Sanat Tarihinin hemen her döneminde ama özellikle de 20. yüzyıldan sonra sanatçıların tarihe bakarken, kimi sanatçıları kendin rol model aldığı ve kimi yapıtları da bitip tükenmez bir tutkuyla, analiz ve kendine mal etme gibi bir dizi süreçten geçirdiğini gözlemlemek olasıdır. Picasso, Velazquez’in Las Meninas’ına müthiş bir bağlılık duyar örneğin ve onlarca kez bu efsanevi resmi kendi üslubunda çizer durur. Hatta Barselona’daki Picasso Müzesi’ne gittiğinizde, mekânın bir bölümünün Picasso’nun Las Meninas uyarlamalarına ayrıldığını görebilirsiniz. Dali de tıpkı Picasso gibi Velazquez’i, Las Meninas’ı, Rafaello’yu, Millet’yi, Da Vinci’yi, Matisse’i, Vermeer’i ve daha bir çok sanatçı ve yapıtı yeniden, yeniden sanatına konu olarak seçer. Las Meninas gibi sanatçılara sürekli esin kaynağı olmuş kimi yapıtlara da rastlamak olasıdır. Örneğin Manet’nin Kırda Kahvaltı’sı ve Olimpia’sı, Cezanne’ın, Picasso’nun, Frank Stella’nın deyim yerindeyse bir tür arzu nesnesi olarak tarihe geçer.
Türkiye’de sanat tarihine baktığımızda Batı sanatında gördüğümüz bu adına esinlenme, modelleme, karşı karşıya gelme, tarihe selam çakma gibi çeşitli biçimlerde tanımlanabilecek “göndermelerin” olmaması ise şaşırtıcıdır bir olgudur aslında… Bırakın kimi yapıtlarla düello diye tabir edebileceğimiz karşılaşmayı, eski ustaların ya da esin kaynaklarının adını bile anmaktan imtina eden bir yaklaşım göze çarpar. Bu olguyu, ister rol model olabilecek sanatçı olmamasına, ister sanatçıların tarih ve yapıt bilgisinin azlığına isterseniz de özgün olmanın arkaya bakmamak olarak algılanmasına bağlayabilirsiniz. Oysa Ai Weiwei’nin Işık Çeşmesi adlı yapıtını Tatlin’in 3. Enternasyonel Anıtı’na bir saygı ve güncelleme olduğu açıktır örneğin. Dolayısıyla yapıt yapıtları besler ve çoğaltır diyebiliriz pekala… Türkiyeli sanatçının kendinden başka ya da daha doğru bir tanımla öncekini yok sayma tavrını postmodern dünya içinde olabildiğince modernist bir refleks olarak tanımlamak mümkün. Konunun başka başka uzantıları olduğu açık elbette ama bunu bir not olarak düşmekte fayda var sanırım…
Yukarıdaki uzun giriş, ArtSümer’de yaklaşık iki ay sürecek olan “Artists Pick Artists” sergisi ile birkaç yönden örtüşüyor. ArtSümer ile birlikte çalışan sanatçılar, bu sergi için, sanatsal tavır olarak kendilerine yakın hissettikleri, dikkatlerini çeken ya da onlara ilginç gelen sanatçı isimlerini belirleyerek birbirinden bağımsız birer çift olarak galeri mekânında eşleşmiş durumdalar. Dolayısıyla da çok sık rastlamadığımız bir ortaklık çıkmış ortaya…
Gökçe Er/Komet; Gözde İlkin/Yasemin Özcan; Erdal Duman/Serkan Demir; Onur Gülfidan/Berkay Tuncay; Merve Üstünalp/Duygu Sabancılar bu serginin sanatçı çiftlerini oluşturuyor.
Gözde İlkin’in genellikle bir iç mekân süsleme nesnesi olarak kullanılan duvar halısı ile gerçekleştirdiği çalışması, buluntu, müdahale ile kendine mal etme gibi pek çok kavramı akla getirirken, asıl olarak halının üzerindeki imgenin gerçekliği ve çağrıştırdıklarıyla ilgili düşünmemize olanak sağlıyor. Sanatçı, Amerika’daki Özgürlük Anıtı’nı duvar halısının üzerine aplike ederek uzak olanı yakına ve bir anlamda bir süs nesnesine dönüştürüyor. Özgürlükler ülkesinin sadece bir imgeden ibaret olduğunu da düşünebilirsiniz, zihninizdeki imgenin tıpkı bu halıya tutturulmuş iplikler gibi kolayca sökülüp yerle bir edilebileceğini de. İlkin’in karşısında ise Yasemin Özcan’ın ilk kez Sinopale’de sergilediği çalışması yer alıyor. Yasemin Özcan oldukça yalın bir anlatımla kurumsal tek tipleştirmeye terzi patronları ile karşılık veriyor. Birbirinin aynı ve boyutta çerçevelerle çerçevelenerek biricikleştirilen bu seri üretim nesneleri Sinop’ta sıradan görünümlü, vitrininde “her türlü resmi-sivil elbise dikilir” yazılı terzi dükkanından referansla bize ulaşıyor. Özcan, ilk bakışta herhangi bir nesneye ya da forma benzemeyen bu ayrıntılarla belki de bize resmi olanın kimliksizliğini hatırlatmayı amaçlıyor.
Gökçe Er tarafından çağırılarak sergiye katılan Komet’in 2007 tarihli “O zaman Çıkıp Gittin” çalışması, hem biçimsel, hem de içeriksel olarak sanatçının yapıtına temel teşkil ediyor. Komet’in tablosu Er’in doğum, nefes ve ölüm temalı tuvallerini beslerken bir yanıyla da boyutu dolayısıyla tezat oluşturuyor.
Serginin hayli ilginç işlerinden birisini ise Merve Üstünalp’ın portreleri oluşturuyor. Tesadüfen satın aldığı ikinci el bir cüzdanın içinden çıkan bir çiftin vesikalık fotoğraflarını kumaşlarla dikerek yeniden üreten sanatçı, bir bakıma çoğaltılabilir olanı tersine çevirerek tek’leştiriyor ve sıradan olanı karşıt bir noktaya taşıyor. Portre geleneğinde genellikle önemli ve sıra dışı olanın gösterimi ve ölümsüzleştirilmesi hatırlandığında sanatçı bu işiyle belki de yitmiş gitmiş birey kimliklerini yeniden diriltiyor. Üstünalp’ın sergiye dahil ettiği diğer isim ise Duygu Sabancılar. Sanatçı, Vaadedenler serisinden “Afiyet Olsun’ başlıklı işinde klişeleşmiş ve anlamını kaybetmiş kimi cümleler üzerinden günümüz politikacılarının içeriksiz ve içi boşaltılmış söylemlerini sorguluyor. Bunu yaparken de kimliksiz, birbirinin aynı figürleri yan yana dizerek şablona irdirgenmiş karakterler yaratıyor.
Cumhurbaşkanlığı forsunun formundan yola çıkarak, ancak çoğu ayrıntı üzerinde oynayarak farklı bir kalkan formu ile ideolojik göndermeler yapan Erdal Duman, güncel bir sürecin baş atribüsüne odaklanıyor. Daha önceki işlerinde de siyasi ve politik göndermeler içeren çalışmalarla karşımıza çıkan sanatçı, bu kalkan ile militarizmi kendine kalkan yapan kuruma dair bir eleştiri getiriyor. İktidar odaklarının sembollerle nasıl oynadığını, altta yatan gerçeğe bir kez daha dikkatlice bakmamızı öneriyor. Erdal Duman’ın davet ettiği sanatçı Serkan Demir de aslında benzer bir yaklaşımla işlevi farklı formları parçalayıp yeni ve farklı bir bağlama oturtuyor. Böylece formların toplumlar üzerindeki algısını yeniden izleyiciye düşündürtüyor.
Serginin son ikilisi Onur Fidan ve Berkay Tuncay. Berkay Tuncay sanat tarihinin en klasikleşmiş temalarından biri olan natürmort üzerinden kurgu ve gerçek olanın sınırlarını sorgulatıyor. Görünen ile gerçekte olanın değişkenliği ve sahiciliği üzerine imgeler yaratan sanatçı, bize dayatılan, doğru bildiğimiz yanlışlara dair ironik bir bakış geliştiriyor. Onur Gülfidan ise “Ne Yaptığını Biliyorum!” adlı çalışmasında kitle kültürünün bilindik imgelerinin aracılığıyla algılarımızla oynayan dünyanın gerçekdışı görüntüsüne odaklıyor bizi.