Pera Müzesi güneşli günleri, kızgın kumlardan serin sulara bir deniz sergisiyle karşılıyor. “İstanbul’da Deniz Sefası: Deniz Hamamından Plaja Nostalji” adlı sergi, Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü iş birliğinde ve tarihçi, yazar, akademisyen Zafer Toprak küratörlüğünde gerçekleştiriliyor. Deniz hamamından plaj kültürüne geçişin izlerini süren sergi, deniz özlemimize eşlik ederken kültürün geçirdiği dönüşüme de tanıklık ediyor.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün arşivi ve farklı koleksiyonlardan derlenen “İstanbul’da Deniz Sefası: Deniz Hamamından Plaja Nostalji” adlı sergi, kimimizin birebir yaşadığı kimimizin ise büyüklerinden dinlediği geçmiş deniz ve plaj kültürüne odaklanıyor. Günümüzde deniz, tatil ve dinlenme kavramları farklılaşsa ve modernite etkisinde deniz sefası ritüelleri unutulsa da geçmişin tanıklığında aslında denizin kent yaşamının önemli bir parçası olduğunu bize hatırlatıyor.
İlk bakışta cezbeden nostaljik sunumunun çok ötesinde kapsamlı bir arşiv ve tarih tanıklığı sunan sergi, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinin yanı sıra; İnönü Ailesi, Mehmet Aksel, Seyhun Binzet, Ayşe Bermek, Doğan Güral, Uğur Yeğin, Doğan Paksoy, Sakıp Sabancı Müzesi, Türkiye İş Bankası, Ziraat Bankası ve SALT Araştırma’ya ait koleksiyonlardan derlenen materyalleri önümüze seriyor. Ayrıca İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde sergiye eşlik eden, Yeşilçam filmlerindeki plaj sahnelerinden oluşan bir seçki ve dönemin plaj konulu kitap, dergi, afiş ve karikatür gibi malzemelerini yakından inceleme olanağı sağlayan izleme-okuma odaları bulunuyor.
Sergiyi küratörü Zafer Toprak’tan dinlemek ayrı bir zevk. Toprak, sergi basın toplantısında ve kapsamlı ve arşivlik sergi kataloğunda anlattığı gibi Osmanlı’nın deniz ile tanışmasının epey geç olduğuna dikkat çekiyor. Tanzimat sonrası Batılılık özentisi her ne kadar deniz ile haşır neşir olmayı arttırsa da Batı’ya nazaran çok sıkı kurallar hüküm sürüyor ve denizden tahta perdelerle ayrılan deniz hamamları tercih ediliyordu. Denize girmenin tıbben sakıncaları olduğunun söylenmesi, deniz adapları, hekimlerin yazdığı yasaklarla dolu deniz kitapları ve denize girmek için doktordan alınması gereken onaylar adeta denize girmekten uzak tutma yöntemleri gibiydi. Eğlenceli, insana keyif veren ve moralini yerine getiren bir eylem nasıl olur da bu denli teferruatlı bir ritüele dönüştürülebilir? Neyse ki mahremiyet algısının getirdiği “yasak” ve “sakıncalı” kavramları Batılılaşmanın etkileriyle yumuşayarak yerini deniz hamamlarına bıraktı.
Halkı bambaşka bir kültür ile tanıştıran deniz hamamları; denizin içinde, suya dayanıklı ahşap kazıklar üzerine inşa edilmiş ve ahşap duvarlarla örtülerek ayrılmış yapılardan oluşuyordu. Kıyıya kazıklar üzerine oturtulan bir köprüyle bağlanan bu hamamlar, kadınlar ve erkeklerin ayrı kullanımına açıktı ve sıkı denetimler söz konusuydu. Dönemin meşhur deniz hamamları Yeşilköy, Bakırköy, Samatya, Yenikapı, Kumkapı, Çatladıkapı, Ahırkapı, Salıpazarı, Fındıklı, Kuruçeşme, Ortaköy, İstinye, Tarabya, Büyükdere, Yenimahalle, Beykoz, Paşabahçe, Kuleli, Çengelköy, Beylerbeyi, Üsküdar, Salacak, Moda, Fenerbahçe, Caddebostanı, Bostancı, Kartal, Maltepe, Pendik ve Tuzla’da yer alıyordu.
Cumhuriyet ile birlikte laik toplum anlayışı ve soyunma özgürlüğü kendini göstermeye başladı. Osmanlı döneminde mahrem ile örtüşen deniz kavramı böylece büyük bir dönüşüme girdi. Bir devrim niteliğindeki deniz hamamından plaja geçiş dönemi Rus göçmenlerin etkisinde gerçekleşti. Rus Devrimi’nden kaçan Florya civarındaki kamplara yerleştirilen Beyaz Ruslar’ın denize girmelerine özenen halk sayfiye kavramıyla tanıştı. Plaj modası, Adalar ve Anadolu sahillerinde denize girmek, mahremin yerini alan sere serpelik ve plajlarda geçirilen uzun saatler, sabah denize girmeyle başlayan, öğle ve akşam yemekleriyle devam edip akşam müzik eğlenceleriyle sabaha dek uzanan plaj serüvenleri... Gazinolar, dönüşen deniz mayoları daha doğrusu deniz donları, dönemin alışkanlıkları; kitaplar, dergiler, afişler, kuponlar, karikatürler, videolar ve daha pek çok detay eşliğinde bize dönemin ruhunu yaşatıyor.
Sergiye eşlik eden kapsamlı katalogta, tarihçi, yazar ve akademisyen Zafer Toprak, araştırmacı yazar Gökhan Akçura ve akademisyen Meltem Gürel’in makaleleri yer alıyor. Sergi katoloğu birbirinden değerli alıntılar, belgeler ve fotoğraflarla dolu. Örneğin Atatürk’ün İstanbul’daki bir gezinti sırasında Florya’da otomobili durdurup, uzun uzun sahili seyrettiği sırada yanındakilere: “Bütün güzelliğine ve yakınlığına rağmen bu deniz bize küskün görünmüyor mu?”, “İstanbul’u fethetmişiz ama burasını henüz elde edememişiz.” demesi ve ardından Florya sahilini İstanbul’a kazandırma çabaları katalogta okuduğumuz onlarca değerli hikâyeden biri.
Toprak katalogtaki makalesini sonlandırırken, Cumhuriyet döneminden 60’lı yıllara kadar altın çağını yaşayan plaj kültürünün; nüfus artışı, göç, insanlara karaların yetmemesiyle deniz kıyılarını işgal etmeleri, nüfus yoğunluğunu kaldıramayan şehir ve betonlaşan kıyılar, kirlenen denizden de bahsediyor. İstanbul’un kendisine küskün olan deniz ile arasını bulup başlattığı sefa dönemi ne yazık ki çok uzun sürmüyor. Deniz bu defa muhtemelen sonsuza dek küsüyor ve yazlıkçılar da rotalarını yeni denizleri küstürmek üzere Ege ve güneye çeviriyor. Atatürk’ün “Denize inmek medeniyetin işaretidir.” lafını ne kadar doğru anladığımız bir soru işareti olarak aklımıza takılıyor.
“İstanbul’da Deniz Sefası: Deniz Hamamından Plaja Nostalji” sergisi, 26 Ağustos tarihine dek Pera Müzesi’nde ziyaret edilebilir.