Evet, “Her tercih diğer ihtimaller için bir dışlamadır" çok basit bir yargı gibi görünse de söz konusu sanat koleksiyonu yapmak olduğunda bu cümle anlamına kavuşuyor. Türkiye gibi koleksiyonculuğun uzun yıllar devlet tarafından yapıldığı, son 30 yılda ise dengesiz biçimde bu kez özel koleksiyonların tüm ağırlığı üstlendiği bir ortamda, her şeyden önce meseleyi bir kez daha düşünmeye sevk eden bir söz ve Salt’ta açılan koleksiyon sergisine de isim olmuş.
Sergi Bilge-Haro Cümbüşyan, Ayşe-Saruhan Doğan ile Tüten-Agah Uğur’un koleksiyonlarından oluşuyor ve aslında alışıldık koleksiyon sergilerinden ayrı bir yerde duruyor. Çünkü zaten koleksiyonların içerikleri alışılmışın biraz dışında. “Alışılmış”tan kasıt, malum olduğu üzere özellikle 1980’den sonra oluşturulan özel kurumların koleksiyonları ve bunların içeriklerinden gerçekleştirilen sergiler. Bu tarihten eskiye hatta Osmanlı’ya kadar gittiğimizde ise görürüz ki devlet tarafından “Elvah-ı Nakşiye” koleksiyonuyla başlayan toplama işi Cumhuriyet’in ilanıyla da devam etmiş ve Devlet Resim Heykel Sergileri’yle yıllar içinde gelenekselleşmiştir. Ayrıca İş Bankası, Merkez Bankası gibi kurumlar da devletin benimsediği politikaya benzer bir anlayışla koleksiyon oluşturmuşlardır.Bağımsız koleksiyoncular ise ancak 1950’lerden itibaren özel galerilerin varlık göstermeleriyle isimlerini duyurmaya başlar. Öte yandan 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hem ekonomide hem de ülkenin toplumsal yapısında yarattığı kırılma, ayrıca sanatın odağı Batı’nın hâlihazırda neo-liberal bir dönüşüm içinde olması, ülkede sanatın ifade ve temsilinde olduğu gibi kurumlarında da köklü bir değişime yol açmıştır.
Kaba bir bakışla, 1980 öncesi “güvenli” ev ortamı için taşınabilir ebatlarda üretilen “koltukaltı” resimlerin satın alındığı, bu tarihten itibaren ise boyutların büyüdüğü ve fiyatların yükselmeye başladığı söylenebilir. Bugün “güncel sanat” olarak tanımlanan disiplinler üstü ve medyumlar arası, söylem ve kavramın önemini arttırdığı bir üretim o yıllardan itibaren daha çok görülür. Ancak bu güncel ifadenin uzun süre değerlendirilmediği bir gerçek olarak ortada. Güncel sanatın, 1990 sonrasında giderek güçlenmiş ve ana akım haline gelmişse de temsil edilmesi, koleksiyonlarda yer alması çok daha yeni bir durum. Sanat tarihi yazımının da en başından beri sıkıntılı olduğu bir coğrafyada, güncel sanatın kuramının yazılması, eleştirisinin yapılması, temsiliyet sorunuyla bağlantılı. Ayrıca bu sanat dilinin, adı üstünde güncel dinamiklere bağlı hızla dönüşen yapısı ile belleğinin üretildiği ve sergilendiği alanlarla sınırlı olmaya yatkın hali de tarih yazımı zorluğunu pekiştirir nitelikte.
Böyle bir tablo çizildiğinde, üç güncel sanat koleksiyonunun bir araya geldiği bu serginin önemi daha iyi anlaşılıyor. Diğer yandan özel koleksiyonculuk da meselenin “ideal”i değil elbette. Devletten bağımsız koleksiyonculuğun çoğunlukla mülkiyet bağnazlığı ile yapıldığını göz önüne alırsak, tarih yazımı daha zor hale geliyor. “Mülkiyet bağnazlığı”; çünkü hangi çalışmanın hangi koleksiyoner tarafından satın alındığı çoğu zaman açıklanmaz, açıklansa bile toplamda koleksiyonda hangi sanatçıların hangi çalışmalarının yer aldığına dair bilgi sağlıklı şekilde paylaşılmaz. Bir katalog çalışması, sergi söz konusu değilse yapılmaz. Özel koleksiyonların neye, hangi kriterlere göre toplandığına dair çoğunlukla bilgi verilmez. Ayrıca ekonomik istikrarsızlığın olağan olduğu ortamda bu durum, sanat eserinin piyasa değerini de spekülatif kılar ve nihayetinde koleksiyonculuğu da ilgi-merak-geleceğe aktarım vb. kavramların yadsındığı, kârlı bir yatırım kolu haline dönüştürür; bilgi ve paylaşım eksikliği bu olumsuzluğu pekiştirir.
“Her tercih diğer ihtimaller için bir dışlamadır” sergisi, adından da anlaşılabileceği üzere tercihe ve bunun öznelliğine vurgu yaparak,tekrar edersek özel koleksiyonlara dair düşünmeye zemin hazırlıyor. Vasıf Kortun, serginin amacını “koleksiyonu yeniden anlamlandırmak, sorular sormak…” olarak özetliyor. Sergideki koleksiyonerlerden Agah Uğur, önceden yağlıboya resim toplayan bir koleksiyoncu. 1990’lardan itibaren ise kendi tabiriyle “politik, yeni medya bazlı bir dünyayı” fark etmiş ve bir günde önceki koleksiyon anlayışını bırakıp güncel sanat çalışmaları almaya başlamış. Uğur, sanatın paylaşılması gerektiğine inandığını, edisyonlu işlere sıcak bakmasının bir nedeninin de bu farkındalık olduğunu söylüyor. Koleksiyonculuğun benmerkezci halinden uzak bir tavır alma çabası güncel sanatın politik angajmanıyla örtüşüyor. Bu tavır koleksiyoneri, bugün herkesçe kabul edilmiş olsa da Türkiye’de henüz yerinin neresi olduğunun çok bilinmediği bir dili yeni üretildiği zamanlardan itibaren almaya teşvik etmiş olmalı.
Ağırlıklı olarak yeni medya çalışmalarından oluşan sergide Emre Hüner gibi koleksiyonlarda pek yer almayan ve İstanbul’da da çok sık göremediğimiz sanatçıların işleri ya da örneğin Erinç Seymen’in daha önce İstanbul’da hiç gösterilmemiş çalışması izlenebiliyor. Sergide ayrıca izleyiciye çok tanıdık gelen ancak artık görme şansı bulamadığımız Ahmet Öğüt ile Şener Özmen’in 2003 tarihli "Boyama Kitabı" veya CANAN’ın 2000’e tarihlenen "Çeşme" işleri de görülebiliyor. Sergi Hale Tenger’in Galeri Nev’deki kişisel sergisinde daha önce izlediğimiz "Yıldızlarda Dans" ve "Umut" gibi yakın tarihli çalışmaları da bir kez daha görme şansı yaratıyor. Her ne kadar Agah Uğur, kendisi ve sanat aracılığıyla tanıştığı benzer niyetlerle koleksiyonunu oluşturan diğer koleksiyonerler adına “büyük isimler peşinde olmadıklarını” söylese de sergideki sanatçılar artık güncel sanatın Türkiye’deki bir dönemini sunan belli başlı isimleri. Can Altay, Francis Alÿs, Banu Cennetoğlu, Aslı Çavuşoğlu, Elmas Deniz, Cevdet Erek, Ayşe Erkmen, Leyla Gediz, Erinç Seymen ve daha pek çok sanatçının çalışmaları sergide hangisinin hangi koleksiyondan olduğu özellikle belirtilmeden yerleştirilmiş. Bundaki amaç koleksiyonu değil, çalışmaları sergilemek.
Video ya da enstalasyon gibi formel olmayan medyumlarda üretilen çalışmaları satın almak, saklamak, sergilemek hâlâ tartışılan bir mesele. Sergiyi bu bağlamda da değerlendirerek hakkını teslim etmek gerekiyor. Bir çalışmayı koleksiyona katarken yapılmış olan her tercih diğer ihtimalleri dışlamış belki ancak çalışmalar çeşitlilik-uyum veya fark gibi kriterleri olumlu yönde dışlayarak Türkiye’de bir dönemin görünür sanat dilini izleyiciye veriyor. Belki sergiyi gerçekleştiren herkes için bir misyon değil, maksattan söz etmek daha doğru olur. Salt’ın da özel bir kurum olduğu ön kabulünden hareketle özellikle 90 sonrası güncel sanatın tarihini yazma işine girişenler için, elbette o “tercih” olgusundaki öznelliği sorgulamayı unutmadan, bu ve bunun gibi sergiler oldukça önemli.