22 OCAK, CUMA, 2016

Kadın Sanatçı Tanımı Beni Rahatsız Ediyor

CANAN 15 Ocak-27 Şubat tarihleri arasında “Işıl Işıl Karanlık” sergisiyle Rampa'da izleyiciyle buluşuyor. Sanatçı kimliğiyle özdeşleştirdiğimiz iktidar yapılarını, toplumsal cinsiyet üzerindeki siyasi uygulamaları, ataerkil sistemi ve bunların bireysel beden üzerindeki tahakkümü üzerine sorgulamalarına devam ediyor. Kendisiyle son sergisi vesilesiyle bir araya geldik.

Kadın Sanatçı Tanımı Beni Rahatsız Ediyor

CANAN soyadını kullanmıyor, kullanmayı tercih etmiyor. Çünkü bir soyad kullanmak istese bu ya babasınınki ya da eski kocasınınki olmak zorunda, ya da ikisi birden. O ise ikisini de isminin ardına iliştirmekten yana değil. Evet sadece CANAN…

Kendisini ve tüm sanatçıları kültür işçisi olarak tanımlıyor. Çalışmalarındaki hemen hemen her detayla kendisi ilgileniyor. “Asistanla çalışmıyorum gerekmedikçe kimseden yardım almıyorum” diyor. Videolarda kurgu, seslendirme, metin yazımı, montaj gibi her aşamayla kendisi ilgileniyor. Aynı zamanda da bir anne. Röportaja başladıktan sonra kapı çalıyor, kızı okuldan geliyor. Kızının yemeğini veriyor ve röportaja devam etmek üzere yanımıza dönüyor. 

Çalışmalarınızda sık sık kendi bedeninizi kullanıyorsunuz. Özellikle kendi bedeninizi kullanıyor olmanızın bir sebebi var mı? 

Aslında bedenimi kullanırken bir çeşit sanatsal malzeme olarak düşünüyorum. Dolayısıyla kendime yabancılaşıyorum. En kolay ulaşabileceğim beden kendi bedenim, bir kere şikayetçi değil… Bir başkasının bedenini kullansam kaygılara kapılabilirim “acaba başına bir şey gelir mi?” diye endişelenebilirim. Kendi bedenimi kullandığımda böyle bir sorun yaşamıyorum. Üretimim izleyicinin karşısına geçtiği zaman, ben o çalışmaya yabancılaşmış oluyorum. O artık ben değil, bir sanat yapıtı oluyor. Performans yaparken de aynı şekilde. Her şeyle aramdaki bağı kopartıp sadece yaptığım işe odaklanıyorum. Sadece ben değil dünyada birçok sanatçı kendi bedenini kullanıyor. Yaşayabildiğim ve sanat üretimimi sürdürebildiğim süre boyunca kendi bedenimi giyinik, çıplak, saçlı, saçsız proje neyi gerektiriyorsa o şekilde kullanmayı düşünüyorum. 

CANAN ©Korhan Karaoysal

Feminist sanatçı tanımı sizin kendiniz için seçtiğiniz bir tanım mı? Yoksa insanlar mı öyle diyor?

Ben kendime feminist sanatçı demekten hiç rahatsız olmuyorum. Özellikle de söylüyorum. Kadın sanatçı tanımı beni rahatsız ederken feminist sanatçı tanımı hiçbir şekilde rahatsız etmiyor. Hatta tam tersine, söylenmesi gerektiğini de düşünüyorum. Çünkü feminizm bir mücadele yöntemi. Bu söylem ve politikaya sonuna kadar inanıyorum, bu yüzden kendimi feminist sanatçı olarak tanımlamaktan hiç rahatsızlık duymuyorum. 

Bu kolay bir tanım değil tabii. Üzerinize birtakım sorumluluklar yüklüyor mu?

Özel olanın politik olduğuna inanan bir feminist olarak, bunu dışarıdan dayatılan bir sorumluluk olarak algılamaktan öte, yaşamıma doğrudan ya da dolaylı bir müdahale olduğunun bilinci ile işlerimi üretiyorum. Öncelikle kendi hayatıma sahip çıkmaya ve bunun için mücadele etmeye çalışıyorum. Ürettiğim yapıtlar, politik işler üretmek sorumluluğu üzerinden, kurtarıcı veya yol gösteren bir pozisyondan değil, tam aksine kişisel hayatımda beni direkt rahatsız eden konulardan ortaya çıkıyor. 

©Korhan Karaoysal

Üretimlerinizde cesur bir dil sergilediğinizi düşünüyorum. Bu dilinizin hiç sizin için sorun yarattığı oldu mu?

Evet tabii. İşlerim gerek Türkiye'de gerek yurt dışında sansürlendi. Türkiye'de 2000 yılında kızıma hamile kaldığım zaman “Nihayet içimdesin” diye bir tabelaya yazıp Kadıköy'de bir internet kafenin ışıklı tabelasında sergilemiştim. Bu çalışma Kadıköy Belediyesi tarafından “çevreye zararlı” bulunarak kaldırıldı. 2003 yılında da Almanya'da Barbie bebeklerle Action Man'i kullanarak aile içi şiddet, ensest gibi konuları işleyen bir kişisel sergi yapmıştım. Orada da polisler tarafından işim sansürlenmiş ve sergi kapatılmıştı. Sonra avukatlar aracılığıyla o sergiyi yeniden açtık.

Genel olarak tabii ki zaman zaman olumsuz yorumlarla da karşılaşabiliyorum. Bazen gayet cinsiyetçi bir dille e-maill atanlar bile oluyor. Özellikle işin başındayken, sanat dünyasında bedenimi kullandığım için imalı sözlerle de karşılaşmıştım. “Bedenini kulanarak nereye kadar sanat yapacaksın?”, “soyunmak başka bir şey ruhunu soymak başka bir şey gibi” imalı eleştiriler almıştım. 

finally you are in me 1x10 mt board 2000

Bu eleştiriler artık size rahatsız etmiyor sanırım.

Bunlar kısa süreli rahatsız ediyor tabii, rahatsız etmemesi mümkün değil. Ben inandığım işleri yapıyorum, sonuna kadar arkasındayım, yapmaya da devam edeceğim. 

Edin lütfen… 

Teşekkür ederim. 

©Korhan Karaoysal

Türkiye'deki kadın figürünün sanat sahnesindeki rolü üzerine ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'deki kadın sanatçılar oldukça etkililer, çok iyi ve oldukça cesur işler üretiyorlar. Sanat alanında varlıklarını sürdürmeleri dahi başarılarını kanıtlıyor. Kadın sanatçılara kapılar kolay açılmıyor. Birçok şeyle baş etmek zorunda kalıyorlar. Mobinge uğruyorlar, üretimlerinin düzeysiz, düşük ya da yeterli olmadığı gibi bir ön yargıya maruz kalıyorlar. İnsanlar onlara “çocuk yapar sanatını bırakır” kaygısıyla yaklaşıyor. Sanatçı eğer çocuk sahibiyse de hiç çocuğu yokmuş ve anne değilmiş gibi davranması bekleniyor. Çok iyi üretimler yapsa bile daha fazla çabalaması gerekiyor.

Kurumların başında, altlarında kadınlar çalışıyor olsa dahi erkek yöneticiler var. Kadın sanatçıları farklı bir kulvarda yarıştırmaya çalışıyor eril sanat dünyası. Zamanında birisi bana iltifat etmek için şunu demişti: “Sen kadın sanatçıların arasında en iyisisin.” Oysa ben sanatçılar arasında –öyle bir iddiam olduğundan değil- iyi olduğumu düşünüyordum. O beni kadın sanatçılar arasında bir kulvara koyup onlar arasında yarıştırmayı tercih etmişti. Bu sadece benim başıma gelmedi tabii. Birçok kadın sanatçı bunu yaşıyor, böyle bir “övgü”yle karşılaşıyor. Kadın sanatçıların sanat yapıtları daha ucuz rakamlara fiyatlandırılıyor, kadın sanatçılar özel ya da kurum koleksiyonlarına daha az giriyor. Hâlâ yeterince kadın sanat tarihçisi yok, onlar da aynı mücadeleyle uğraşıyorlar. Kadın sanatçıların tarihinin yeniden yazılması gerekiyor. 

Çalışmalarınızdaki hikayeler genellikle kurgu mu, nelerden esinleniyorsunuz?

İşlerimin hiçbirisi kurgu değil. Yakın çevremden, bildiğim hikayeler.

Hikaye demişken biraz İbretnuma'dan bahsedelim istiyorum…

Aslında bir çeşit sözlü tarih aktarımı İbretnuma. Çok yakın çevremden, bildiğim, kişisel bir hikaye bu. O kişisel hikayeyi ben bir çeşit sözlü tarih aktarımı olarak videoya çevirdim ve masal diliyle anlatmayı tercih ettim. Sözlü ve görsel tarihi çok önemli buluyorum, yakın Türkiye tarihini anlamak için yazılı tarihin yanlış aktardığı ya da eksik bıraktığı alanları sözlü ve görsel tarihin tamamladığını düşünüyorum.

İbretnuma Güneydoğu'dan göç etmek zorunda kalan bir ailenin hem toplumsal hem de özel hayatlarında yaşadıkları süreci anlatıyordu. Görsel dilini buna göre kurgulamayı tercih ettim. Minyatürler ve fotoğraflarla süreci anlatmaya çalıştım.

2009'da “Haksız Tahrik” isimli bir de küratörlük deneyiminiz oldu.

Evet, o döneme kadar birçok kadın sergisi açılmıştı. Genelde “kurtulmuş kadın” kimliğiyle tanımlanan -eğitimli başarılı kadınların, eğitimsiz, şiddet gören, kurtarılmaya muhtaç kadınlardan ayrıştığı- kadınların kendini farklı konumlandırdığı kadın sergileri yapılmıştı. Ama güncel sanat alanında  kendini feminist sergi olarak tanımlayan bir sergi yoktu.

“Haksız Tahrik” sergisinde ise böyle bir üstünlük kurma çabası olmadı. Her kadın farklı şekilde ezilir, buna sanatçı kadınlar da dahil. Bu yüzden feminist bir sergi açmak istedim. İsmini de “Haksız Tahrik” olarak seçtim. Çünkü o dönem -hâlâ devam ediyor- feminist örgütler haksız tahrik indirimine karşı çıkmak için kadın cinayetlerine müdahil olarak katılıyorlardı. Feminist örgütler haksız tahrik indiriminin kaldırılmasına değil, kadın cinayetlerinde kullanılmasına karşıydılar. “Tayt giydi, işveli bir şekilde saat sordu, kahkaha attı, günde üç kere yıkandı” gibi sebeplerden ötürü erkekler öldürdükleri kadınların mahkemelerinde haksız tahrik indirimi alıyorlardı. Sergiyi kurgularken haksız tahrik başlığını yalnızca kadın cinayetleri üzerinden değil, kadın bedeninin gerek politik gerekse fiziksel olarak tahrik nesnesi olarak görülmesinden yola çıkarak adlandırmayı uygun buldum. Konuyu sanatçı arkadaşlarıma açtım hepsi desteklediler. Bununla birlikte feminist örgütlerle de çalışarak bu sergiyi yaptık. O dönemde var olan Amargi, Filmmor, Sosyalist Feministler de serginin içinde yer alıyorlardı.

Esmeray bize bir gösteri yapmıştı, çeşitli söyleşiler de vardı. 80'den günümüze feminist örgütlerin yaptığı eylemlerden fotoğraflar da yer alıyordu sergide, bu anlamda arşiv özelliği de taşıyordu. Sadece profesyonel sanatçılar değil, aktivistler de sergide performatif eylemlerde bulundular. Bir araya gelmek, birlikte neler yapabileceğimizi düşünmek açısından önemli bir başlangıçtı bu sergi. En azından biz kadın sanatçılar o dönemden sonra zaman zaman sekteye uğrasa da bir araya gelmeyi başarabildik. 

"Haksız Tahrik" sergisinden genel görüntü

Sanat dünyasının bu serginin ikincisine ihtiyacı olabilir.

Ben de düşünüyorum. Ancak kişisel olarak böyle bir enerji hissetmiyorum. Bir sergi için çok büyük bir zaman ve enerji gerekiyor. Belki bir başkası yapar ya da birgün tekrar enerji hissettiğimde ben yaparım.

O zamana kadar böyle bir serginin eksikliğini eleştiriyordum ancak sonra farkettim ki gerçekten elini taşın altına koyman gerekiyor. Bunu bizden başka yapacak kimse yoktu. Feminist sanatçıların bunu yapması gerekiyordu. Ancak biz tabii sorunu sadece sergiyle de çözmek istemiyoruz. En son Nevin Yıldırım davası için Galatasaray Meydanı'nda çarşaflı bir eylem yaptık. 

“Gelecek Queer” sergisinde de bir işiniz sergileniyor. “Gelecek Queer” de uzun süredir beklenilen ve çok konuşulan bir sergi oldu.

Toplumsal cinsiyet politikaları üzerine yapılan her sergi bizim başımızın tacı. Her türlü desteği vermeye hazırız. Övül Durmuşoğlu büyük bir özveriyle çalışarak serginin küratörlüğünü gerçekleştirdi. Bu sergi de bu mücadelenin devamı niteliğinde. Her yeni sergi bir öncekinin üzerine ekleyerek ilerliyor.

Son serginiz “Işıl Işıl Karanlık”a gelecek olursak. Nasıl bir üretim süreci geçirdiniz? Çalışmalarınızı sergiye özel mi ürettiniz?

Sergi için üretime başlamadım. İşler yavaş yavaş ortaya çıkınca sergi konsepti de oluştu. Güncel politikanın ve deliliğin bana hissettirdiği karanlık duygusu üzerinden işlerin kavramsal yapısı ortaya çıktı. Yalnızca Zifiri Karanlık adlı işimi sergiye özel ürettim.

CANAN

'Güneş: Aslanlı Kadın' Işıl Işıl Karanlık serisinden / 'Sun: Woman with Lion' from the series Shining Darkness, 2015
Tül üzerine kumaş, ip ve payet / Fabric, thread and paillette on tulle
182 x 200 cm

Sanatçı'nın ve Rampa'nın izniyle / Courtesy the artist and Rampa Fotoğraf / Photograph: André Carvalho and Tugba Karatop - Chroma 

Peki sergide başka hangi işleriniz yer alıyor?

Sergide ağırlıklı olarak ışık-gölge oyunlarının yer aldığı işler var. Üç tane tüllerden oluşan enstalasyon bulunuyor. Uzak Orman Yakın Şehir adı altında bir fotoğraf serisi var. Bu seride çıplak bedenimle yaptığım performansın fotoğrafları yer alıyor. Bu fotoğrafları Heybeliada ve Bomonti'de çektik. “Işıl Işıl Karanlık” düşüncesinden yola çıkarak, gece ve gündüz farklı çekimler yapıldı. Heybeliada'da ormanda yapılan çekim gündüz gerçekleşti. Ormanda çıplak dolaştığım zaman sadece böcek sokması, diken çizmesi gibi tehlikelerle karşılaştım. Hiçbir endişe duymadığım rahat bir çekim oldu. Bomonti'de gerçekleşen çekim ise gece yarısı, insanların olmadığı –az olacağını umduğumuz- bir saatte oldu. Ancak şunu farkettim ki İstanbul uyumuyor. Sabahın 04.00'ünde bile çekim yapsanız insanlar ayaktalar. Bu çekimde bir kaygı ve endişe hissettim tabii ki. Bir kadın geceyarısı çırılçıplak sokakta duruyorsa aciz, savunmasız ve her türlü tehlikeye açıktır. En iyi ihtimalle polis tarafından karakola götürülebilir ya da sokakta dayak yiyebilirsiniz. Öldürülme, tecavüze uğrama gibi birçok kötü ihtimal de var. Fotoğraf serisi bu performanslardan kareleri barındırıyor.

Hezeyan adlı, daha önce İstanbul Modern'de sergilenen bir video çalışmam da bu sergide yer alıyor. Yaklaşık iki sene boyunca bu videonun üzerinde çalıştım. Otobiyografik özelliği olan bu video, aşk ve delilik üzerine kurgulandı ve süresi bir saat. Onun dışında Aynalı Kadın isminde bir heykel çalışması var. Kendi bedenimden aldığım kalıptan oluşan bir heykel bu. Aynalı Kadın’nın hikayesi de çocukluk yıllarıma dayanıyor. Yaklaşık yedi yaşlarındaydım. Ailem bir yakınımızı ziyaret etmek için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne götürmüştü beni. Herhalde hastanenin en kötü zamanlarıydı. Çocukluk hafızasıyla ne kadar doğru hatırladığımdan emin değilim ama hafızamda kalan parmaklıklar ardında çıplak hastalardı. Yine çıplak bir kadın elinde rujla bedenini boyuyordu. Kimbilir belki de kişisel tarihimle bir bağlantı kurduğumdan, yıllar sonra bu görüntüyü sıkça hatırlamaya başladım. Deli Kadınlar serisine ait olan bu heykel bir yandan deliliğe bir yandandan da kadın bedeninin üzerindeki dayatmalara da referans veriyor. Toplumsal güzellik dayatmalarının üzerimizde yarattığı bedenimizden memnuniyetsizlik duygusu ve ne yaparsak yapalım beklenen güzelliğe erişememek üzerinden kurguladığım bir heykel Aynalı Kadın heykeli.

CANAN

Hayat Ağacı / The Tree of Life, 2014
Aherli kağıt üzerine mürekkep, altın ve fotoğraf / Photograph, gold and ink on special paper
65 x 50 x 3.5 cm (çerçeveli/framed)
Sanatçı'nın ve Rampa'nın izniyle / Courtesy the artist and Rampa
Fotoğraf / Photograph: André Carvalho and Tugba Karatop - Chroma 

Onun dışında minyatürler var sergide. Ayrıca Zifiri Karanlık isimli ışıklı tabeladan oluşan bir işim bulunuyor. Yaşadığımız karanlık hissinden yola çıkarak yaptığım bir çalışma bu. Özellikle son dönemde bu karanlık hissinden kurtulamıyoruz. Hem Türkiye'de hem de bütün dünyada ağır bir şiddet ile karşı karşıyayız. Sürekli bir travma yaşıyoruz, biz yaşamasak bile televizyon ve akıllı telefonlardan bu görüntülere maruz kalıyoruz. Tanıdığımız ya da tanımadığımız insanlar için yas halindeyiz. Kendimizi güvensiz ve aciz hissediyoruz. En azından benim son dönemde yaşadığım duygular böyle. “Zifiri Karanlık” işimde sönük de olsa, umut olarak tanımladığım belli belirsiz bir ışık var. Ne kadar karanlığı yaşarsak yaşayalım, içgüdüsel olarak o yaşama tutunma hissinden vazgeçmiyoruz.

CANAN ©Korhan Karaoysal

Sergi ismi de bu karanlığın içindeki ışığa göndermede bulunuyor mu?

Ağır bir karanlık yaşanıyor ama biz gündelik hayatımıza devam ediyoruz. Bir yerlerde acılar yaşanırken, diğer yanda günlük hayat devam ediyor. Çocuk cesetleri karaya vuruyor, aynı denizde tatil planları yapılıyor. Birbiriyle zıt görünen ama iki gün sonra aynı karanlıkla diğerlerinin de karşılaşmayacağının garantisi olmayan bir süreç. Paris'te her şey günlük güneşlikken bir anda saldırı olması gibi... Herkes diken üzerinde, dünyanın her yerinde sıkıntı ve sorunlar var. Yediğimiz yiyecekten içtiğimiz suya kadar her şeyin kirlendiği, insanların birbirine güvenmediği daha karanlık günlerin geleceği korkusuyla yaşadığımız bir dönemdeyiz.

0
22692
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage