Sabahattin Ali’nin bugüne kadar çokça baskısı yapılmış ve milyonlarca okura ulaşmış ölümsüz eseri Kürk Mantolu Madonna, bu sezon Engin Alkan rejisörlüğünde sahneye taşındı. Yılın merakla beklenen prodüksiyonlarından olan Kürk Mantolu Madonna oyununu reji ve oyunculuk açısından değerlendirdik.
Oyuncu kadrosunda Tuba Ünsal, Menderes Samancılar, Alper Saldıran, Sercan Badur, Lila Gürmen, Sacide Taşaner, Emrah Altıntoprak, Özge Özel, Basil Abdunnur, Oya Kaptanoğlu ve Kayhan Yıldızoğlu’nun yer aldığı Kürk Mantolu Madonna oyunu, bu senenin merakla beklenen prodüksiyonlarından biriydi. Çok sayıda okura ulaşmış Kürk Mantolu Madonna’yı okumayanların dahi hikâyesini bir şekilde bildiğini düşünerek sahneye uyarlanan oyunu direkt reji ve performans açısından değerlendirmenin yararlı olacağını düşünüyorum.
Kürk Mantolu Madonna oyunu Zorlu PSM sahnesinde bu sezon başında prömiyerini gerçekleştirdi. Prömiyerinden önce, hatta provaları başlamadan önce haberlerini aldığımız projenin uzun bir süre gündemde kalarak hem meraklanmamız hem de görünür olmak adına elinden geleni yaptığını söyleyebiliriz. Kürk Mantolu Madonna platformlar, projeksiyon sistemleri, hareketli perdeler, mapping, video art görüntüler ve ses efektleriyle sahne üzerinde kullanılabilecek neredeyse tüm teknolojiden yararlanmaya çalışmış bir oyun. Elbette sahne sanatlarının gelişen teknoloji ile birlikte bu imkânlardan yararlanması işlevsel ve yerinde kullanıldığı sürece hoşumuza gidiyor. Ancak bu kullanım teknoloji şovuna dönüştüğü zaman ne oyunun rejisini ne de performansını kurtarabiliyor. Yalnızca rejisör, oyuncu veya yaratıcı ekibin kişisel tatminlerinden öteye gidemeyen projeler olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda Kürk Mantolu Madonna oyununun henüz salona girdiğimizde arka plan panolarından akan yazılarla yarattığı teknolojik prologos’unun oyun boyunca süreceği ve yalnızca seyircinin beklentisini cezbetmeyi amaçlamış olduğunu oyunun ilk dakikalarındaki performanslardan anlayabiliyoruz. Simultane sahne düzeniyle rejisi yapılmış oyunda sahne üzerindeki aksiyon ve dekor değişiminde zaman kaybedilmemesi adına izleyiciye daha dinamik bir seyir amaçlanan oyunun üç saat gibi bir sürede bizlere Kürk Mantolu Madonna kitabını didaktik bir biçimde okuması tezatlık oluşturmuş. Oyuncu performanslarının bu teknolojik dekorların ve hikâyenin ağırlığının altında çok zayıf kaldığı görülebiliyor.
Sercan Badur oyunda yazar rolünde, dolayısıyla anlatıcı konumunda yer alıyor. Ön oyunu ve oyunun açılışını da üstlenen Badur, ilk dakikalarda kontrolsüz bir enerji ile kaboten bir oyunculuk sergiliyor. Genellikle oyunu başlatan oyuncuların ilk dakikalarda sergilediği performansları, seyirciyi oyunun içine almak adına kritik bir önem taşıdığından Badur’un doğallıktan uzak, içselleştirilmemiş yönelimi ve sahnede nasıl durursa daha iyi görüneceğiyle ilgilenmesi oyunun başlangıç temposunu oldukça etkiliyor. İlerleyen sahnelerde düzelmesini umduğumuz performansı gitgide yoruculuğunu arttırarak karmaşık ve anlamsız bir hâl alıyor. Kas ve jest denetiminin tutarsızlığı, oynamak için aşırı mimiklere başvurup hem kendini hem de seyirciyi yoran eforu; göstermeci ve teknik bir oyunculuk yönelişiyle sınırlı kalıyor. Kürk Mantolu Madonna’nın yazar karakterinin iç dünyasının keşfedilmediği veya özensiz bir biçimde yorumlandığı da öne çıkan bir başka konu olarak göze çarpıyor. Mikrofon desteği de bulunan oyunda oyuncuların ne dedikleri yer yer anlaşılmıyor. Günümüzde geçen modern oyunlarda daha tutarlı duran günlük dil kullanımının neredeyse 80 yıl önce geçen bir hikâyede rahatsız ettiğini belirtmekte yarar var. En azından daha derli toplu bir artikülasyon, ses denetimi ve de diksiyonla ele alınması Sabahattin Ali’nin eserini sahneye koymak konusunda içimizi rahatlatabilirdi. Burada merak edilen Engin Alkan’ın sahne üzerine böyle bir çalışmayı taşırken aksaklıklar mı yaşadığı veya prova yapmak için yeterli zamanlarının olmadığı mı oluyor. Öte yandan oyuncuların sahne disiplini konusunda daha azimli olmaları da böylesi bir prodüksiyon açısından yararlı olabilirdi.
Maria Puder’i oynayan Tuba Ünsal sadece bir başrol oyuncusu değil, aynı zamanda oyunun yapımcılığını da üstlenmiş. Ünsal, fiziğiyle ve kostümüyle kesinlikle çok şık olduğunu göz ardı edemediğimiz bir Puder olarak karşımıza çıkıyor. Sahneye girişinde büyüleyici ve ihtiyatlı davranışlarda bulunsa da Ünsal’ın ilk repliği ağzından çıktığı anda görmeyi umduğumuz Puder karakterinden oldukça uzak olduğu hissediliyor. Yönelişlerine asla inanmayan bir tavırla oynayan Ünsal’ı izlerken sürekli repliklerini düşündüğü hissinden çıkılamıyor. Yalnızca çekici veya havalı olabileceğini düşündüğü birtakım jestlerden yardım almaya çalışsa da hakkaniyetiyle oynanmadığından Maria Puder karakterini oyun boyunca kendi hayal gücümüzün sınırlarını zorlayarak görmeye çalışıyoruz. Sercan Badur’un zorlayıcı enerjisinin yanında Tuba Ünsal’ınki de bir o kadar düşük ve cılız kalıyor.
Raif Efendi'nin gençliğini Alper Saldıran, yaşlandığı dönemleri ise Menderes Samancılar oynuyor. Hemen her izleyicin aklına takılan soru ise gençliğinde şivesiz olan Raif Efendi’nin yaşlandıkça neden şiveli hale geldiği. Alper Saldıran’ın da Raif Efendi rolü üzerine çok fazla düşünmediği ya da yorumlarken yanlış bir motivasyonda olduğu görülebiliyor. Özellikle aşık olduğu yerlerde zorlama ağıtları, yaşadığı aşk yüzünden hissettiklerinin fiziksel bir acıya dönüştüğünü aktarmaya çabalaması, aşırı bedensel kasılmaları ve mimikleriyle sahne üzerindeki devinimi izleyeni yoruyor. Belki hiçbir şey yapmasa ya da çok küçük bir nüansta hissettiklerini bize aktarsa karakterin daha inandırıcı bir kırılma yaşadığına ikna olabiliriz. Maria Puder ile olan ilişkilerinde de gerçekten aşkı hissedebilmemiz olanaksız oluyor. Yalnızca aşık olması gereken ya da seyircinin çok aşık olduğuna inanması gereken iki karakterin gerektirdiği davranışlarda bulunan mekanik bir oyunculukla karşılaşıyoruz. Böylece oyunun ana çatışmasını oluşturan aralarındaki aşk iyi işlenemediğinden oyun üç saat boyunca yapmacık bir melodrama dönüşüyor.
İnip kalkan panolar, perdeler ve bunları hareket ettiren motor sesleri oyunun atmosferini oldukça dağıtıyor. Yabancılaştırma efekti gibi iyimser anlamlar yüklemeye çalışsak da oyunun dramatik yapısı gereği böyle bir yabancılaştırma efektini sahne üzerinde görmek dikkat dağıtıcı bir unsur oluyor. Ya keşke modern bir yorum olarak bambaşka metaforlarla veya yenilikçi bir reji anlayışıyla sahneye konulsa ya da olduğu gibi klasik bir biçimde sahneye konulacaksa da klasik dekor, oyunculuk ve kostüm anlayışlarıyla alışık olduğumuz, tutarlı ve özenli bir tiyatro oyunu olarak karşımıza çıksaymış. Hem böylece Kürk Mantolu Madonna’nın kitabını okurken kendi hayal gücümüzde canlandırdığımız duyguların, kişilerin, olayların ve mekânların zihnimizde kaldığı halini korumamıza da yardımcı olabilirdi. En azından oyun çoğu işlevsiz ve abartılı duran şeyi içine dahil etmeyerek göz yorucu bir üç saat geçirmemizi engellemiş olabilirdi.
Sonuç olarak ülkemizde çok daha imkânsızlıklar içinde oldukça nitelikli oyunlar yapıldığını ve daha seçici bir tiyatro izleyicisinin giderek arttığını düşünürsek Kürk Mantolu Madonna farklı denemeler, iyi işlenmiş karakter yapıları, disipline ve motive olmuş oyuncular ve iyi bir masa başı çalışmasından çıkan reji ile güçlü bir temsile dönüşebilirdi. Elbette belirli bir tiyatral bakışı olan seyircinin gözünden bu ayrıntılar kaçmamıştır. Ancak tiyatroya henüz heveslenen seyirciyi kazanmak adına da bir oyunu sahneye koymadan önce üstünde iyice düşünülmesi gerektiğini yeniden hatırlatan bir oyun olmuş Kürk Mantolu Madonna.