Türk edebiyatının şüphesiz en önemli yazarları arasında yer alan Fikret Ürgüp’ün eserleri, iki yıl önce Everest Yayınları tarafından yeniden yayımlanmaya başlandı. Ürgüp’ün toplu öyküleri ve şiirlerinin yer aldığı Çivili Sandıklar’ı, Sait Faik Abasıyanık ve Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında kaleme aldığı yazılarından oluşan Cevapsız Kalan Telgraf takip etti. Fikret Ürgüp’ün toplam dört ciltte bir araya getirilmesi planlanan bütün eserlerini yayına hazırlayan Sevengül Sönmez, serinin editörlüğünü yürüten Mehmet Said Aydın ve yayıncı Cem İleri ile Fikret Ürgüp’ün eserleri, kişiliği ve edebiyatla olan ilişkisi üzerine konuştuk.
Sevengül Sönmez ile...
Fikret Ürgüp’ün bütün eserlerinin yeniden yayımlanmaya başlaması edebiyat tarihimiz açısından oldukça önemli bir gelişme. Önce öykü ve şiirleri, ardından Sait Faik Abasıyanık ile Ahmet Hamdi Tanpınar hakkındaki yazıları yayımlandı. Özellikle öyküleri özelinde konuşacak olursak, Ürgüp’ün 1950 kuşağı içerisindeki yeri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Fikret Ürgüp, Behçet Necatigil’in dediği gibi taze ve çarpıcı biçimde kurulmuş, özellikle de anlatım tarzı olarak 1950 kuşağının ve sonrasının keşfedeceği biçimin öncüsü / ilk örnekleri sayılabilecek öyküler yazmıştır. Oldukça sert konularda, bedeninin ihtiyacını akıl ve ruh terazisinde tartmadan yaşayan (yaşamak zorunda kalan) insanların öykülerini yazmaktan geri durmamış, bu yanıyla da edebiyat ortamında pek kabul görmemiş, marjinal sayılmıştır.
Ürgüp’ün yaşadığı dönemde eserlerinin tabir yerindeyse kıyıda köşede kalması ya da çağdaşlarına göre daha sessiz bir tavır sergilemesi sizce neden kaynaklanıyordu?
Önceki yanıtım nedeni ortaya koymakla birlikte, Fikret Ürgüp’ün yazar olarak kabul görmek beklentisi olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle de yazar / sanatçı vb. rollerini benimsemiş, bilakis bu rollerin altını oymuş biri. Yazmayı tutkuyla seven, düşüncelerini, eleştirilerini dile getirmekten, dostlarının ardından yazmaktan vazgeçmemiş olmasına rağmen “yazar” olmak ya da kabul edilmek gibi bir beklentisi olduğunu düşünmüyorum. Hayattan beklentilerini alamamış, yetenekli bir sanatçı, çok iyi bir hekim olarak hayal kırıklıkları çok fazla. Bu da zamanla insanlardan uzaklaşmasına neden olmuş, hem yazdıklarıyla ilgilenilmemesi hem de kişilik özellikleri onu sessizleştirmiş gibi geliyor bana. 1950-1970 arasında dergilerde eleştirel yazılarıyla, deneme ve öyküleriyle yer alan Ürgüp yazınsal olarak sessiz değildir aslında.
Cevapsız Kalan Telgraf için Ürgüp’ün hayalini kurduğu fakat hazırlayamadığı bir çalışma olduğu notunu düşmüşsünüz. Yazarın bu hayalinde tam olarak amaçladığı şey neydi?
Fikret Ürgüp, dünya çapında bir yazar olarak değerlendirdiği ayrıca çok yakın arkadaşı olan Sait Faik hakkında bir kitap yazmayı istiyor, Haziran 1954’te kendisiyle yapılan bir söyleşide de dile getiriyor bu isteğini. “Sait Faik hakkında şahsen çok söyleyeceklerim var. Birkaç makale yazdım ve acele etmeden ileride Sait Faik’in Şahsiyeti ismi altında, yeni manasıyla antropolojik manada bir kitap yazmayı düşünüyorum.”
Sanıyorum, Sait Faik’i tüm yönleriyle ele alan bir çalışma yapmak istiyordu, kitapta yer verdiğimiz yazıların başlıklarına bakınca kişilik özellikleri, psikolojisi, öykülerindeki temalara kadar her şeyi kapsayan bir çalışma yapmak istediği anlaşılıyor.
Mehmet Said Aydın ile
Fikret Ürgüp’ün yeniden yayına hazırlanan kitaplarının editörlüğünü yapıyorsunuz. Aynı zamanda bir şair olarak Ürgüp’ün şiirleri hakkındaki fikirleriniz nelerdir? Bir değerlendirmenin ötesinde, size dokunan bir yoğunluk zemininden bahsetmeniz mümkün mü?
Şairlikten gayrı, editör olarak Ürgüp eserleriyle uğraşmak büyük saadet. Külliyen bir “Fikret Ürgüp edebiyatı”ndan söz etmek mümkün esasen. Yapı olarak ilk bakışta dağınık, belki erken “erken modern”, hayatıyla eserinin birbiriyle epey konuştuğu/diyaloga girdiği bir metinler silsilesi bu. Şiiriyle öyküsü arasında belki bir cesaret farkından söz edebiliriz. Bir de karşısında ahbabı olan Sait Faik ve Tanpınar gibi iki edebî heyula var. Ve zannediyorum ki, o sıralar henüz kimsenin onları anlamadığı kadar anlamış bir ahbap ve biri “Doktor Fikret”. Öyküsü şiirinden daha cesur, daha karanlık, daha katmanlı. Şiirleri biraz temrin boyutunda bırakmış – belki de yeterli zamanı bulamamış. Bir metin, malzemesi ne olursa olsun bir sanat eseri muhatapta devam ettiği kadar da mühim olabiliyor. Ürgüp’ün kimi öyküleri (ve aslında toplamda öyküsünden ayırmadığım) ile kimi şiir parçaları bende devam etti.
Yazarın yaşadığı dönemi, ilişkilerini ve edebiyata olan bakışını da işin içine katacak olursak Ürgüp’ün metinlerindeki insan ve ruh bileşenlerinin birbirinden ayrıldığı noktaları nasıl ifade edersiniz? Özellikle öyküde yakaladığı ses, bugüne nasıl temas ediyor?
Bir kere mesleğinin çok büyük etkisi var, psikiyatr olmasının. Ve tabii ki dönemin bohem entelektüellerinden biri olduğu gerçeği. Tanpınar ve Sait Faik’le ahbaplık ediyor ama hekimlik de yapıyor bir yandan. Öte yandan, ikisinin edebiyatını dolaylı etkilerken, onları belki de birer öykü karakteri olarak düşünüyor metinlerinde. Öyküde dağınık bir sesi var, tutarlı değil. Ama böyle bir derdi yok. Yakaladığı gerçekçi “karanlık”ın bugüne pek temas etmediğini düşünüyorum. O kadar cesur değiliz biz artık.
Leylâ Erbil, yazar hakkında “Bu görkemli hikâyelerin hiç eskimeyeceğini ve bir daha yazılamaz olduğunu düşünüyorum” notunu düşmüş. Ürgüp’ün kaleminin eskimeyen tarafı, kalıcılığını nelere borçlu olabilir sizce?
İnsanlığın bütün “ilk dert”lerine temas etmesi. Aile, dostluk, cinsellik, gündelik hayat, sıkışmışlık. Bunu yaparken de epey süzülmüş, epey incelmiş bir dile başvurabilmesi, bu “ilk dert”leri kendi bildiği gibi yaşaması, okuması ve anlatması.
Cem İleri ile
Fikret Ürgüp’ün bütün eserlerini yayımlama düşüncesi nasıl ortaya çıktı?
Fikir aslında bir dönem Everest’te danışmanlık görevini üstlenen Enis Batur’a ait. Beni Ürgüp metinlerini toplayan sevgili Hasan Aydın’la tanıştırdı. Uzun bir süre bu bir araya getirme işiyle uğraştık. Daha sonra projeye Haldun Soygür ve Sevengül Sönmez de katıldı. 4-5 yıl süren bir çalışmadan söz ediyorum, Türkiye’de bu tarz işleri gerçekleştirmenin hiç de kolay olmadığı da bir gerçek. Bu vesileyle adı geçenlere bir kez daha teşekkür ederim.
Fikret Ürgüp’ün bütün eserleriyle birlikte yeniden yayına hazırlanması, geçmiş dönem edebiyatımızla günümüz edebiyatı arasında yeni bir bağ kuruyor mu?
1977 yılında aramızdan ayrılan bir yazardan söz ediyoruz, dolayısıyla geçmiş diyemeyeceğimiz bir dönem söz konusu. Şunu bir kez daha görmüş oluyoruz: modern edebiyatımızın tarihi henüz yazılmış değil, hala Ürgüp gibi birtakım figürlerin görünür olup ilişkiler ağına etki etmesi mümkün görünüyor. Bu açıdan Ürgüp’ün yapıtının bütünlüklü bir şekilde yayınlanmasının son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Çivili Sandıklar, Cevapsız Kalan Telgraf kitaplarının devamındaki seride Ürgüp’ün hangi yönüyle karşılaşacağız? İlk iki eser tam anlamıyla bir keşif süreciydi çünkü. Özellikle öykülerinde tahliller.
Fikret Ürgüp’ü yalnızca öyküleriyle tanıyorduk. Dergilerde kalmış yazılara ulaştığımızdaysa epey hacimli bir malzemenin ortaya çıktığını gördük. Bu yüzden dört ciltlik bir toplam öngördük. Öyküler ve Sait Faik-Tanpınar yazılarının devamında edebiyat-sanat yazılarından oluşan bir 3. cilt ve Günlük’ü ve Şizofreni adlı kitabına yazdığı önsüzü de içeren daha otobiyografik metinlerden oluşan bir 4. cilt yayımlanacak. Bunların yanı sıra bir projemiz daha var ama şimdilik saklı tutuyoruz.
*Fikret Ürgüp, Çivili Sandıklar / Everest Yayınları / Ekim 2018
Görseller Ralph Graef'e aittir.