80'lerden günümüze ilginin giderek arttığı öykücülüğün kısa tarihi üzerinden, Gamze Arslan'ın 2016 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü'nü kazanan öykü kitabı Çerçialan'a uzanan bir inceleme.
Son yıllarda öyküye yoğun bir ilgi olduğu aşikâr. Taşra ya da kent odaklı, bireysel ya da toplumsal meselelerin ele alındığı, içe dönük ya da okurun da içine çekildiği, kimi zaman deneysel kabul edilebilecek her metin kendine öykü formunda yer buluyor. Belli ki bu kısa ancak yoğun tür, genç kuşağın –özellikle de ’80 sonrası kuşağın- kendini ifade etmesinin en iyi yolu. Daha az unsurla daha az hacimli bir metin yaratmanın, yazarı sınırlasa da yaratıcılığın sınırlarını zorlayıp geliştirmesi bir yana; içerideki ya da dışarıdakini anlatırken daha rahat ve işlevsel bir yol bulmalarını sağlıyor denebilir.
Öyküye yönelişin artmasında, her yıl daha da genişleyen dergi piyasasının etkisinin de büyük olduğunu düşünüyorum. Belli vuruşlara ya da sütunlara sığdırılmaya çalışılan anlatılarla birlikte yazarlar da metinlerinde eksiltmeye gitmek durumunda kalıyor, metni dizginlemeyi öğreniyorlar belki de. Anlatacaklarına dair bir tatmin sağlayarak, kurgularına zeval getirmeyerek elbette.
İşte Gamze Arslan, bu türün başarılı örneklerini veren yeni nesil yazarlardan. Hem kısa kısa yazdığı hem de aynı anda okurun farklı dünyaları aralayabilmesini sağlayan yoğun öyküleriyle, daha ilk kitabıyla adından sıklıkla söz ettirmeye başladı bile. 2016 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü kazanan dosyası Çerçialan sağlam kurgusu, gerilimli öyküleriyle son dönem öykücülüğe yeni bir soluk da getiriyor üstelik.
Yedi kısa öyküden oluşan Çerçialan’da Gamze Arslan, her biri birbirinden cesur ve ürpertici hikâyeler anlatıyor. Kimi zaman okuru rahatsız edip duraklatsa da bir yanıyla onu da metnin içine davet edip ondan tanıklık etmesini isteyen karakterlere yer veriyor. Geniş bir hayal gücünün rol oynadığı metinler, çoğunlukla hayale sığmayacak bir gelişme ve sonuçla veriliyor.
Kadına dair fakat onun erkten ve dayatmalarından bağımsız, erke karşı duruşunu verdiği öyküler çoğunlukta. Fakat şunu da belirtmekte fayda var: Kendisine eksik gözüyle bakan, erk nedeniyle travmaları olan kadınların kendilerini bulma ve varoluş çabası, başka bir şeyle tamamlanma çabasını ele alıyor. Ve bu kadınlar, yaşadıklarını zihninde tekrarlayıp acılara karşı göğüs germeye çalışan kadınlar değil; aksine, bu acıların üstünden yeniden doğan, dirayetli, yola devam edebilme derdinde olan kadınlar. Gamze Arslan’ın güçlü kalemi yalnızca satır üzerinde kalmıyor, karakterlerine de sirayet ederek onlara destek oluyor gibi; yalnızca bir yazar ya da bir anlatıcıyı hayata geçiren kişi olarak görmüyorsunuz onu kitabı okurken; farklı bir güç olarak karşınızda beliriyor sık sık. Karakterlerini ve atmosferi, daha karanlık ya da silik bir hale gelmekten koruyor sanki. Bir yanıyla ironik, metin ve hatta yazar bile kendisiyle alay ediyor; bir yanıylaysa okuru zora sokan, ürpertici ve yakıcı bir seyirde ilerlemeye devam ediyor. Okur her bir satırda farklı bir duyguyla tanışıyor, yazara ve metne teslim ediyor kendisini.
Daha önce yayınlanmış bir yazıda Arslan için “dert edindiği durumları, olayları, gelişmeleri okura sezdirme yolunu seçtiği”nden bahsediliyor. Sanırım buna pek katılmıyorum. Bir yere kadar doğru, evet; Arslan söylemek istediklerini olduğu gibi haliyle vermiyor. Okurdan da metne katılmasını, kendisine tanıklık etmesini istiyor; her şeyi kendisinin anlatmayacağını, okurunun da çaba göstermesi gerektiğini sezdiriyor diyebiliriz belki. Sert bir düzlemde, keskin ve yalın haliyle sunuyor derdini; ürpertiyor, sarsıyor. Tanıklık meselesinde alternatif bir kurguya da imza atıyor. Zira, eşyanın ruhuna inananlardan olsa gerek ki; hemen her öyküsünde eşyayı da tanık ediyor anlattıklarına. Karakterlerinin kendilerini açmazlarından çıkaracak çıkış bulmaları noktasında bir eşya hatta kimi zaman bir parmak, fare, inek, bıçak vb. farklı canlı-cansız karakterler yaratıyor.
Öykülerde göze çarpan bir diğer özellikse; karakterlerin hep nefes kesen, dışarıdan acımasızca görünse de katharsis yaşatacak intikamlarına bağlı olarak tüyleri diken diken eden sonuçlara varması. Kocasını parçalara bölerek farelere yediren, kaybetme korkusuyla ineğini öldüren, kendilerini terk eden babasının travmasını atlamayarak intikamını annesini bıçaklayarak alan kadınlar anlatılıyor örneğin. Vahşet gibi görünen sahneler, aslında bir katharsis sağlıyor karaktere de okura da. Bir gazetedeki söyleşisinde, karakterlerini bu şekilde kurgulamasının, onlara bir öz savunma, içinde bulundukları çıkışsızlığı sonlandırma biçimi sunmak olduğundan bahsediyor Arslan. Bir olaya ya da karaktere yalnızca bir hikâye anlatmış olmak için yer vermiyor anlayacağınız; daha derin bir derdi var. Bunu gizlemiyor da üstelik; aksine, en sert haliyle sunuyor.
Bu anlatım, öyküleri çarpıcı bir hale getirse de, kendisine nedenini sormadan edemedim. Karakterler bu kadar ürpertici ya da neredeyse vahşete varan sonuçlara ulaşmalı mıydı, neden bu şekilde anlatılmıştı her şey? Arslan, bu keskin anlatım durumunun acının ironik hale gelebilmesi için olduğunu söylüyor. “Şiddet dili acıyı ve sonunda gelen özgürleşmeyi ironik hale getiriyor bana göre. Yani belli bir bilinçle seçmedim, döküldü ve yolunu buldu su,” diyor. Okurun zihninde bir “neden” sorusu oluştursa da, bir yanıyla haklı. Ele alınan acılar ve durumlar, ancak bu şekilde döküldüğünde sağlıyor çarpıcılığı.
Arslan’ın kitabı genel itibariyle bu tarz kurgulardan oluşsa da, bir öykü var ki diğerlerinden ayrılıyor, okurun sürekli çırpınan kalbine ve soluk soluğa kalışına dur diyor: Kırk Bin Geyikli Derviş. Geleneksel anlatıdan faydalanıyor yazar bu öyküde. Bir Bektaşi anlatısının yeniden yazımını yapıyor. Geleneği, sözel anlatıyı, mitik olanı bugünden aktarıyor. Üstelik, kurgusal anlamda diğer öykülerinden farklı olup kitabın bütünlüğüne aykırı bir hava katsa da, Arslan’ın kendini en iyi ifade ettiğini düşündüğüm vurucu bir öykü olduğunu söyleyebilirim. Kendi köklerinden beslenerek eşsiz bir yeni yaratım sunuyor.
Sürprizleri çok da sevindirici olmayan fakat sağlam kurgusuyla şimdiden belli bir okur kitlesi edinen Çerçialan, insanın çevresindeki her varlıkla ilişkisine yer veriyor. İnsanın uzuvlarının, hayvanların, cansız varlıkların, hatta kentin bile dile geldiği, bir kişiliğe büründüğü öyküler, yeni nesil öykücülüğe gerilimli ancak taze bir hava katacak gibi görünüyor. Gamze Arslan, ismini kalıcılaştırıp gelecekte de kendine yer edinmeye sağlam bir aday.
Çerçialan
Gamze Arslan
Varlık Yayınları
Kasım 2016
görsel: Cheng-Ta Wu