Nisan başında Gaia Gallery’de açılan “İllüzyonoskop”, günümüzde illüzyon, yanılsama ve aldanmanın nasıl oluşturulduğunu incelerken geçmişi araştırmayı ihmal etmiyor. Görsel algı ve manipülasyon tasarımına odaklanıyor, tam bu noktada spekülatif ve alternatif medya tasarımlarına da eğilerek günümüzün klasik yeni medya sergilerinden ayrışıyor.
“Kentsel dönüşüm” adı altında yaşanan rant, ekolojik tahribat, kültürel miras kaybı ve borçlanma gibi gerçekliklerin nasıl da bir illüzyon ortamı tasarladığına odaklanan “İllüzyonoskop” sergisi vesilesiyle serginin küratörü Doç. Dr. Ebru Yetişkin ve sanatçılar Deniz Derbent, Ufuk Barış Mutlu, Doruk Kumkumoğlu ile konuştuk.
Serginin odak noktası günümüzün hakim medya teknolojileri yerine spekülatif ve alternatif medya tasarımlarına eğiliyor. Bu “İllüzyonoskop”u klasik medya sanatı sergilerinden ayıran en önemli nokta. Bu odak noktası serginin kurgusunu nasıl şekillendirdi? İş makineleri, doğa insan ilişkisi ve dönüşüm sergide yer alan çalışmaların dokunduğu başlıca temalar. Eserlerin bu ortak tema etrafında şekillenmesi ve optik illüzyon çalışmalarının kentsel dönüşüm - değişimle ilişkilenmesi fikri nasıl ortaya çıktı?
Ebru Yetişkin: “İllüzyonoskop”, kentsel dönüşümden çok, “kentsel dönüşüm” adı altında yaşanan rant, ekolojik tahribat, kültürel miras kaybı ve borçlanma gibi gerçekliklerin nasıl da bir illüzyon ortamı tasarladığına odaklanıyor. Bugün ancak algı yanılsaması sayesinde şiddet, yıkım ve talan yok sayılıyor. Yoksa her gün bu trafik yoğunluğu nasıl çekilir bir düşünsenize? İhlallerin, tecavüzlerin ve vurgunların bitmek bilmeyen şiddeti o kadar çok ve yaygın ki nöronlar işlevini yitiriyor, göz duyusu artık görmez hale geliyor, görmezden geliyor.
Kullanma kılavuzunu okumadan onaylayarak kullandığımız medya araçları gibi, gündelik yaşamı sürdürebilmek için bu koşullara rıza göstermek zorunda kalınıyor. Üstelik yalnızca biz, yani insanlar değil, kediler, köpekler, balıklar, akarsular, tarihi değeri olan mimari yapılar ve kentsel alanlar gibi insan-olmayanlar da bu koşul altında yaşamaya çalışıyor. Bu durumda illüzyon, güncel toplumsal yaşamın işlevsel bir bileşeni haline geliyor.
Son dönemde medya sanatlarıyla ilgili çalışmaların giderek eleştirel ve yaratıcı gücünü bir kenara bıraktığını gözlemliyorum. Özellikle son yıllarda medya sanatları, giderek gösteri kültürünün gösterişli bir parçası haline geldi ve bir tüketim metası olarak görülmeye başlandı. Sanat tarihçileri için ise medya sanatları hâlâ görüş alanının dışında. İşin kötüsü bu illüzyonu bir gerçeklik sayan sanatçılar da oldu. Hatta son nesil medya sanatçıları ve sanat kurumları da bu furyaya kapılarak taklitten ibaret üretimlerle fiyakalı sergiler yapmaya başladı.
Bu durumda bu sergi, aslına bakarsanız, Türkiye’deki güncel sanat ortamının sömürü koşullarına ve iktidar ilişkilerine yine medya sanatlarıyla verdiğim minör bir karşılık olarak değerlendirilebilir. “İllüzyonoskop”, sergilerin fabrikasyon üretimine ve medya sanatçılarının tekno-fetişle esrime haline direnişimin gücüyle kendiliğinden ortaya çıktı. İşlevsellik odaklı (ama bir türlü henüz yeterince iyi değil ama gelecekte olacak!) ve “en son”, “en güçlü”, “en hızlı” gibi erkek-egemen söylemin hakim olduğu bu ortamda, zannediyorum bugüne kadar yaptığım en feminist sergi oldu. Kendin-yap kültürü sayesinde gelişen medya sanatları, bugün Türkiye’de geldiği noktada hakim medya aygıtlarının ready-made işleyişini sorgulamaksızın uygulayan bir takipçi konumunda.
Travmalara maruz kalmış ve darbe görmüş sabit perspektifi muhafaza eden binlerce bakışın iç içe geçtiği bir dönemde işlevsiz görüşler yaratan Türkiye’deki medya sanatları furyası, bana kalırsa tam bir zaiyat, inşaat ve hafriyat alanına dönüşmüş durumda. Kamyonlarının damperlerinden boş akıtan medya sanatlarının güncel hali, her yeri kuşatan neon tabelalar gibi görülme, satma ve beğenilme arzusuna kapılmış bir halde savruluyor. Birlikte üretme, birbirinden öğrenme ve paylaşma kültüründen uzaklaşan medya sanatları bu sergide, “Yarısı Boş”, “Yarısı Dolu” ve “Döndü Durdu” diyen illüzyonoskop tasarımının içeriği haline geliyor.
“İllüzyonoskop” sergisi günümüzde sanatın sık sık faydalandığı illüzyon, yanılsama ve aldanma temalarına odaklanıyor. Bu kapsamda çağımızda sanatın görsel algı ve manipülasyondan etkilenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ufuk Barış Mutlu/Deniz Derbent: Günlük şehir hayatı, bizi sonu gelmeyen görsel uyarıcılara maruz bırakıyor. Etrafımızdaki ekranlar, onu yöneten biz olmadığımız sürece ancak birkaç saniyeliğine dikkatimizi çekebiliyor. İllüzyon ve görsel manipülasyonlar, mesajlarının algılanabilmesi için bir çözüm sürecine ihtiyaç doğuruyor ve insanların oyunlaştırma ve şaşırma hazları sayesinde, geleneksel medyaların “ileti” biçimine kıyasla, akılda kalıcı bir “deneyime” dönüşüyorlar. Deneyim ile elde ettiğiniz bir bilginin yeri, gördüğümüz ve duyduğumuzdan çok daha farklı bir konumda olacaktır.
Doruk Kumkumoğlu: Sanatçıların illüzyon ve benzer yöntemler aracılığıyla görsel algıya müdahale girişimlerinin, izleyiciler için yaratacağı alternatif deneyimler açısından oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Sanatın temel işlevlerinden birini insanların bakış açılarına alternatifler getirmek olduğunu kabul edersek, bilgiyi bunun gibi alışılmışın dışında ve etkili yöntemlerle aktarmayı seçmek sanatçılar açısından elbette cazip olacaktır. Öte yandan, illüzyonu bir yöntem olarak kullanmanın haricinde, kavramsal olarak incelemek de, algı mekanizmalarının çalışma prensiplerine dair ipuçları verebilecek, bu sergideki çalışmalarda da üzerinde durduğumuz önemli bir konu.
Üretim aşamanızı form ve içerik açısından değerlendirecek olursak illüzyon ve aldanma tekniklerini çalışmalarınızın neresinde konumlandırırsınız?
UBM/DD: Kabul görmüş tasarım prensibinin aksine, işlerimizin fonksiyonu, biçimlerini takip ediyor. Aktardıkları hikâyeleri dönemden döneme ve sergiden sergiye değişebilen “medya oynatıcılar” üretmek temel motivasyon kaynağımız olduğu için, analog ekran görevi gören makinelerimiz, üretim işleminin birincil çıktısı. Yine de, seçtiğimiz illüzyon tekniğinin tüm mekanik tasarım sürecinin temeli olduğunu söylememiz gerekir. Kullandığımız materyalin yansıtıcılığı, ortam ışığı ve motor devri gibi fiziksel değişkenlerin, tüm illüzyon deneyimini etkileyebiliyor. Bu noktada biçim ve içerik, tasarım sürecinin başındaki haline kıyasla “ayrılamaz” hale geliyor.
Fenakistiskop: Lindenmayer adlı çalışma Lindenmayer sistemine günümüzdeki fraktal yapılar üzerinden bakıyor. Kentsel yapıların düzensizliğinden ilham alan çalışma sonsuz bir kaosu niteliyor. Üretim aşamasında kentsel yapıları Lindenmayer sistemiyle eşleştirirken yola çıkış noktanız neydi?
UBM/DD: Fenakistiskop: Lindenmayer, 2015 yılında tasarladığımız Fenakistiskop’a, Doruk’un yaptığı bir yorum. Lindenmayer teorisi, doğadaki “dallanarak yayılma” hareketini sistematikleştiriyor ve sonsuza kadar çoğalan bir yapılanmayı görselleştiriyor. Ağaç dallarının yayılımını hayal ederseniz, İstanbul’un karelaj yapıda olmayan düzensiz şehir planı ile benzeştirebilirsiniz. İstanbul’un kentsel düzensizliği bizi rahatsız eden konuların başında geldiği için, Lindenmayer sisteminin rastgele görünen matematiksel yayılımı ile İstanbul’un inşaat rantı arasında bir bağlantı görüyoruz.
DK: Lindenmayer sisteminin temelinde, “premise” olarak geçen “öncül” şeklinde çevirebileceğimiz basit bir komut dizisi var. Lindenmayer sisteminin ortaya çıkardığı kompleks yapıların başlangıç noktası ve büyümenin kaynağı her zaman bu komut dizisi oluyor. Deniz ve Barış’ın bahsettiği kentsel düzensizlik ile bu noktada bir paralellik görüyorum. Her ne kadar kent / sistem temelde oldukça basit parametrelere göre şekilleniyor olsa da, katlanarak büyüme bir noktadan sonra tahmin edilmesi ve kontrol edilmesi güç, karmaşık yapılar ortaya çıkarabiliyor.
Fenakistiskop: İstanbul adlı çalışma ise İstanbul’un kentsel dönüşüm sürecindeki kısır döngüden referans alıyor. Çalışmanın ortaya çıkışı ve üretim pratiklerinizden bahsedebilir misiniz?
UBM/DD: İş üzerinde çalıştığımız dönem ve o dönemde yaşadığımız konum, kentsel dönüşümün birçok olumsuz etkisini günlük bazda hissettiriyordu ve olumsuz tarafını vurguladığımız bir konu üzerine çalışmayı tercih ediyorduk. İki yıl öncesinin Türkiye’si, kentsel dönüşümün daha çok tartışıldığı bir gündeme sahipti. Ne yazık ki, toplumsal travmaların dozu geçen sürede hızla arttı ve İstanbul’un dev bir şantiyeye dönüşmüş olması günlük diyaloğumuzun dışındaki bir alışkanlığa dönüştü. Birçoğumuz, her gün gördüğümüz ağır iş makinelerinden, bu ekipmanların seslerinden ve ortaya çıkardıkları tozdan rahatsız oluyoruz. Bu etmenlerin bunaltıcılığı, çalışmanın kendisinin izleme zorluğu ile örtüşüyor. Fenakistiskop, huzurlu bir deneyim sunmuyor. Saniyede on iki kez yanıp sönen ışığı ve dönüşü, algımızı yoran bir uyarıcı. Üretim pratikleri ise ironik yönde endüstriyel. Her zaman ilgimizi çekmiş olan imalat teknikleri ve mühendislik materyalleri, tüm aşamalarını yürüttüğümüz bir ürün tasarım süreci.
Sergide yer alan bir diğer iş olan Taumatrop: Döngü, 19. yüzyılın popüler optik illüzyon oyuncaklarından “taumatrop”u günümüze taşıyor. Çalışma üç ayrı vurgu üzerinde temelleniyor: Yarısı boş, yarısı dolu, döndü durdu. Bu kelimeler bir bütünü mü temsil ediyor, taşıdıkları anlam nedir?
UBM/DD: Diğer çalışmalarımız gibi ancak triptik bir düzende, üç ünite yan yana izlendiğinde anlamını vurguluyor. “Thaumatrope” bir “iki durumlu animasyon” tekniği. Bir düzlemin iki yüzeyindeki parçaların, ani bir dönüş sayesinde bir araya gelişi ile illüzyon oluşturuyor. Taumatrop: Döngü, tipografik bir çalışma. Dönme hareketi olmadığında, her iki yüzünde de okunamayan harf parçaları görüyorsunuz. Aslında aynı bütüne ait olan bu parçalar, farklı yüzlerde bulundukları zaman anlaşılamıyor ve işlevsizleşiyorlar. Hem “madalyonun iki yüzü” hali, hem de cümle bütününün “kısır döngü” vurgusu, tam olarak bu günlerde yaşadığımız ulusal kutuplaşmanın tipografik bir tasviri.
Kentsel dönüşüm bu serginin önemli yapıtaşlarından. LED adlı çalışma da dönüşümün önemli bir öznesi olan iş makinalarını karşımıza çıkartıyor. Biz bu makinelerin varlığına alıştık, alıştıkça sıradanlaştılar. Bu olguyu sunuş şekliniz olan illüzyona odaklanacak olursak, illüzyon da alışılabilir bir şey mi sizce?
UBM/DD: Fenakistiskop: İstanbul’un içindeki hikâyeyi çıkarıp, farklı bir biçim ile tekrar sunmamızın temel sebebi bu konuya alışmış olmamızın ta kendisi. Her sokakta onlarcasını gördüğümüz LED tabelalar kadar sıradanlaştılar. İllüzyon ise sıradanlaşmayacak. Tüm dinamik ve statik iletişim uyarıcılarının aksine, illüzyonların bulmaca-vari yapısı onları birer deneyime çevirmeye devam edecek ve “deneyim”, önümüzdeki yılların en önemli kavramlarından biri olarak kalacak.
Darbe ve travmaya uğrayarak hasar gören gözleri merkeze aldığınız Lightless Eyes için nasıl bir ön çalışma yaptınız, çalışma gerçek verilere dayanıyor mu?
DK: Lightless Eyes çalışmasını oluşturan göz ve retina görüntüleri buluntu olarak nitelendirilebilecek, kapsamlı bir araştırma sürecinin ardından derlenen medikal kayıtlardan oluşuyor. Kullanılan görüntüler -çalışmanın final halinden bağımsız olarak- kurgusal olmadığı ve gerçek verilere dayandığı için süreç boyunca uzmanlarla ve çeşitli hastanelerin / merkezlerin göz hastalıkları birimleriyle iletişim içinde olmam gerekti. Bu sayede, görmenin bilimi ve medikal görüntüleme araçlarıyla ilgili de önemli tecrübeler edinme fırsatım oldu. Sanıyorum bir noktada, buluntu görüntüyle çalışmak, özellikle de faydalanılan kaynaklar bilimsel nitelik taşıyorsa kapsamlı bir araştırma süreci ve sanatçı için bir öğrenme, konuya olabildiğince dahil olma evresi gerektiriyor.
Sanal gerçeklik gözlüklerini andıran İşlevsiz Görüşler adlı çalışmanız görme yetisi sebebiyle ortaya çıkan araçları ele alıyor. Sizce bu gözlükler sanal gerçeklik gözlüklerinin atası sayılabilir mi?
DK: İşlevsiz Görüşler’deki kurgulanmış durum izleyicinin bu objelerin kökenine ve işlevine dair fikir yürütmesine olanak veriyor. Spekülatif tasarım örnekleri olarak nitelendirdiğim bu gözlükleri/objeleri tasarlarken izleyici için de “spekülasyon” olanağı bırakmak önemli bir karardı. Bu nedenle çalışmada karşımıza çıkan objeler için sanal gerçeklik gözlüklerinin atası demek kesin bir yanıt olmasa da, objelerin estetik nitelikleri ve sunum biçimleri göz önünde bulundurulduğunda arkeolojik buluntu veya kalıntı olarak değerlendirilebileceklerini, bir anlamda modern sanal gerçeklik gözlüklerinin öncesine dayandıkları çıkarımını/ okumasını yapmak mümkün olacaktır. Öte yandan alternatif, teknolojik gelişmenin çöktüğü, sanal gerçekliklere ihtiyaç duyulan bir gelecekte, bu gözlüklerin buluntu parçalarla, eski teknolojilerin bir araya getirilmesiyle bir şekilde “toplanmış” araçlar olduğunu düşünmek de aynı şekilde mümkün olacaktır. Sanıyorum iki alternatif okuma içinde de primitif bir duruma, bir “kökene” veya başlangıca gönderme bulabiliriz.
Bir zaman makinası işlevi gören Kazı adlı çalışma insan-doğa ilişkisinin altını çiziyor. Etkileşim enstalasyonu doğanın ona yaptıklarımızı bize hatırlatması olarak okunabilir mi?
DK: Kazı’da izleyicinin gördüğü fotoğraf, kazılarak ortaya çıkarılmış, işlenmiş bir kaya parçasını gösterir. İnsanın teknolojik araçlarının, patlayıcılarının, kırıcıları ve kesicilerinin kayada bıraktığı karmaşık izler, sürecin bir kaydı olarak izleyicinin karşısına çıkar. Aynı zamanda kaya parçasının doğal oluşum sürecinin kalıntıları ya da “kayıtları” -insan müdahalesinden çok önce oluşmuş- çatlaklar, boşluklar, katmanlılık ve renk farklılıkları olarak fotoğrafta görülebilir. Bu iki farklı sürecin, zamansal bir ölçekle birbirinden ayrılarak doğayla olan ilişkimizi ve ona müdahalemizi tanımladığı söylemek doğru olacaktır. İzleyicinin çalışmaya fiziksel olarak yakınlaşması, çoğunlukla izleyici için beklenmedik bir şekilde bu müdahalenin ve süreçlerin akustik ayak izlerini ortaya çıkarır. Kazı, insan ve doğa ilişkisine objektif bir şekilde yaklaşır; duruma doğrudan bir eleştiri getirmeyi amaç edinmez. Bu noktada çalışmayı doğaya yaptıklarımızın, doğaya müdahalemizin bir hatırlatması olarak okumak -her ne kadar bir eleştiri ekseninde olmasa da- mümkün olacaktır.
*Sergi 23 Nisan’a dek Gaia Gallery’de ziyaret edilebilir.