Lina Meruane’nin fiziği, nörolojiyi, genetiği ve psikolojiyi harmanlayarak kalıtsal ve toplumsal olarak bize miras bırakılanlara odaklandığı kitabı Bir Sinir Sistemi Romanı üzerine bir yazı.
Toplumsal hafıza, yakın dönem geçmişimizi düşününce sıklıkla telaffuz edildiğini duyduğumuz bir tabirdir. Özellikle siyasal ve toplumsal vakaların, olayların ve krizlerin anmalarında “unutmayacağız”, “unutturmayacağız” sloganlarının, yazılamalarının, sosyal medyada da hastaglar’inin kullanıldığını gözlemlemek, toplumsal hafızanın çalıştığının ancak bu çalışkanlığın sebep olanları cezalandırmaya varan bir sonuçsallığa ulaştırmadığını düşünmek zor değil. Biz sürekli bir şeyleri unutturmamaya çalışıyorsak, birileri de sürekli unutulmaması gereken yanlış bir şeyler yapıyor demek değil midir? Hafızamız, genç ya da yaşlı olalım, yaşadığımız coğrafyanın bize unutmamamız için yüklediği kıyımlarla, katliamlarla, suçlarla dolu değil mi? Zihinlerimiz, kuşaklar boyunca bizlere miras kalan unutmamamız gereken şeylerle dolu. Hıncımızı neye yönelteceğimizi bilemeyen, hiç olmadığı kadar görünür ancak hiçbir şekilde iz bırakamayacak bir nesiliz belki de. Bunu da unutmayalım.
Bize miras kalan şeyler sadece maddi değildir. Ailemizden sadece somut şeyler miras kalmaz. Aynı şekilde toplumun bize miras bıraktığı şeyler de soyut olduğu kadar somuttur. Aile ve toplum, yaşanılan coğrafya, sırtlarımıza taşıyacağımız kendimizi iyi ve kötü hissettirecek bir dolu şey miras bırakır. Biz onların içine doğarız. Yaşarken pek az şeyine şahit oluruz, bizden önce yaşananların, bize miras bırakılanların ne zaman gün yüzüne çıkıp da bizi köşeye sıkıştıracağını bilemeyiz.
Lina Meruane’nin yazdığı ve ülkemizde Timaş Yayınları tarafından, Bengi De Sa Matos Paixao’nun çevirisiyle yayımlanan Bir Sinir Sistemi Romanı, kalıtsal ve toplumsal olarak bize miras bırakılanlara odaklanan bir metin. Ailemizden ve toplumdan bize yıkılanlara, farklı bir zemin üzerinden eğilen, kalıtsal hastalıklar yaşayan ve toplumsal sorunların travmatize ettiği bir bireyin ağzından, kendi ailesi (hatta aileleri) ve artık orada yaşamadığı ülkesine dair bir iç dökümü. Hatta bir tez. Bir doktora tezi.
Anlatıcı konumundaki Ella, bir yazma uğraşı içindedir. Akademidedir ve astrofizik alanında “toz hâline getirilmiş fiziksel evren” üzerine yıldızlar, evrenler, galaksiler temelinde doktora tezi yazma çabasındadır. Kendi ülkesinde değildir, başka bir ülkededir. Teslim tarihlerini birkaç kez kaçırmış, yazamamış, ilerleyememiş, tıkanmıştır. Öyle bir noktadır ki, başına talihsiz bir şeyler gelmesini isteyecek derecede bunalmıştır. Hasta olmayı arzular. Hasta olsa, yazamayacak şekilde hasta olsa, sorumluluklarından kurtulacak kadar hasta olsa kendini iyi hissedecektir.
Böyle de olur. Bir sabah bunaltıcı düşlerinden uyandığında omzunda, derisinin altında, daha önce orada olmayan bir yanma hissiyle uyanır. Oturmasını, yazmasını, sonraki evrelerde kolunu kaldırmasını dahi engelleyecek bir seviyeye ulaşır bu rahatsızlık hissi. Beraber yaşadığı erkek arkadaşı El ile beraber bu rahatsızlığın peşine düşerler. Doktorlar görürler, MR’lar, röntgenler çektirirler. Tahliller, tahliller, tahliller yaptırırlar. Sebebi tam olarak çözülemeyen, belki sinir sisteminde bir sinirin sıkışması kaynaklı olabilecek bir rahatsızlığa ulaşma noktasına gelirler. Ama kimse tam olarak ne olduğunu bilemez. Yapılan tahlillerde başka şeyler bulunur. Kanser olduğu ihtimali doğar. Doktor olan baba, ona tüm bu süreçte uzaktan telefonla destek olur. Kanser lafı çoğu şeyi değiştirir. Kimse kanser olmak istemez. Kanser iyi bir şey değildir.
Kitapta Ella ve El adına neredeyse hiçbir şey bilmeyiz. Yaşadığı ülkeleri, babasının, annesinin, üvey annesinin, erkek kardeşinin, üvey ikiz kardeşlerinin, arkadaşlarının ve diktatörlerin adını bilmeyiz. Ölenlerin, topraktan kemikleri çıkanların, hastanelerde işkence edilerek öldürülenlerin adını bilmeyiz. Bunların bir önemi yoktur.
Doktor olan baba, Ella’nın doğumu sırasında eşini kaybetmiştir. İlk Doğan olarak adlandırılan bir erkek çocuğu vardır. Sonrasında baba yeniden evlenir. Anneden de (çünkü biyolojik olmasa da o yetiştirmiştir Ella’yı) İkizleri olmuştur. Biri kız, biri erkek. Kitabın bölümleri, bu aile bireylerinin yaşamlarının farklı dönemlerinde karşılaştıkları hastalıklar, zorluklar ve sınanmaları konu edinen bölümlere ayrılır. Biz bu bölümlerle, toplumun ve ailenin miras bıraktıklarını okuruz.
Adli tıp bilimcisi olan ve ülkenin farklı yerlerinden fışkıran toplu mezarlardan kemik örneklerini inceleyen erkek arkadaşı El, bize toplumun uğradığı şiddeti, diktatörlükle yönetilen toplumun uğradığı kırımları, göçen, göçmek zorunda kalan halkların isimsiz bir şekilde toprağın altında bulunuşunu ve onların aslında kaybolmadığını, orada olduklarını göstermeye çalışır. Biz onları görmeyiz, ölmüşlerdir ancak oradadırlar. Hikâyelerinin anlatılmasını, katillerinin bulunmasını ve cezalandırılmasını beklerler. Tüm dünya cezasızlıkla dolu bir kabirdir. Bunu görürüz. Ne kadar benzer deriz. Tüm dünya koca bir mezarlık, mezarda isimsiz şekilde yatanlar, maktuller cellatlarını işaret ederler. Ancak onlar cezasızdır. Toplumların miras bıraktığı biraz da budur, deriz kendimize. Biz cezasızlığı sırtımızda bir miras olarak taşırız.
Acımasızca kendine kötü davranan kardeşler, kansere yakalanan anne, doktor olan ama kendi hastalıklarında çaresiz, insanların işkencelerle katledildiği askeri bir hastanede tedavi olmak zorunda kalan bir baba. Ella babasının hastalığı ve tedavi sürecinin iyi gitmemesi, sürekli komplikasyonlara uğraması nedeniyle planlanandan erken döner ülkesine. Hastanede, o hapishane kılıklı hastanede babasının başında kendisiyle, ailesiyle, ülkesinin geçmişiyle yüzleşir. Dev bir monolog hâline ulaşır kitap. Tüm ülkenin içinde kendine yer bulabildiği bir monolog. Suçlular suçlu, suçsuzlar suçsuz, ölüler ölü. Yaşayanlar figüran.
Bir Sinir Sistemi Romanı, bir miras romanıdır. Ailemizden kalıtsal ve manevi olarak bize miras olanlara eğildi kadar, toplumsal olarak maruz kaldığımız miraslara da bakar. Kemikler sayısızca kırılır, kanamalar olur, yaralar kapanmaz, insan hatırlar. İnsan hatırlar. İnsan unutmaz. Bir şekilde hatırlar. Sadece ne zaman hatırlayacağını bilemez. Roman bize bunu gösterir. Lina Meruane, bir nevi her toplumun ve her hastalığın hikâyesi vardır der. Kendine, topluma ve coğrafyasına miras kalanı anlatır. Biz de bir gün, kendi mirasımızı anlatmaya cüret edebiliriz belki… Kim bilir?