"Öyle körkütük sadık bir köledir ki sevda,
Seni kötü göremez bin kötülük yapsan da." (Sone 57)[i]
Prof. Dr. Talât Sait Halman, Shakespeare (1564-1616) için "Büyük yazarın iç dünyası, Soneler'indedir" der. Soneler çoğu zaman bize dramatik gelse de tamamında lirik bir ses hakimdir. "Çoğu, derin duyguları, güçlü heyecanları, acıları ve sevinçleri anlatır.(...)Soneler, denilebilir ki, İngilizcenin en ünlü şiir dizesidir. Hem de dünyada aşk edebiyatının en güzel örnekleri arasındadır".[ii]
"Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın;
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın;" (Sone 18)[iii]
Onaltıncı yüzyılın sonlarında yazılmış olan Soneler'de Shakespeare, insanı ele almakla kalmamış aynı zamanda insanın ruh halini en derinlere inerek yansıtmıştır. Yazılan bu Soneler'den 126 tanesini sarışın ve soylu bir gence yazdığı gerçektir ama bugüne kadar bu soylu gencin kim olduğu öğrenilememiştir. "Soneler'in ana teması aşktır. Birbirinden bambaşka iki tür aşk: Şairin delikanlıya duyduğu saygı ve hayranlıkla karışık sevgi, esmer kadına duyduğu şehvetle ve kimi zaman kinle karışık yoğun tutku. Delikanlıya sevgisinde hiçbir cinsel yan olmadığı yirminci soneden anlaşılır: Şairin "the master-mistress of my passion./Aşkımın erkeği ve kadını" dediği delikanlıda, bir kadının yüzü ve sevecen yüreği vardır. Doğa onu ilkin kadın olarak yaratmak istemiştir. Ama dişi olan doğa, kendi yarattığına kendi tutulduğu için, onu sonunda erkek yapmaya karar vererek, şairi bu delikanlıdan yoksun bırakmıştır. Bu sonenin açık seçikliğine karşın, şairin sarışın delikanlıya duyduğu sevgi derindir".[iv] Shakespeare "ben" diyerek yazdığı için çeşitli tartışmalara yol açan bu durum Mina Urgan'ın deyişiyle şair, nasıl ki tiyatro oyunlarını yazarken kendi adına konuşmadığı gibi, bu şiirleri yazarken de kendi adına konuşmamıştır.
Bütün o dönemin söylentileri de eklediğimiz de Shakespeare, küçük kasabası Stradford Upon Avon'dan kalkıp adi cinselliğin kol gezdiği Londra sokaklarına tiyatroda oynamak için gelir. Elizabeth çağı (1558-1603) Londra'sı hem biraz şaşalı hem de oldukça ürkütücüdür. Bu şehirde kimin nerede ne zaman öldüğü pek bilinmese de işçiler çalışmak için Londra'ya akın ederler. Peki, Shakespeare gerçekten yaşadı mı? Zaman zaman ortaya atılan bu sorudan öte çağdaşı olan Christopher Marlowe (1564-1593) ile giriştikleri tatlı rekabet ile yazdıklarını okumak bu soruyu biraz da geçersiz kılmaktadır.
Shakespeare için her ne kadar, ilk önceleri, tiyatroya gelen kişilerin atlarına baktığı söylense de yazdıklarıyla kendi dünyasını kurmayı başarmıştı. İlk eğitimini doğduğu yer olan Stratford’da gramer okulunda alarak Latince öğrenen biri için bu iş ne kadar uygundur veya doğrudur? Shakespeare’in varsayımlara dayalı hayatını irdelemek bizi sadece yorar. İşte, bu yüzden sonelerini okumanın, tiyatro oyunlarını izlemenin bizi yeterince doyurduğu açıktır.
William Shakespeare geçici olarak Londra’da Silver caddesi ve Monkswell caddesinin birleştiği köşede bulunan evde oturmuş, bu ev 1666 yılında çıkan büyük yangınla harap olmuştur. Shakespeare’in aile bağları ise, Londra’dan küçük pazar kasabası olan Stratford Upon Avon’a kadar uzandığından kasaba merkezi ve etrafı direkt olarak şairle bağlantılıdır. Avon nehri kenarında bulunan sulu çayırlık bölge ise hâlâ bugün de Shakespeare’in yazdığı gibidir.
“Suyun eğimi söğüt ağaçlarını büyütür,
Bu kükremeye izin veren nehrin parlak görünüşüdür".
Londra'da önce tiyatrolarda oynayan Shakespeare, "algılama becerisi, dış etkilerden yararlanmaya yatkın kişiliğiyle tiyatro ile ilgili, kalemine yön verecek her türlü ipuçlarını topluyordu. Erken dönem ürünlerinde göze batan büyük teknik hata olmayışının nedeni, iki yönlü"[v] çalışmış olmasına bağlıdır. O dönemde genelde oyunlar Oxford ve Cambridge Üniversitesi mezunları tarafından yazıldığını da hatırlayacak olursak, Londra dışından gelen Shakespeare için bu oyun yazma eylemi gerçek bir mücadeledir.
Belki de işin en ilginç yanı o devirde yazılan tiyatro oyunlarıydı, çünkü "Elizabeth çağı tiyatro yazarları okunsun diye değil ancak sahnede oynansın diye oyun yazarlardı. Tiyatro eserlerini hiç kimse gerçekten değerli edebiyat örnekleri saymadığı gibi, bunlar genellikle yayımlanmazdı."[vi] Ve Shakespeare'in ölümünden yıllar sonra arkadaşı Birinci Folio'yu yayımlamamış olsaydı, şu an elimizde otuz dört oyunun on altısından haberimiz olmayacaktı.
O dönemde, Londra'da tiyatro önemli bir faaliyetti. Hem gezici hem de sürekli olan kumpanyalar vardı. 1580 yılında "Şehirde iki tiyatro binası vardır. Bundan bir kaç sene sonra iki tiyatro daha katılacaktır. Halk, oyunlara büyük rağbet göstermekte, kraliçe Elizabeth ve asiller kumpanyalara maddi, manevi her türlü yardımı etmektedirler".[vii] Peki, neydi Shakespeare'in oyunları bu kadar unutulmaz yapan? Eğer Başlangıçtan Shakespeare kadar olan döneme, Ortaçağ İngiliz Tiyatro[viii] tarihine kısaca bakacak olursak, komedi unsurunun trajedi unsurundan ayrılmaması dikkati çeker. Dramatik eserlerde sahne soytarısı şeklini alan karakterlerin önemi fazladır. Piyeslerin konusu Kitabı Mukaddesten ve tamamıyla hayal gücüne dayalıdır. XV. ve XVI. yüzyılda İngiliz tiyatrosunda Vice adlı komik bir karakter vardır. İngiliz Romantik şairi Coleridge'in de belirttiği gibi, "o devrin seyircisi Vice'e o kadar alışmıştır ki, onsuz bir piyes düşünemezler. Vice karakterinin menşei de Aristokrat sınıfının şatolarında beslediği ev soytarılarıdır."[ix] Ve bu yüzden yazarlar sırf Elizabeth devri geleneklerine uymak için tiyatro oyunlarında soytarıya yer verirlerdi.
İşte! Shakespeare de bu geleneği takip etti ve oyunlarında soytarı tiplemesinden faydalandı. İngilizlerin dramatik dehasını, komediyle-trajediyi hemen hemen hiçbir zaman birbirinden ayırmadığını da göz önünde tutarsak Shakespeare, oyunlarında, "kaba şakalar, adi kelime oyunları, aptalca şaklabanlıklar yapan bu basit ve manasız soytarı karakterini; hakikaten tuhaf ve zeki, hatta bazen psikolojik anlayışı, mükemmel bir ahlakı, derin felsefi görüşleri olan, ahlakı uyandırıcı bir şahsiyet haline getirir".[x]
Önce, "soytarıyı farklı bir şekilde yaratır ve soytarıyı halkın düşüncesinin ve realist görüşün bir örneği olarak kullanır. Örneğin, Veronalı İki Centilmen adlı oyununda "Launce" karakteri soytarıdır. Kral Lear'da yarattığı soytarı Elizabeth devri tiyatrosunun en mükemmel ve en olgun soytarılarından biri olduğu kabul edilir"[xi].
İngiliz dram edebiyatında, mühim soytarı karakterlerini ancak Shakespeare yaratabilmiştir. Shakespeare'den evvel edebi ve dramatik değeri büyük olmayan bu karakter, Shakespeare'den sonra manasını kaybetmeye başlamıştır. Gerçek hayattan çekilen soytarılar ile birlikte 1642 yılında tiyatroların kapatılmasıyla Elizabeth devri ile birlikte İngiliz tiyatrosundan soytarılar kaybolmuştur.
Yazımı, Talât Sait Halman'ın Soneler çevirisiyle açmıştım, Hamlet oyununun 3. perdesinde söylenen söz ile noktalayalım.
"To be or not to be, that is the question./ Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu".[xii]
[i] William Shakespera Soneler, (Çev. Talât Sait Halman), "d" dünya Yayınları, 2004, İstanbul.
[ii] William Shakespera Soneler, (Çev. Talât Sait Halman) a.g.e.,
[iii]William Shakespera Soneler, (Çev. Talât Sait Halman) a.g.e.,
[iv] [i] Mina Urgan, İngiliz Edebiyatı Tarihi, Altın Kitaplar, 1986, İstanbul.
[v] Park Honan, Shakespeare: Bir Yaşam, (Çev. Bülent Bozkurt), YKY, 2001, İstanbul.
[vi] Mina Urgan, İngiliz Edebiyatı Tarihi,A.g.e.,
[vii]İrfan Şahinbaş, İngiliz Tiyatrosu Tarihi, Tiyatronun Gelişmesi, 1950, Ankara,
[viii]İngiliz Tiyatro Tarihi: a) başlangıçtan Shakespeare'e kadar. b) Shakespeare'den tiyatroların kapanışına kadar. c)Restorasyon ve On sekizinci yüzyıl. d) On dokuzuncu yüzyıl ve modern devre.
[ix]Mina Urgan, Doçentlik Kitabı, Elizabeth Devri Tiyatrosunda Soytarılar, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi, Pulhan Matbaası, 1949,
[x] Mina Urgan, Elizabeth Devri Tiyatrosunda Soytarılar, a.g.e.,
[xi]Mina Urgan, Elizabeth Devri Tiyatrosunda Soytarılar, a.g.e.,
[xii]Sabahattin Eyüboğlu çevirisiyle.