19 MART, PAZARTESİ, 2018

Kim Kimin Efendisi?

İnsan, hayvan ve doğa… Her biri evrenin bir arada yaşamaya mahkûm ettiği bir parçası. Lakin, varoluşlarından bu yana beraber yaşayabilmeyi ne derece başarabildikleri hususu bir muamma. Peki ya bir gün tüm bu anlaşmazlık sahneye çıksa? Neler izlerdik? Kim kazanırdı üstünlüğü? İnsan mı? Hayvan mı? Doğa mı? Kimdir bu evrenin efendisi? Veyahut gerek var mıdır bir efendiye? Sanatçı Emin Mete Erdoğan, “The Flood” adlı sergisinde tüm bu soruların cevabını arıyor.

Kim Kimin Efendisi?

Emin Mete Erdoğan’ın “The Flood” sergisinin ev sahipliğini x-ist üstleniyor. Evrenin bir başka senaryosunu bizlere “The Flood” adlı sergisiyle anlatan sanatçıyla serginin gelişimi ve üretim pratiği çerçevesinde konuştuk.

Son serginiz “The Flood” kapsamında “Nuh Tufanı günümüze gelseydi nasıl bir manzara olurdu?” sorusundan yola çıkıyorsunuz, esas merak ettiğim nokta, bu soru sizde nasıl doğdu ve gelişti? Geçmişten günümüze yönelik bir eleştiri olarak kabul edilebilir mi?

“Nuh Tufanı günümüze gelseydi nasıl bir manzara olurdu?” sorusu sergideki işlerimin temelini oluşturuyor. Geçmişe ait bir anlatıyı günümüze taşıyarak, o hikâyenin karakterlerinin yani insan, tanrı, doğa ve birbirleriyle olan ilişkilerinin şimdiki zamanda karşılıklarının izini sürüyorum. Bu süreci geçmiş veya şimdinin iyilemesi veya kötülemesi olarak görmüyorum. Bundan elli bin yıl önce Aborjinlerin ataları Avustralya’ya ilk geldiklerinde, kıtada on tane büyük memeli türü vardı. Kısa süre içinde sadece bir tanesi varlığını sürdürebilir hâle geldi. Bahsettiğimiz insanlar dünyanın en masum görünümlü kişileri. İnsanın insan oluşundan dolayı bir krizi var. Bu durumu zaman ve mekândan ayrı, insanın arzu tatmin mekanizmasının dişlilerinin işleyişiyle ilgili olarak tanımlayabilirim.

İnsanın tanrılaşmasına nasıl bir eleştiri getiriyorsunuz? 

İnsan doğa olaylarını kendi gibi bir varlığın oluşturduğunu düşünen bakış açısı ile neredeyse her açıklayamadığı şeyi mistifiye eden bir varlık. Bu durum da bir süre sonra tanrı enflasyonuna yol açıyor. Sanırım sorun bir süre sonra kutsalın mitolojiye dönüşme sürecinde yaşanıyor. Nietzsche’nin dediği gibi Tanrı’yı öldüren insanın anlam krizi ve yerine ne koyacağı sorunsalı ortaya çıkıyor. Çünkü o anlam, insanın belki de en çok haz devşirdiği bölüm. Ben insanın daha fazla hazdan başka bir şeyi seçebileceğine inanmıyorum. Burada antropik ilke ortaya çıkıyor. Evrendeki her şeyin insan için işlediğini sanma yanılgısı. Doğa, masumun tanımı; insan ise seçim hakkı verilen yüce ruhtan üflenmiş olan konumuna yükseliyor. İnsan tanrı kavramının kendisi ve onunla olan ilişkisi üzerinden kendini doğadan ayırır. Yani doğanın üstüne çıkar. Artık hayvan, güneş ve kara delikten başka bir kademeye yükselmiştir. Seçilmiş olandır. Doğadan koparılmış ve teolojik olarak çocuklaştırılmış kuyruksuz iki ayağı üzerinde yürüyen bir maymunun haz çığlıklarını bugün dünyanın her yerinde ve güneş sisteminin bir kısmında gözlemleyebiliyoruz.

©Nazlı Erdemirel

Özellikle inanç sistemleri açısından farklı milatların olduğunu kabul ettiğimize göre, “sonrası” dediğimiz evrenin oluşumunda sizin miladınız ne oldu?

Milat, Three and Half Billion Years After Abiogenesis serisinde vurguladığım bir mesele. Aynı yaşam standartlarında iki ev arkadaşı düşünün. Biri Müslüman, biri Hristiyan olsun. Hristiyan olan miladını İsa’dan, Müslüman olan Muhammed’ten alacaktır ve her ikisi de kendi inanç sistemleri doğrultusunda günümüzü farklı tanımlayacaktır. Ben de Nuh Tufanı anlatısını şimdiye taşımaya ve bu metafor dahilinde günümüzü tanımlamaya çalışırken, miladımı nereye vermeliyim sorusuna cevap aradım. Bir skeptik olarak referansımı canlılığın ilk başladığı zamana abiyogeneze kadar götürdüm.

İnsan aklını temsil eden üçgen küreleri çalışmalarınızda sık görüyoruz. Tam olarak “insan aklını temsil ederken” neyi vurguluyorsunuz?

Aslında bu temsiliyette ikircikli bir durum var. İnsan aklını kendi perspektifimden değil genel insan bakışı tarafından cisimleştiriyorum. Eşkenar üçgenlerden oluşan bir küre formunu hayvan sürülerinin tam ortasına koyduğumda, izleyicinin baştan kabul ettiği ayrımlar, işlerimin diyalektiğini oluşturuyor. Ortadaki mükemmel şekil, doğanın dışında başka bir yerden gelmiş gibi dururken, hayvan sürüleri ise onun etrafında tavaf eden masumlara dönüşüyor.

©Nazlı Erdemirel

Kutsaliyet ihtiyacı doğrultusunda, kutsal olanı nasıl tarif etmeyi yeğliyorsunuz?

İnsan, metafor olmadan yani bir şeyin yerine koyduğu başka bir şey olmadan insanlığını sürdüremez. Ölümlülüğünün bilincinde olduğundan, ne hayvan gibi sürekli anı yakalayabilir ne de tanrı gibi tüm bilgiye hâkim olabilir. Burada hayvan veya tanrı yüceltmesi yapmıyorum. Metafor olmadan, insan ya tanrı ya da hayvan olmak zorundadır. Bu durum da hazzını devşirebilme dahilinde iki uca da meyil eder. İnsan tüm ömrü boyunca bir merdivende hayvan ve tanrı arasında çıkıp iner. İnsanın metafor olmadan, insan halini sürdüremeyeceğinin tespiti aynı zamanda düşündüğü üzerine düşünebilen kuyruksuz maymunun davranış kalıbını belirler. Tüm bu bağlamlar dahilinde kutsal, mistifiye edilmiş olan hazzın kısa yoludur ve insan davranış kalıbının tam olarak kendisidir.

Follow the Water serisinde kullandığınız figürlerin arasında hiçbir boşluk yok, hepsi girift bir şekilde ve tek renk tonajında gelişiyor. Bunu biraz açıklar mısınız?

Evrenin başlangıcında sadece saf etkileşim vardı. Etkileşimin uzay zamanı oluşturması için bir satıhta ilerlemesi gerekiyordu. Bu yüzeye “higgs bozonu” ya da evrenin kumaşı deniyor. Etkileşimi bir kalem ucu, higgs alanını da kâğıt olarak düşünebilirsiniz. Bu durumda uzay, zamanın kendisini kâğıt üzerine çizilmiş bir çizgi şeklinde metaforlaştırır. Evrenin başlangıcında saf etkileşim, evrenin kumaşına direnci dahilinde kütle kazandı. Hava ile taş arasındaki fark bu şekilde oluştu. Ben resimlerimde evren kumaşının imgesini oluşturmaya çalışıyorum. Kadrajımda bulut ile çimen, demir ile et, su ile taş aynı dokuya sahip. Bunun sebebi; “şeyleri” en temel yapı taşında ve saf etkileşimin evrenin kumaşı ile ilişkisinin başlangıcındaki hâli ile görmeye çalışmamdan kaynaklanıyor. Resimlerimdeki ağ özgün imgesini, evrenin kumaşının temsili olarak görüyorum.

©Nazlı Erdemirel

Ayrıca Follow the Water serisinde dikkatimi çeken bir başka husus, resimlerin daire şeklinde bir formu olması. Bunu özellikle mi tercih ediyorsunuz?

Evet, kadraj seçimimde bilinçli bir tercih var. Dikdörtgen ve kare formlar kompozisyona daha güvenilir bir his verir. Bir kıyamet senaryosu tasviri oluşturmaya çalıştığım için tekinsizliği daha da vurgulamak istediğim işlerimde kadraj olarak yuvarlak formlar kullanıyorum.

Three and Half Billion Years After Abiogenesis serinizde Abiyogenez Teorisi’ni milat alıyorsunuz. Neden Biyogenez değil de Abiyogenez Teorisi? 

Bu serinin kendisi süreç içinde bir milat arayışı gerektirdi. Abiyogenez cansızdan canlılığa ilk geçiş anına verilen isim. Sizin dediğiniz biyogenezde sanırım canlıdan canlının evrilmesi durumu var. Bu da ilk canlının nasıl oluştuğu sorusuna cevap niteliğinde değil. Sadece soruyu bir sonraya erteliyor. Dolayısıyla biyogenezi milat alınabilecek bir durum olarak görmüyorum.

Three and Half Billion Years After Abiogenesis serisinin üretiminde tekniksel olarak nasıl bir süreç var?

Three and Half Billion Years After Abiogenesis serisi birçok işten oluşuyor. Bütün serinin süreci bir buçuk yıla yayıldığı için sadece en büyük olan rölyefi nasıl oluşturduğumu anlatayım. İlk olarak Zbrush programında kompozisyonu tasarlıyorum. Burada teknik birçok sorunun yanında resimlerimde kullandığım perspektifi nasıl rölyef formuna dönüştüreceğimi çözmem gerekti. Bu süreç oldukça sancılı oldu. Çünkü kimseden rölyef formuna bu oranda perspektifi nasıl uygulayacağınızı öğrenemiyorsunuz. Yaklaşık olarak iki aylık dijital tasarım kısmından sonra iş seksen parçaya bölünüp 3d yazıcıya verirdi. Üç metreye bir metrelik bütün rölyef, yirmi santime yirmi santimlik 80 parça halinde basıldı. Bu parçaların hepsi tekrardan birleştirildi. Model silikon kalıba hazırlandı. Bu süreç teknik olarak çok zorlayıcı geçti. Kalıp aşamasından sonra polyester dökümü yapıldı. Sonrasında rölyef birçok işlemden geçtiği için asıl işin üzerinde tekrar modelleme yapıldı. En son olarak akrilik boya ile boyandıktan sonra sergiye iki gün kala iş hazırdı. Bütün bu süreç dört buçuk ay sürdü. Yaklaşık olarak on kere, teknik destek aldığım insanlardan bu işin yapılamayacağını duydum. Ama tüm imkânlarımı sonuna kadar zorlayarak rölyefi tamamlayabildim. Bu süreç boyunca yaklaşık olarak yirmi kişi ile çalıştım. Sergideki birçok iş teknik olarak zorlayıcı ama özellikle rölyefler takım çalışması ve üzerinde çalışan kişilerin ekstra gayretleri ile oluşturulmuş işlerdir. Hepsine çok teşekkür ederim.

©Nazlı Erdemirel

Theree and Half Bilion Years adlı rölyeflerinizde ise figürler giderek küçülüyor, bunun kavramsal olarak bir karşılığı var mı yoksa tamamen üslupsal bir yorum mu?

Ben resimlerimde ufka kadar uzanan hayvan figürleri kullanıyorum ve bunu rölyeflerime de aktarmak istedim. Böylece değişik mecralardaki işlerim arasında biçim ve anlam olarak bir bağ kurdum. Temel olarak hayvanlar, insanlar, bulutlar, makineler... Kısacası “lar” ve “ler” lerin tasvirini yapıyorum. Rölyeflerdeki ufka kadar uzanan hayvan figürlerini kullanmamın ana nedenlerinden biri o hayvanları doku olarak göstermekti. Aynı zamanda birçok farklı türün, örneğin insan ve dinozorların belli bir uzaklıktan sonra dokusal olarak aynılaşması da oluşturmak istediğim özgün imgeyi bence güçlendiriyor.

Beautiful Sadness serisinde dikkat çeken bir diğer şey ise kullandığınız figürlerin yedi farklı türden olması? Özellikle mi bu türleri seçtiniz ve yedi türü ele aldınız?

Yedi farklı insan duruşu ve yedi farklı türde hayvan var. Sergiyi hazırlama sürecinde birçok mitolojiyi araştırma fırsatı buldum. Yedi sayısının izini farklı coğrafyalarda tarih boyunca görebiliyoruz. Örnek olarak bundan yaklaşık iki bin yıl önce Amerika Kıtası, Orta Doğu ve Doğu Asya’da insan toplulukları yedi sayısını kutsallaştırmıştır. Gece gökyüzüne baktığımızda yıldızların içinden beş tanesinin farklı hareket ettiğini gözlemleriz. Bunlar çıplak gözle gözlemlenebilen gezegenlerdir. İnsanın insan olmasından dolayı doğuştan gelen farkındalık düzeyi bu durumu tanımlamış. Ve bu beşliye güneş ve ayı ekleyerek yediyi kutsal olarak kabul etmişlerdir. Yedi kültünün izlerini günümüz popüler mitolojilerinde de sürebilirsiniz. Heykellerimde yedi farklı insan duruşu ve yedi farklı hayvan kullanma sebebimi mitolojilerdeki ortak gökyüzü kültleri ile temellendiriyorum. Beautiful Sadness serisinde dünya üzerindeki herhangi bir mitolojiye spesifik olarak odaklanmak istemedim. İnanç kavramının kendisi üzerine ortak bir düşünce pratiği kurmak ve bunun üzerinden insanın tanrılaşma metaforunu eleştirmek istedim.

Yakın zamanda başka bir sergi ya da proje planlarınız var mı? 

Kişisel sergimle eş zamanlı olarak Mart ayı içerisinde Art Dubai’de olacağım. 2018’in Eylül ayında Contemporary İstanbul’da kişisel bir standım olacak.

​Emin Mete Erdoğan’ın kişisel sergisi “The Flood”, 7 Nisan tarihine kadar x-ist’te görülebilecek.

0
7909
0
Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage