03 MAYIS, CUMA, 2024

Affetmek Ama Kimi?

Özlem Çetinkaya'nın anne kız ilişkilerinin derinlerine indiği, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, gerçeklerin bambaşka olabileceğini anlattığı romanı Anne Çiçekleri üzerine bir yazı.

Affetmek Ama Kimi?

Anne nedir? Çağlar boyunca toplumlar, politikacılar, sosyologlar bu soruya cevap verdi. Anne ve annelik kadının varoluşunun biricik tanımlarından oldu. Bir sürü tanım sıralandı ideolojilere, dinine, işlevine ve coğrafyasına göre. Kadının kutsanması da taşlanması da annelik üzerinden gelişti. Özlem Çetinkaya, Düşbaz Kitap’tan yayımlanan Anne Çiçekleri anlatı-romanında bu soruyu minör hâle getirip “Annem nedir?” diyor ve okura dürüstlükle içini açıyor. Bununla da kalmıyor Çetinkaya, “Annem kimdir?” sorusu peşi sıra geliyor. Asıl can alıcı kısmı da “nedir” sorusunun “kimdir”e dönüşmesiyle başlıyor.

Kavramlaşan her olgunun farklı farklı anlam yükleriyle ezilip içinin boşaltılması kaçınılmazken “kimdir” sorusu şahsiyet kazandırıyor, ete kemiğe büründürüyor “anne”yi. Bu aslında cesur bir soru, birçoğumuzun sormaya, peşine düşmeye, cevabını bulmaya ihtiyaç duymadığı; bizden önce oluşan ezberleri bozmadan, konforumuzu koruduğumuz bir ilişkide yaşamaya devam ettiğimiz bir alan yaratıyor sorgulamamak. Anne Çiçekleri’nin anlatıcı karakteri Özlem’se iyileşmek, özgürleşmek, yüklerinden kurtulmak için hasta annesiyle ilgili bütün cevaplara muhtaç. Annesinin kim olduğunu yine annesinin geçmişinde arıyor. Çünkü her şeyi söyleyebilen anne kendisini oluşturan yapı taşlarından yani geçmişinden hastalıklara sığınmış; ölümü bekliyor.

Kadınların dünyası iyileşmeye, onarmaya odaklanmışken erkeklerin geleneksel rollerini hiç sorgulamadan giydiği kriminal bir atmosferle karşılaşıyoruz zaman zaman. Suç varsa mağdur vardır. Mağdurla değil faille empati kurmaya meyilli bir toplulukta da sessizliğin cehenneminde yanan ateş en çok yine mağdurları yakar ve yeni mağdurlar doğurur. Özlem Çetinkaya işlediği konunun ağırlığının altında ezilmemesini Annie Ernaux’vari dürüstlüğüne borçlu. Çetrefil yollarda ilerlerken okuru aldatmıyor, hakikati gevezelikle, güzel söz söyleme büyüsüne kapılarak ıskalamıyor. Annie Ernaux’nun yine annesinin ardından yazdığı Bir Kadın’da kazandığı mesafeli ve zaman zaman soğuk bakıştan da uzak, öfkesini de paylaşıyor Çetinkaya Anne Çiçekleri’nde. Öfkesine esir olan karakter, Özlem’in annesiyle kurduğu ilişki, her adımına yansımış ve metin boyunca yansıyor. Özlem etten kemikten değil de histen, duygudan müteşekkir bir karakter adeta; şeffaf ve uçlarda. Kapanmayan bir hesabın bütün yükünü kaç yaşına gelirse gelsin taşıyor. Hesabı kapatmanın yöntemi annesinin hayatında olmaması ya da ölmesi de değil esasında. Annesini tanımaktan geçiyor hesabın kapanması. Kendinin ve bu durumun farkında Özlem. Peki, neden annesiyle ilişkisine senelerce bu kadar kör kalabiliyor karakter? Öyle ya, bu kadar farkındalığı yüksek ve duyargaları açık biri annesine nasıl kör kalabilir? Cevabı çok basit aslında, bizim yerimize cevaplanmış “anne nedir?” ya da “anne kimdir?” sorularını derinleştirmeden, ezberden yürümüş gitmiş biri var karşımızda ilk etapta, hepimiz gibi. “Normal”le kıyasladığında, ki metinde sık sık arkadaşlarının süslenen anneleriyle kendi annesini kıyaslıyor. Evine paket bırakırlarken annesinin bakımsızlığından dolayı “yardımcı kadın” sanılmasından duyduğu utancı dile getiriyor. Anne bir utanç kaynağı da oluyor “normal” karşısında. Farkındalığı bu kerte yüksek biri bile “normal”in tuzağına düşüyor annesiyle ilişkisinde. Normalin alışıldık, uğraştırmayan ama Özlem için karanlık yolu elbet aydınlanacak çok geçmeden. Çünkü Özlem herkes için çok sıradan bir eylem olan “anneni sev” duygusunu bile kendisi inşa etmek zorunda olduğunu biliyor. Hem de hastalığıyla, sessizliğiyle, pasifliğiyle, iradesizliğiyle buna muhalif olan bir anne figürüne rağmen.

​“Benim annem kim?” diye sorduğu an karanlık yol aydınlanıyor. Elbette çiçek bahçesine çıkmıyor bu yol ama hakikat bize hoş manzaralardan ziyade kederli bir tatmini vaat eder. Anlatıcı Özlem’e de vaat edilen kederli bir tatmin ve şefkate dönüşen öfke. Hemen, hızlıca değil. Öğrenmek, anlamak, sindirmek, empati kurmakla geliyor şefkat. Özlem yine şeffaf bir nehir gibi derinlerinde olanları etrafına yansıtmazken bütün duygu geçişlerine biz okurları şahit ediyor. Sırdaş olarak konumlandırdığı okura normalin dışında, kendi bakış açısını ve sorularını da devrediyor. Özlem çoğunluğun fark edemediği bir şeyi anlıyor; “Annem en nihayetinde bir kadın. Milyonlarca kadından biri, hemcinsi ve aynı toplumun ağırlığının altında ezilip büzülerek şekillendirdiği şanssız biri. Pekala ilişkilendiğim herhangi bir kadından fark gözetmeksizin onu tanımaya çalışabilir ve bütün anne-kız ilişki ezberlerinden kurtulabilirim.” Bunun için elbette geç kalınmış. Ölüm döşeğinden geriye doğru saramıyor hayatı. Özlem için aslında zor sorulardan biri de sevdiği, doyamadığı, tanıma fırsatı bulamadığı, yeni tanıştığı bir anneyi kaybetmek mi daha ağır, yoksa küçümsediği, öfke duyduğu, sevmeye kendisini zorladığı, ölümünü bir kurtuluş olarak gördüğü anneyi mi kaybetmek? Bu zor bir soru, hepimiz için. Affedemediklerimizin mi yası daha uzun? Yerine kimseyi koyamadıklarımızın mı?

Egon Schiele, "Tote Mutter," 1910

Ortak geçmişlerinin ağır yükünü tek başına sırtladığını sanan Özlem annesinin yüklerinden hiçbir zaman bihaber değil aslında. Annesinin yüklerinin içeriğindense bihaber. Bunlar kokusunu aldığı, bilinçdışında izini sürdüğü, aracısı muğlak aktarımlar olarak karşısına da çıkıyor üstelik. Kafası da hayatı kadar karışık biri Özlem. Hasta bir anne, bencil bir baba, sevgisi belirsiz bir koca ve çarpık bir annelik ezberiyle sakatlanan annelik deneyimiyle tökezliyor. Anne-kız ilişkisini yeniden kuracağı zemin işte bu saiklerle çatlak, yıkılmaya yüz tutmuş; bir arada kalmalarını sağlayansa annenin hastalığı; öldürmeyen, oldurmayan, usandıran bir liman. Özlem’se enkazdan korkmuyor. Yeniden inşa etmenin yıkmaktan geçtiğini biliyor. Geçmişin üstüne yıkılmasını, hayatı boyunca yıkılacak korkusuyla yaşamaya tercih ediyor.

Anne-kız ilişkileri son yıllarda edebiyatın ve popüler kültürün keşfettiği bir konu. Özlem Çetinkaya’nın Anne Çiçekleri de bihakkın işlenmiş bir anlatı-roman. Yer yer gözleri dolduran ama asla demogojiye yer vermeyen metin yukarıda saydıklarım dışında çok önemli bir meseleyi de odağına alıyor. Ölü bir faili nasıl cezalandırabiliriz? Medeni kanunda buna dair bir alan yok. Ölü failin hatırasını bu suçu ifşa ederek kirletmek de mağduru yeniden mağdurlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Üstelik bütün geleneksel rolleri giyinmiş bir toplumda mağdur bu ifşadan hiçbir fayda sağlayamıyor. İlahi adalete güvenmekten başka bir çıkış yolu bırakmayan bir hâlde kalakalıyoruz.

Anne Çiçekleri doksan bir sayfalık bir metin olmasına karşın akılda bıraktıklarıyla çok hacimli bir eser. Bir solukta bitirilebilir lakin boğazda bıraktığı yumru kolay yutulup sindirilmez. Özlem Çetinkaya’nın edebi yolculuğunda bir yapı taşı olacağı çok açık.

0
3723
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage