacak söyleşiler, özel gösterimler ve etkinlikler de yer alacak. İstanbul Film Festivali’nin bu yılki gösterimleri Beyoğlu’nda Atlas 1948 ve Beyoğlu Sineması, Şişli’de CineWAM Premium+ City's Nişantaşı (Salon 3 ve Salon 7) ve Kadıköy’de Kadıköy Sineması, Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi ve Paribu Cineverse Nautilus olmak üzere yedi salonda yapılacak.
Festival tarafından sinemaya gönül ve emek veren kişilere sunulan Sinema Onur Ödülü, bu yıl sanat yaşamına sayısız tiyatro oyunu, film ve müzik albümü sığdıran usta oyuncu ve şarkıcı Zuhal Olcay’a sunulacak. Festival bu yıl Emek Ödülü’nü 2006’da dahil olduğu Köprüde Buluşmalar’da 2010-2023 yılları arasında yöneticilik görevini üstlenen Gülin Üstün’e verecek.
44. İstanbul Film Festivali’nin açılış galasında Berlin Film Festivali’nde bu yıl özel bir galada prömiyeri yapılan, Ido Fluk imzalı Köln 75 gösterilecek. Keith Jarrett’ın 1975 Köln konserinin heyecan dolu gerçekleşme hikâyesini anlatan film, 50. yıldönümünde bu konsere saygı duruşu niteliğinde izleyicilerle buluşacak. On yedi yaşındaki lise öğrencisi Vera Brandes’in olağanüstü çabalarıyla gerçekleştirilen bu konserin kayıtları, caz tarihinin en çok satan solo ve en çok satan piyano albümü olan The Köln Concert’a dönüştü. Köln 75 filminin ekibi de festivalin açılış gösterimine katılmak üzere İstanbul’da olacak.
Film Festivali’nde resmi seçki kapsamında Altın Lale Yarışması, Kısa Film Yarışması ve Yeni Bakışlar olmak üzere toplam üç yarışmalı bölüm yer alıyor. Yerli ve yabancı filmlerin bir arada, uluslararası bir jüri tarafından değerlendirileceği Altın Lale Yarışması’nda 15 uzun metrajlı film yer alıyor. Hintli sinemacı Shekhar Kapur’un başkanlığını yürüteceği Altın Lale Yarışması jürisinde yapımcı Ada Solomon; senarist ve yönetmen Ebru Ceylan, oyuncu Saadet Işıl Aksoy, Toronto Uluslararası Film Festivali başkanı Cameron Bailey yer alıyor. Altın Lale Yarışması’nda en iyi filme verilen Altın Lale Ödülü Eczacıbaşı Topluluğu tarafından, Jüri Özel Ödülü Kariyo & Ababay Vakfı tarafından, En İyi Yönetmen Ödülü Anadolu Efes tarafından destekleniyor. Anadolu Efes’in ödül sponsoru olduğu Kısa Film Yarışması da bu yıl uluslararası bir nitelik kazanıyor; bu bölümde yerli ve yabancı 12 kısa film bir arada değerlendirilecek. Genç yönetmenleri desteklemek, yeni çalışmaları daha görünür kılabilmek için, yalnızca ilk ve ikinci filmlerini çeken yerli yönetmenlere açık olan ve Paribu’nun sponsor olduğu Yeni Bakışlar bölümünde 11 film var. Bu bölümde Paribu desteğiyle en iyi filme verilen ödül, Seyfi Teoman’ın adını taşımaya devam ediyor.
44. İstanbul Film Festivali programında, Genç Ustalar’dan, sinemanın isyankâr, huzursuz ruhlarını bir araya getiren Mayınlı Bölge’ye, dünyanın dört bir yanından çoğu ödüllü filmlerden oluşan Devriâlem’den, sinema dünyasının ustalarını toplayan Cinemania’ya 13 farklı bölümde filmler yer alıyor.
İstanbul Film Festivali’nin sevilen bölümlerinden, N Kolay sponsorluğunda gerçekleştirilecek Galalar ile izleyiciyle saygın festivallerde henüz buluşmuş, geniş kitlelere seslenen parlak filmlerin Türkiye prömiyerleri festivalde yapılıyor. N Kolay Galaları’nda ünlü yıldızlardan usta yönetmenlere, sezonun merakla beklenen 11 filminin Türkiye’deki ilk gösterimleri gerçekleştirilecek. Gia Coppola’nın San Sebastian’da Jüri Özel Ödülü kazanan yeni filmi The Last Showgirl, festivalin açılış filmi olan Köln 75, başrolünü Jessica Chastain’in üstlendiği Michel Franco’nun yeni filmi İlişki / Dreams, her gösteriminde üretken bir yazılım aracılığıyla farklı bir kurguyla gösterilen, Gary Hustwit imzalı Brian Eno belgeseli Eno, Tom Tykwer’in yönettiği, Berlin Film Festivali’nin açılışında gösterilen, Nicolette Krebitz ile Lars Eidinger’in başrolünde olduğu Işık / The Light, François Ozon’un San Sebastian’da En İyi Senaryo Ödülü kazanan son filmi Sonbahar Gelince / When Fall Is Coming bu bölümün öne çıkan parlak filmler arasında yer alıyor.
44. İstanbul Film Festivali programındaki filmlere buradan ulaşabilir, festival biletlerini ise 27 Mart Perşembe günü 10.30’dan itibaren Passo üzerinden satın alabilirsiniz.
Yazar, çizer, mimar Ertuğ Uçar’ın kaleme aldığı bir öykü, bir rehber, İstanbul’a dair hoşa giden şeylerin kitabı olan İstanbulin, Can Yayınları’ndan çıktı.
Uçar kitabında, içinde dolaşarak bir parçası olduğu şehre dair gözlemlerini, kurmaca ve gerçeği iç içe geçirerek anlatıyor. Uçar’ın bu geziler sırasında çizdiği eskizler öyküleri canlandırarak okuru konunun ve şehrin içine çekiyor. Uçar, İstanbul’u güzellikleri ve çirkinlikleriyle olduğu gibi anlamaya çalışıyor, şehrin içinde dolaşarak onunla bir oluyor.
Öyküler bugünde, İstanbul’da geçiyor. Karakterler ise; en başta şehrin kendisi, sonra insanlar ve hayvanlar; ağaçlar ve kayıklar; yokuşlar ve binalar. Tüm öykülerin ortak anlatıcısı kitabı, öykülere parçalanmış bir şehir romanına dönüştürüyor. İstanbul’un katmanlarında gezinen, merdivenli sokaklarında, mezarlıklarında, alt geçitlerinde, arastalarında yürüyen anlatıcının başına gelen tuhaf, bir o kadar da sıradan olaylar, İstanbul’da gündelik hayatın nasıl fanteziye dönüşebileceğini, şehrin mucizelerini, en önemlisi de yürüyen, şehre kendini açan herkese bu mucizelerin açık olduğunu anlatıyor.
Ertuğ Uçar, kitabının ismine dair şunları söylüyor: “İstanbulin’in şöyle bir anlamı var zihnimde: İstanbul’a dair hoşa giden şeyleri nitelemek için kullanılan bir sıfat. Boğaz’a bakan bahçelere özgü bir peyzaj terkibinin tesadüfi güzelliği, Edirnekârilerin kufilere, barok süslemelerin Çin porselenlerine karıştığı bir yalı odasının sadece İstanbul’da bir araya gelebilecek eklektik atmosferi, kış öğleden sonralarının Boğaz’a özgü ışığı veyahut sonu denizde biten kedili merdivenli bir İstanbul sokağının manzarası olabilir bu. İşte bu kitap İstanbulin şeylerin kitabı.”