Ahmet Muhip Dıranas’ın ünlü “Fahriye Abla”sında[1] şiir öznesi, çocukluk yıllarında âşık olduğu kendinden yaşça büyük kadını tahkiyeye dayalı şekilde anlatmıştır.
“Âşık olmak, şeylerin değerini arttırmaktır, dünyanın yoğunluğunda yeniden var olmaktır ve onu tahmin ettiğimizden daha zengin, daha yoğun bir biçimde keşfetmektir”[2] Dıranas’ın “Fahriye Abla”sında şiir öznesi, koku yoluyla hatırladığı “Fahriye Abla”yı görsel öğelerle tasvir ederken âdeta onu yeniden keşfeder:
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla! (s. 65 )
Schopenhauer’a göre "Bütün aşklar, istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak, ayakları yerden kesik görünsünler, sadece cinsel dürtüde temellenirler."[3] "Erkeğin aşkı, doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir biçimde azalır. Hemen hemen bütün öteki kadınlar onu, sahip olmuş olduğu kadından daha fazla çekerler. Erkek değişiklik özler."[4] Şiir öznesinin “Fahriye Abla”ya aşkı, doyuma ulaşamadığı için devam eder:
Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla! (s. 65)
[1] Ahmet Muhip Dıranas, Şiirler, YKY, İstanbul 2005.
[2] Pascal Bruckner, Aşk Paradoksu, Çev: Olcay Kunal, YKY, İstanbul 2012, s. 67.
[3] Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği, Çev: Veysel Atayman, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2003, s. 19.
[4] Arthur Schopenhauer, a.g.e. , s. 38.
Farsçada “sarmaşık” anlamına gelen aşk, bazen psikolojik bir hastalık, bazen de fethetme, kendini adama, fethedilme arzuları arasında gelgitlerin yaşandığı tutkulu ilişki veya beynin kimyasal yapısının ve hormon seviyelerinin etkilediği bir bilmece olarak görülür.[1] Şiir öznesi “Fahriye Abla”nın evini “sarmaşık, ıtır, akasya ve bahar” gibi aşkı simgeleyen unsurlarla tasvir eder:
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla! (s. 65)
“Aşk her zaman sevimli değildir, adaletle veya eşitlikle bağdaşmaz, feodal bir tutkudur, antidemokratiktir!”[2] “Fahriye Abla”nın sevdiği delikanlı yerine Erzincanlı bir adamla evlenmesi de aşkta adalet olmadığının kanıtıdır:
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla! (s. 65)
Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği’nde aşkın “cinsel sevgi” olduğunu savunur. Kadınların kendilerinde bulunmayan özellikleri erkeklerde aradıklarını, büyük aşkların büyük hayal kırıklıklarıyla bittiğini, aşkın hayvansal içgüdülerin tatmini olduğunu söyler. Her birey, çocuk yapmaya elverişli dönemden uzaklaştığı ölçüde karşı cins için çekiciliğini yitirir.[3]
[1] Emel Koşar, “The Relation of Love In Ahmet Muhip Dıranas’s Poems”, International Review of Turkology, V. IV, N.8, Summer 2011, s. 24.
[2]Pascal Bruckner, a.g.e. , s. 32.
[3]Aşkın Metafiziği, Çev: Veysel Atayman, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2003, s.Arthur Schopenhauer, a.g.e. , s. 42.
Kadınlarda cinsel arzu, menstürasyon öncesinde ve sonrasında hormon düzeylerinin dalgalanmasına bağlı olarak artar. Ancak bunda psiko-sosyal unsurların da etkisi vardır.[1] Bilincin yüzeyine çıkmasa da kişi, bu arzuyu çeşitli davranışlarla karşı cinse yansıtır.
Genç ve güzel “Fahriye Abla”, Schopenhauer ve Kernberg’in yukarıda belirtilen görüşleri doğrultusunda üremek için uygun bir dönemde olduğundan şiir öznesine çekici gelir.
“Fahriye Abla”da önce gençliğe sonra çocukluğa hatta anne karnına dönüş arzusu anlatılır. Henry Murray, bunu “kapalı yerler kompleksi” diye tanımlar.[2] Freud’un “Ödipus Komleksi” kuramında insanın kimlik oluşumunda anneyle bebek arasındaki ilişkinin erkeğin cinsel kimliğini belirlediği ve ileride kadınlarla yaşadıklarına yön verdiği ifade edilir.
Şiir öznesinin kendinden yaşça büyük “Fahriye Abla”dan hoşlanmasının sebebi Henry Murray’ın “kapalı yerler kompleksi” ve Freud’un “Oidipus Kompleksi” kuramındaki gibi onun annesini ve anne karnına dönüş arzusunu çağrıştırmasıdır.[3]
Başrollerini Müjde Ar, Tarık Tarcan ve Mesut Çakarlı’nın oynadığı Yavuz Turgul’un Fahriye Abla’sında (1984), fakir bir mahallede yaşayan ve babası piyango bileti satıcısı Fahriye’nin hayatı, küçük yaştaki marangoz Mustafa’nın çırağı Mehmet’in gözünden anlatılır.
Filmde anneler silik, babalar ise otoriterdir. Ataerkil toplumun klasik mahalle baskısı, Fahriye’nin hayatına yön verir. Fahriye’ye âşık Mehmet ise onlardan daha olgun ve akıllıdır.
Fahriye’nin saçı, kıyafetleri, davranışları hatta yürüyüşü bile zamanla değişir. Mustafa’ya duyduğu aşk dışında hiçbir şeyi umursamayan, rahat davranışları ve açık saçık kıyafetleriyle dikkat çeken Fahriye, hapishaneden çıkınca fabrikada çalışmaya başlar ve daha ağır başlı bir kadına dönüşür.
Fahriye, her zaman Mustafa’dan daha cesur ve ayakları yere basan bir bireydir.
[1] Emel Koşar, a.g.y. , s. 26.
[2] Otto F. Kernberg, Aşk İlişkileri-Normallik ve Patoloji, Çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2003, s. 20.
[3] Mehmet Kaplan, “Fahriye Abla”, Şiir Tahlilleri 2, Dergâh Yayınları, İstanbul 2001, s. 90.
Mustafa, babasından korktuğu ve parasız olduğu için Fahriye’yi yarı yolda bırakır. Artist olmak isteyen Gülay’ın evden kaçınca kötü yola düşmesi ve Mustafa kendisini vurduğunda Fahriye’nin göğsünde bir acı hissetmesi, Türk filmlerinin klişelerindendir.
Yavuz Turgul, Dıranas’ın “Fahriye Abla”sını filmleştirirken Fahriye’yi ve onu mahallesini şiirdeki gibi canlandırır. Erzincanlı’yla evlenip giden Fahriye Abla’yı bir aşk ilişkisinden hareket ederek anlatır. Bestesi Atilla Özdemiroğlu’na ait Özdemir Erdoğan’ın seslendirdiği “Fahriye Abla” şarkısı da filmi ve şiiri daha kalıcı ve popüler hâle getirir.
“Fahriye Abla” şiiri ve filminde, Fahriye güzel ve çekici bir kadındır. Şiirde Fahriye’nin gönül verdiği delikanlı hakkında bilgi verilmez. Filmde ise Fahriye’nin ailesi, evi ve Mustafa’yla ilişkisi ayrıntılarıyla anlatılır. Şiirde Fahriye’nin Erzincanlı bir adamla evlenerek mahalleden ayrılması dışında onun hayatı hakkında herhangi bir şey söylenmez. Filmde ise, “Fahriye Abla” şiirinden yola çıkılarak onun Mustafa’yla ilişkisi ve olgunlaşması anlatılır.
“Fahriye Abla” şiiri, söz konusu filme fikir verir. Bu esin kaynağı, kurmaca hâline getirilirken sinema onu somutlaştırır. Şiirdeki imgeler, filmde ete kemiğe bürünür. Filmde Fahriye, tarihsel zemine oturtularak zaman ve mekân çerçevesinde ele alınır, şiirdeki imgeler hikâyeleştirilir ve boşluklar doldurulur. Fahriye, sinemanın olanaklarıyla şiirden esinlenerek toplumun ahlâk anlayışı doğrultusunda anlatılır.
KAYNAKLAR:
BRUCKNER, Pascal, Aşk Paradoksu, Çev: Olcay Kunal, YKY, İstanbul 2012.
DIRANAS, Ahmet Muhip, Şiirler, YKY, İstanbul 2005.
DIRANAS, Ahmet Muhip, Yazılar, Haz: Münire Dıranas, YKY, İstanbul 2000.
KAPLAN, Mehmet, “Fahriye Abla”, Şiir Tahlilleri 2, Dergâh Yayınları, İstanbul 2001, s. 88-97.
KERNBERG, Otto F. , Aşk İlişkileri-Normallik ve Patoloji, Çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2003.
KOŞAR, Emel, “The Relation of Love In Ahmet Muhip Dıranas’s Poems”, International Review of Turkology, V. IV, N.8, Summer 2011, s. 23-30.
SCHOPENHAUER, Arthur, Aşkın Metafiziği, Çev: Veysel Atayman, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2003.