2010 yılının Altın Portakal’ında Gişe Memuru filmini izlediğimizde, sinemamızda yeni şeyler deneyen bir yönetmenle karşı karşıya olduğumuzu anlamıştık. Tolga Karaçelik, edebiyatla hemhal olmuş, Camus’den Kafka’ya Sartre’dan Freud’a uzanan referanslarla bezenmiş bir karakterle çıkmıştı karşımıza. O yılki festivalde yer alan yapımlar ‘Genç Türkiye Sineması’nın zirvesi niteliğinde olmasaydı en iyi ilk film, görüntü yönetmeni ve erkek oyuncu dışında da ödüller kazanması muhtemeldi.
Karaçelik, aradan beş yıl geçtikten sonra Sarmaşık ile çıtayı biraz daha yükseklere koyuyor bu kez. Birkaç nedenden ötürü çıta yükseklerde. Öncelikle Türkiye sinemasında az rastlanan, bir işe soyunuyor yönetmen: Çok karakterli bir hikâye örgüsü. Son dönem sinemamız ağırlıklı olarak tek bir karakterin izinden giden ve diğer karakterlerin ancak ana karaktere anlam katmak için var olduğu bir yapıya sahip. İkinci olarak tek mekânda geçen bir film var karşımızda. Gerçi, mekânın gemi olması alan genişliği için olanaklar sağlıyor ama aynı mekânların tekrar kullanımlarında rutine düşme tehlikesi her zaman vardır. Bu rutine düşmüyor Tolga Karaçelik ve görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki.
Hikâyeyi kısaca özetleyecek olursak: İstanbul’dan mal alıp denize açılan bir gemi, armatörün iflas etmesinin ardından vardığı limanda mahsur kalır. Geminin devamlılığı için gerekli altı kişi dışındakiler geri döner. Kalan altı kişi için aylar sürecek bir iktidar mücadelesi ve sinir harbi yaşanacaktır.
Altı erkeğin, tek bir mekânda tıkılıp kalmasıyla birçok hikâye kurulabilir. İktidar, erkeklik gibi bir kanaldan da anlatabilirsiniz hikâyenizi, bütün bunları yan unsurlar olarak kullanıp psikolojik bir gerilime de yelken açabilirsiniz. Sarmaşık’ta hepsinden mevcut. Hepsi yerli yerinde ve dozunda kullanılmaya çalışılıyor. Ama asıl olarak bir Türkiye temsili var karşımızda. Üstelik yönetmen buradaki alegoriyi gizlemeden daha filmin ilk başında sunuyor seyircisine. Dindar, Roman, Arap, Kemalist ve Kürt… Hepsinin ortasında da Adana Demirspor formasıyla ‘arızalı’ Cenk karakteri. Açıkçası bu kadar açık bir alegorinin filmin seyrini biçimlendirmek gibi riskli bir tarafı var. Bu risk zaman zaman kendisini net bir biçimde ortaya koysa da, yönetmen karakterlerinin aidiyetlerinden çok insani taraflarıyla ilgileniyor. Bu da alegorinin ‘temsili’ olmaktan öteye geçmesini frenliyor ve filmin iktidar, erkeklik gibi bölgelerine de alan açıyor. Sonuç’ta ‘Kürt’ dışındaki bütün karakterlerin, bir denizin ortasında unutulmuş gemide giderek benzeşmeye başladığına ve belirsizlik ve gelecek korkusunun herkesi birbirine düşürüşüne şahitlik ediyoruz. Kürt’ün, film boyunca herkesle mesafeli olması ve bir noktadan sonra herkes için anlamsız bir korku nesnesine dönüşmeye başlaması filmin alegorisinin de zirvesini oluşturuyor.
Samuel Taylor Coleridge’nin Yaşlı Gemici şiirinden dizelerin ayırdığı üç bölüm halinde izlediğimiz Şarmaşık’ın aksayan tarafı ise birinci ve ikinci bölüm arasındaki geçişte ortaya çıkıyor. İlk bölümün sonunda altı kişi dışındakiler gemiye terk ediyorlar, ikinci bölümde hızlı bir zaman atlaması yaşıyoruz ve karakterlerin geride bıraktıkları anların onlardaki izlerini kavramakta zorlanıyoruz. Bozulan sinirler, değişen iktidar dengeleri, artan kaygılar peşi sıra geldiğinde bu hızlı geçişin yarattığı boşluk karakterleri anlamakta zorlanmamıza neden oluyor. Film ikinci bölümün ortasında itibaren kendisini toparlayıp finale kadar yoluna devam etmeyi başarıyor nihayetinde.
Şarmaşık, Nadir Sarıbacak’ın muhteşem performansı ve özellikle karşılıklı oyunlarda Kadir Çermik’in ona eşlik etmekteki becerisiyle de akıllarda kalacak. Tolga Karaçelik, dallanıp budaklanayım derken dağılmaya çok müsait bir dünyayı kontrolü altında tutmayı başarmış ve bir kez daha üzerinde konuşulabilecek bir filmle karşımızda.
Türkiye sineması açısından bu zayıf yılın en iyilerinden…