Göksu Gül ve Murat Palta, bir süredir çeşitli yerlerde duvar boyuyorlar. Şimdilik sadece iç mekânda boyamalarını gerçekleştirdiler. Üretim pratiği konusundaki uyumlarıyla dikkat çeken ikiliyi C-Section’u boyarken yakaladık, hem ince işçilikli boyamalarını fotoğrafladık hem de kendileriyle çaktırmadan bir röportaj yaptık.
Bir süredir birlikte yaptığınız duvar boyamalarıyla dikkat çekiyorsunuz. İlk birlikte bir yerleri boyama fikri nasıl ortaya çıktı?
G.G: Birbirimizin işlerini biliyor ancak birebir tanışmıyorduk. Sonra Contemporary İstanbul’da ikimizin de işleri sergilenirken karşılaştık. Ben yukarı çıkmış Murat’ın işlerine bakıyordum, o sırada “Merhaba Göksu, ben Murat Palta” diyerek Murat geldi.
M.P: Ben de aşağıda Göksu’nun işlerine bakmış yukarı çıkıyordum. Hatta işlerine bakarken keşke kendisi de olsaydı diye geçirdim aklımdan. Sonra yukarıda karşılaştık.
G.G: Kişisel tanışmamız bu şekilde oldu. Sonra uzun süre sohbet ettik. Ben sürekli duvara bir şeyler yapmakla ilgili düşünüyordum ancak hep araya bir şeyler giriyordu. Sonra Murat da aynı şeyleri düşünüyormuş, “duvar mı yapsak?” diye o dile getirdi. İlk sokağa çıkıp bir yerleri boyamayı düşündük. Ardından izin alma süreci vs ile uğraşmak yerine iç mekâna yöneldik.
M.P: Bir de “street art” kavramını çekici kılan tarafı bu izinsiz ve adrenalinli çalışma süreci. Ama bizim öyle bir yaklaşımımız yok. O şekilde boyasak ertesi gün gelip üzerini kapatacak belki birileri. Böyle şeyler olsun istemiyoruz.
G.G: Bizim için çok hızlı ve sert bir süreç, bizim dünyamıza uygun değil açıkçası. Biz sakin sakin, minik minik detaylar üzerinde çalışarak, istediğimiz zaman ve mola vererek, dinlenerek ilerlemekten yanayız. Kendi işlerimizde de böyle.
Beraber çalışırken, birbirinizin bölümlerine müdahale ettiğiniz ya da beğenmediğinizi söylediğiniz oluyor mu? Bu konuda açık davranabiliyor musunuz?
G.G: Tabii canım neler söyüyoruz birbirimize. :) Ben ya da Murat memnun değilsek o durum bir şekilde ortaya çıkıyor. Birbirimize söylüyoruz, karşı taraf da zaten farkında oluyor gidişatın.
M.P: Ortak noktada buluşmaya çalışıyoruz. Bu konuda çok zorlanmıyoruz.
G.G: İş üzerindeki çalışma disiplinimiz, detaycılığımız ya da takıldığımız noktalar benzer oluyor. Birbirimizi hangi noktalarda tamamlayacağımızı da iyi biliyoruz.
Bu kaçıncı birlikte çiziminiz?
G.G: Üçüncü çizimimiz. Ve çok kısa gerçekleşti üçü de.
Tek başınıza duvar boyadınız mı hiç?
G.G: Ben boyuyordum. Ama çok eskiden. Dev yaratıklar yapıyordum. Genellikle sokakta boyuyordum ama mesela Nayyah’da bir street art festivali olmuştu orada da boyamıştım.
Göksu, mizah dergilerindeki karikatürlerinle tanıdık seni. Merak ediyorum, karikatür serüvenin nasıl başladı?
G.G: Okuma yazma bilmezken sürekli bakardım karikatürlere, haliyle çizmeye de çalışıyordum. Okumayı söker sökmez de ilk olarak Saddam Hüseyin'i çizmiştim, babam çok gülüyordu.
Karikatür senin için ne ifade ediyor? Ya da şöyle diyelim, kendini karikatürle ifade etmeyi nasıl tanımlarsın?
G.G: Açıkçası eskiden bahanem kötü hissettiğim konularla dalga geçerek kendimi avutmaktı. Şimdi ise amacım tek bir kişiyle yapacağım sohbetimi daha fazla kişiyle yapmak, daha rahat bir haldeyim kısaca.
Murat, sen de minyatür figürlerle özdeşleştin aklımızda. Genel olarak çizimlerinde nelerden besleniyorsun?
M.P: Konuları saymazsak beni besleyen şeyler genelde çirkin, olmamış, absürd ya da itici şeyler. Bunların beni çeken bir tarafı var. Ben güzel olan bir şeyi güzel bir şekilde anlatmaktan zevk almıyorum. Çirkinden bir estetik haz çıkarmak benim için daha büyük bir başarı. Ayrıca eğlenceli de. Bu yüzden şu sıralar deli gibi Ortaçağ el yazmalarına bakıyorum.
İkonik film sahnelerini minyatür ile tasvir ediyorsun. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
M.P: Bu soru o kadar çok tekrar edildi ki aslında bunun doğru bir cevabı olmadığına inanıyorum. Kısaca yaratıcılık diyebiliriz herhalde. Kendime en çok güvendiğim yönlerimden birtanesi.
Geleneksel Osmanlı motiflerini çağdaş sanat ile birleştirmek çok eğlenceli olsa gerek. Sen nasıl tepkiler alıyorsun?
M.P: Kesinlikle çok güzel. Şu son birkaç yıldır zaten herkes inanılmaz hassas. Çok alakasız bir yerden bambaşka manalar çıkarabiliyor insanlar. İlginç bir şekilde bende olmadı. Aksine, birbirleriyle çok alakasız kesimlerden çok güzel tepkiler geldi. Adeta birleştirici güç.
Bu çizimlerin yurt dışında da çok konuşuldu, uluslararası sahnede yaklaşımlar nasıl oluyor?
M.P: Çok gülüyorlar. Çok eğleniyorlar. Agresif, batıya karşı tavırlı bir yaklaşım görmeyince kendileri de benimsiyorlar. Bundan herkes sıkıldı artık zaten. Öte taraftan böyle yöresel yaklaşımlara ilgileri var. Bunu ben bu kadar olduğunu bilmiyordum mesela. Hiç beklemediğim yerlerden hiç bilmediğim şeyler öğreniyorum. Bunlar harika şeyler olsa da bazen kendi tarafınızda ufaktan hayal kırıklığı yaşatabiliyor. "Biz neden bilmiyoruz lan böyle şeyleri?" diyorsun. Amerikalı bir adamla tanıştım. İran-Anadolu Selçukluları üzerine kendisinde bir sürü kaynak var. Bir gün Florida'da bir müzeyi ziyaret ediyor. "Deponuzdakileri de görebilir miyim?" diye aşağı inince kitaplardakilerin aynısını karşısında görüyor. Tek tek hepsinin fotoğrafını çekiyor. Los Angeles'a evine dönüyor. Tek tek hepsini kitaptakilerle karşılaştırıyor. Ne kadar değerli ve önemli olduklarını müzeye anlatıyor. Sonrasında o seri Amerika'daki tüm müzeleri eyalet eyalet kiralık olarak dolaşıyor. İnanılmaz bir şey.
Gerçekten çok şaşırtıcı ve besleyici hikayeler bunlar. Peki sen film seçimlerini neye göre yapıyorsun?
M.P: Öncelikle minyatüre oturtabilecek referanslar olmalı. Bunların Doğu kültüründe karşılıkları olmalı. Darth Vader'ın padişah, stormtrooperların yeniçeri, Yoda'nın alim hoca olarak tasvir edilmesi en net örnek. Bu tip karışlıklar yoksa birazcık zorlama olabiliyor. Ben de ona gitmek istemem. Bunun dışında tasviri yapılabilecek bir sahne olmalı. Böylece resim kendini okutabilsin.
Derken bu iki başarılı ve farklı bakış açısı bir araya geldi ve birlikte duvar boyamaya karar verdi. İlk boyamanız da Arkaoda’da oldu. O fikir nereden çıktı?
G.G: Ben üniversiteden beri oralarda oturuyorum. Artık Arkaoda’nın sahibini, çalışanını herkesi tanıyorum. Benden duvara bir şeyler yapmamı istemişlerdi. Ben de o sırada Muratla konuşuyordum, onun işlerini de gösterdim. Çok beğendiler. Böyle gelişti. Şimdi bakınca iyi cesaretmiş diyorum.
M.P: Benim için büyük bir adım oldu. Normalde Arkaoda’ya da gitmem, evden dışarı da çıkmam. Tam olarak garantici yaşayan bir insanım. Konu risk almamak değil. Aksine içerik ve konu olarak hiç öyle değilim. Tekdüzelikten hiç hoşlanmam. Çalışırken hata olmaması için titiz davranmam gibi bir garanticilik bu. Duvar boyamak, bir hata olduğunda kapatabilmek benim elimi çok rahatlattı. Bu durumun ilerideki işlerimi etkileyeceğini düşünüyorum.
G.G: Bizim için çok güzel alıştırma alanları oldu aslında. Ben büyük tuval çalışıyordum, ancak hep daha büyüklerini yapmak istiyordum. Tuval garip bir şekilde korkutucu bir yüzey. Duvardaki rahatlığı yakalayamıyordum tuvalde. Evde de tuval ölçülerimi olabildiğince büyütmeye çalışacağım.
Peki biriyle çalışmak, birlikte çalışmak nasıl bir deneyim?
M.P: İkimiz de daha önce biriyle birlikte çalışmadık üretim esnasında. Ben normalde çalışırken, çevremdekilerin fikirlerini alırdım. Ama bu şekilde daha zihin açıcı bir süreç oluyor tabii ki. Şimdi pratikte yapıyoruz bu fikir alışverişini.
G.G: Ben normalde çalışırken bildiğimi okurum. Ama birlikte çalışırken kendi fikirlerin dışında karşındakinin fikirlerini de dinleyip onunla konuşarak ilerlemek çok zevkliymiş. Böylece egosantrik yapıdan da biraz uzaklaşıyor insan.
C-section’da gerçekleştirdiğiniz çizim fikriniz nasıl ortaya çıktı?
G.G: Bizden duvara bir çizim yapmamızı istediler. Tema da ajansın adından doğdu. C-section sezaryen demek. Bizden sezaryen teması etrafında bir çizim istediler. Bir çıkış noktası olması da işimize geldi.
M.P: Önceki çizimlerimizde bu çıkış noktalarını biz oluşturmuştuk.
Göksu, biryerlerde bir dönem resme küstüğünü okudum. Ardından 2013’te yeniden resim yapmaya başlamışsın. Nedir bu küskünlüğün sebebi?
G.G: Sanat kavramını aşırı yüceltmek. O kadar yüceltmek ki artık ele kalem alamamak. Sonra da “vay efendim heykelleri parçalıyorlar”, yani yüceltmek gibi sert bir hâl varsa ortada, dünyada bunun tam karşıt hali de kaçınılmaz bir şekilde doğuyor.
Şu anda resim ve heykel çalışmaların aktif olarak devam ediyor. Hatta en son Blok Art Space’te Ebrahim Mohammadian ile bir sergi gerçekleştirdin. Bu sergiden biraz bahseder misin?
G.G: Ebrahim'in işerini çok severim. Adam iğneyle yağlı boya yapan bir tip. Ben büyük duvar resimleri yapmayı sevdiğim kadar hassas küçücük kağıt işleri de yapmayı seviyorum. O noktada buluşup bir sergi düzenledik.
Yakın zaman önce Londra’daydın. Orada da bir duvar boyadın. O fikir nasıl gelişti?
G.G: Londra'ya aslında gezmeye gitmiştim. Richard Watkins, Murat'la yaptığımız duvar işlerini zaten ben gelmeden evvel takip ediyormuş. Londra'dayken haberleştik ve hemen bana duvar fikrinden bahsetti. Camberwell'in armasını hikayeleştirdik. Böylece seyahatim hayli uzamış oldu.
Yakın gelecekte planların neler?
G.G: Bir ay sonra New York'ta, ardından da bir ay boyunca kabul edildiğim sanatçı programı için Ohio'da olacağım (University of Cincinnati College of Design, Architecture, Art, and Planning (DAAP)). Aralık ayı için ise şimdilik bir programım yok.
Murat unutmadan sormak istiyorum ikonik film karelerini minyatürle buluşturma serinin devamı da gelecek mi?
M.P: Mutlaka gelecek. Fakat tek konu üzerinden devam ettiremem elbette. Bu beni de izleyenleri de sıkar.
Yeni temalarını heyecanla bekliyoruz. Seni önümüzdeki günlerde nerelerde görebiliriz?
M.P: Gerçekleştireceğim en yakın proje Contemporary İstanbul olacak. Şu sıralar güzel şeyler hazırlıyorum.
Son olarak. Yakında birlikte yeni duvarlar boyayacak mısınız?
M.P: Programımızda yok ama fırsat bulursak neden olmasın?
G.G: Bir kaç ay ayrı ayrı olarak çok yoğun günler geçireceğiz. Fakat zaten Murat'la her zaman iletişimdeyiz, ben Amerika'dan döneyim, o da Contemporary'yi geçirsin, kesin yapacak yeni ortak bir iş buluruz.