Derin bir nefes alın, renklere doya doya bakın, çevrenizdeki her objeyi ilk kez görüyormuş gibi inceleyin. Şimdi sanatın hayatımızın neresinde durduğuna göz atma vakti; koleksiyoner Aydın Polatcan’ın mabedindeyiz!
Her köşesinde özenle seçilmiş, sanatçı eli değmiş işler saklı olan boğaz kenarında bir ev düşünün… Duvarlara resimlerin renklerinin yansıdığı, sanat stüdyosunu anımsatan sıcak bir ev… Burası sanat ve sanatçıyı anlamak için yıllarını veren koleksiyoner Aydın Polatcan’ın evi. Kendisiyle sanat ve koleksiyonuna dair bir sohbet ettik.
Toplumun ve bireyin sanatla olan ilişkisi her zaman bugün ile yarının rengini belirler. Hayat şartlarına bağlı olarak şekillenen ruh halimiz, hep sanatın yüzünü göstermesiyle anlam kazanır, şeklini bulur ve kendi kalıbına oturur. Peki sanat sokakta mıdır? Eli yüzü nasıldır şu sanatın? Onu herkes tanıyabilir mi? Bir fiyatı var mıdır? Nasıl sanatçı olunur? Sanata dair sorulacak çok sorumuz var... En doğru cevapları almak için sanata eli değişmiş, üzerine boya lekeleri bulaşmış birine sormak lazımdı; koleksiyoner Aydın Polatcan karşımdaydı...
Sanatla olan ilişkiniz nasıl başladı?
Çocukluk yaşlarımda başladı. 13-14 yaşlarımdayken fotoğraf sanatçısı olma yönünde ciddi bir şekilde ilerliyordum. O zamanlar siyah beyaz filmin olduğu yıllardı. Karanlık odası, fotoğraf makinesi olan bir fotoğrafçıydım. Yine lise yıllarımda nasıl olduysa vitrin dekorasyonuna heyecan duydum. Bir dönem İstanbul’un en trend mağazalarında birçok önemli vitrini yaptım. Şimdi bugün görüyorum ki yerleştirme sanatını yapmaya çalışmışım farkında olmadan. Özgün vitrinler yapmıştım. Konsept ve gündemi yakalayan vitrinlerdi. Uzun yıllar geçtikten sonra benim elektronik merakım başladı. Elektronikçi oldum, elektronik üzerine şirketlerim oldu. Görsel teknolojileri içeren, daha çok göze hitap eden şirketleridi. Bu görsel algı merakı yayın ve televizyon stüdyolarına döndü. Çok önemli prodüksiyonlar yaptık. Bu sektörde çok önemli insanları yetiştirdik. Bu arada bu kadar çok çalışmanın neticesinde birileri getirip sizin cebinize paralar veriyordu.
Nasıl değerlendirdiniz peki bunu?
Kazandığım parayı bir yere aktarmak istedim. Beni yarına taşıyacak ve kültürel gelişimimi sağlayacak, beni kültürel bir sosyalliğin içine çekecek ve keyif alacağım bir şey olması gerekiyordu. Yaptığım araştırmaların içinde bana uygun, beni en heyecanlandıracak konunun sanat olduğuna karar verdim. İlk kazanımım Nuri İyem’in bir tablosuydu. Nuri İyem Amca diyeceğim... O benim çocukluk yıllarımdan tanığım bir Türk ressamdı. Çok önemli bir sanatçıdır. Allah rahmet eylesin. Bebek’te aldığım evdeki ilk tablom oydu. Sonra kendime bir yol çizdim; Cumhuriyet sonrası çağdaş Türk resmi üzerine bir koleksiyon oluşturmaya karar verdim. Beni etkileyen, beğendiğim, sevdiğim hissedebildiğim ve sanatının sürdürülebilir olduğuna inandığım sanatçılar zincirinin peşine düştüm. Sürekli onlarla buluştum. Onların atölyelerinde küçük ikramlarla şarap içerek sanat konuşmak, onlarla sanat konuşurken beslenmek, daha farklı bakış açılarını yakalamak gibi egzersizler yaptım. O egzersizleri yaptığım kişilerden birkaçı Burhan Uygur, Nuri İyem, Mustafa Ata, Adnan Çoker, Ömer Uluç... Hepsi çok iyi arkadaşlarımdı. Bu isimlerle tanışmak, arkadaşlık etmek yaşamış olmanın zenginliğini taşımaktır.
Sonra İstanbul Modern Sanatlar Galerisi Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalıştınız, değil mi? Sahi ne oldu İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’ne?
İstanbul Modern Sanatlar Galerisi bir dönemin Kültür Bakanı Sayın Erkan Mumcu zamanında getirilmiş Avrupa Birliği yasaları gereği Türkiye’nin 5225 sayılı kanuna göre şekillendirilmiş bir modern sanatlar galerisiydi. Bu kanun sanat ve kültüre dönük bir organizasyon binasını, okulla din eviyle eşit tutuyor. Galerinin Barbaros Bulvarı’nda 500 metre karelik bir alanı vardı. Bölge halkına hem ulusal hem uluslararası birçok sanat projesi sunduk. Fakat o dönem belediye tarafından bize park yeri verilmedi, destek alamadık. O zaman anladık ki Müslüman mahallesinde salyangoz satıyoruz. Dolayısıyla İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde sanata park yeri açılmadı. Bizler de o yaptığımız güzel alanı organize etmekten vazgeçtik. Fakat beş sene dayandık. Orada da çok önemli küratörlerle çalıştık. Açılış sergimizi Beral Madra’nın organize ettiği sanatçılarla yaptık. Sonra Emre Zeytinoğlu ve Yalçın Sadak’la birkaç proje yaptık. Önü açık ve daha çok sosyal sorumluluk projelerine dayalı çalışmalarımız da oldu.
Lütfi Kırdar Kongre Merkezi ve sonrasında Art212 geldi. Bunlar nasıl gelişti?
Uzun yıllar da Lütfi Kırdar’ın prodüksiyon kısımlarının işletim ortaklığını yaptım. O dönemde de kongre merkezinin içinde bir, iki sergi organize ettik. Mehmet Aksoy’un ve sanatçı Bubi’nin sergilerine yer verdik. O yıllarda bize bir isim lazım oldu. Alan kodumuz 212 olması ve bu kodun da dünyada bilinirliği sebebiyle bu ismi tercih ettik. Orada başlamış olan sergileme deneyimimizden sonra biz Art212’yi sakladık aklımızda.
Art212 böylece filizlenmeye başladı, değil mi? “Art212 İstanbul” adıyla 56 bin takipçiye ulaştınız, hayranlık duymamak elde değil...
Lütfi Kırdar’dan sonra Bodrum’un sanat ve kültürüne destek vermek adına bir girişimde bulundum. Çok özel bir sanat platformu açıldı. Fakat Bodrum halkının sanata çok ilgi duymadığını görünce o projeyi beklemeye aldık. Şimdi Yalıkavak’ta denize sıfır bir arazide deniz üzerinde heykeller olan klasik müzik ve Jazz ağırlıklı çalışan bir tesis yapılıyor. Müziğin, yiyecek ve içeceğin dahi sanatla birbirini desteklediği bir yer olacak. Bu arada boş durmadım yine... Bizim Art212 heyecanımızı, bilgimizi, birikimimizi ulusal ve uluslararası sanat ve sanatçı diyaloglarımızı Instagram adresi üzerinden “Art212 İstanbul” adıyla kullanıyorum. Şu anda çok önemli ilişkiler oluştu. 56 bin takipçi var. Hesabı ben yönetiyorum. Bu kadar takipçi olmasına ben de şaşkınım.
Sizin hedefiniz neydi? Şimdiki durum nasıl?
Her kuruluşun bir manifestosu, vizyon ve misyonu olması gerek. Bu adresi açarken bir cümleyle ifade ettim: “Güzel sanatlar, disiplinlerarası ilişkiler”. Son yıllarda yapılan bazı sanat eserlerine baktığımızda mix medya diyorlar, farklı malzemelerin birbirleriyle buluşarak esere döndüğünü, bir sanat eseri olduğunu görüyoruz. Çünkü sanatçılar birçok disiplini aynı anda okuduğu için farklı malzemeleri buluşturmayı öğrendiler. Tematik veya figüratif ögeleri birbirleriyle bütünleştirdiler,
Toplum ile sanatçının ilişkisi nasıl sizce şu an Türkiye’de?
Türkiye bu konuda çok fakir. Sevgili Bedri Baykam’ın dediği gibi insanlar dedikoduyla resim alıyor bu ülkede. İsimler üzerinden trend yaratılıyor, o trend üzerinden de eser satılıyor. Bugün özellikle İstanbul’da 150 tane resmi satılan sanatçı varsa, 25 yıl sonra bu sanatçıların 15’inin kalacağını düşünüyorum. Bugün Türk resminde, hatta çağdaş Türk resminde dahi eğer bir isim saymaya kalkarsak ulusal ve uluslararası kotasyona uğramış 10 ismi geçemeyiz. Düşünebiliyor musunuz? 75 milyonluk bir Türkiye’den bahsediyoruz! Tabii eğer doğru alışveriş yaparsanız sanat borsadan altından çok daha iyi bir yatırım kaynağıdır. Zamanında Kurtuluş’ta bir ihtiyar adamdan çok ucuza alınan resmin, yeri geldiğinde bir gencin iki yıllık yurt dışı eğitim masrafını çıkarabilecek değere sahip olduğunu gördüm.
Çevremde birçok kişi “Ah çok param olsa koleksiyon yapardım” diyor. Sanata sahip olabilmek için illa çok mu zengin olmak lazım?
Dar bir gelirle resim toplayan tanıdığım çok akıllı kişiler var. Daha okuldan yeni mezun olmuş, henüz isim yapmamış hatta paraya ihtiyacı olan bir ressam adayı buluyorlar. Hem onu desteklemiş oluyorlar hem de yarına iyi bir yatırım yapıyorlar. Sanat toplamanın ekonomiyle alakası yok. Sanata ilgi duyanlar bol bol sergi ve müze gezmeli. İstanbul’da her ay en az 20 tane sergi açılıyordur. Bol bol gezip, gözlerini doyurmalılar... Dergileri takip etmeliler. Bir müddet sonra zaten o birikime ulaşmış olacaklar. O zaman baktıklarında anlayarak, farkında olarak bakacaklar. Benim bildiğim Türkiye’nin en büyük koleksiyonerlerinden biri yakın zamanda rahmetli oldu, bir noterdi. Noter geliriyle Türkiye’nin en büyük koleksiyonlarından birini yapmıştı. Bir şekilde oluyor... Sanat toplamak isteyen biri insanları da tanımalı.
Sizin koleksiyonunuza gelirsek, eviniz dışında eserleri sakladığınız bir yer var mı?
Gayrettepe’de eserlerimi topladığım bir depom var. Son beş yıldır heykele merak sardım. Heykeli üç boyutlu yaşıyorum. Resmim çok var ama beni şu an içine çeken heykel nedense. Önemli heykeltıraşların eserleri var elimde ama almaya da devam ediyorum. Yakında yurt dışından birçok heykeltıraşı getireceğim buraya yeni bir proje için. Belki bir de Miami’de gerçekleşecek bir plan var. İkinci ayak orası olabilir.
Yeni medya sanatına nasıl bakıyorsunuz?
Yeni medya sanatı da önemli. Bakıyorsunuz bir ressam illüstrasyonu da işin içine sokmuş. Mesela hiperrealizmi daha çok illüstratörler yapıyor. Modern sanatı, grafik sanatı ve hatta sokak sanatına en büyük imzayı atıyorlar. Ben çok önemsiyorum, çok değerli insanlar çıkıyor.
Bu kadar birikim yaptıktan sonra bir esere bakışınız nasıl oluyor?
Baktığım eserden çok etkilensem bile mutlaka onun üzerinde beynimde bir şeyler inşa etmeye çalışırım. Acaba daha sonrasında ne gelebilirdi, sonrasında neler çıkabilirdi? Daha sonraki aşamasına bakabilecek kadar derin bir algı halim var artık. Eserlerle arkadaşlık kurarım. Fakat arkadaşlık kurmanın yanında zaman zaman da onlarla didişirim. Niçin buranda bu yok? Şuranda şu da olabilirdi gibi. Artık yapılmış bir eserin üzerinde kendi imalatımı da yapabilirim. Kendi düşünsel yaratımımı da ilave edebiliyorum. Hepsiyle bir ilişkim var. Esere baktığım zaman sanatçının duygu dünyasını tahmin edebiliyorum. Tabii başıboş yapılmış işleri de görüyorum. İyi bir eser farklılık ve matematik ister. İyi bir eser renk, ışık, form ister. Yani bir estetik dil ister. Nasıl ana rahmine milyonlarca düşen spermden yalnız bir bebek oluyorsa, birçok sanatçı adayı arasından da çok az sanatçı çıkıyor.
Sanat, yaşam kavgasını güzelleştirebilir mi?
Sanatta bir meditasyon hali vardır. İnsan kendi ruhunun içindeki estetiği, rengi, olguyu birçok besleyici değerle birlikte bulur. Bir meditasyon yapar. Ruhun ve en önemli şeylerden biri olan vicdan gelişimini başlatır. Bir daha dünyaya gelsem yine aynı şeyleri yapmak isterdim. Fakat, sanatın ve sanatçının desteklendiği bir toplumda...
Son olarak, sanat hakkında bir dileğiniz var mı?
“Toplumun ve bireyin kültür ve sanatla ilgilendirilmesi, bilgilendirilmesi ulusal ve ekonomik reformları yapmak kadar önceliklidir.” Bu manifestoyla yola çıkılmasını diliyorum. Bugünkü dünyada toplum kalite ölçümü yapan sosyologların kriterlerindeki ilk sorular şunlar: “Bin kişide kaç kişi enstrüman çalıyor? Kaç kişinin sanat eğilimi var? Kaçının estetik ve kültürel değerleri gelişmiş?” Bunun gibi araştırma sorularıyla ölçümler yapılmasını bekliyorum.