Cer Modern. 2010 yılındaki açılışında kültür-sanat dünyasını heyecanlandıran özel bir yapı. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından eski vagon tamirhaneleri ve cer atölyelerinin restorasyonuyla kazanılan ve Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) desteğiyle hayata geçirilen bir kültür vahası.
Geçen yıllar içinde rüştünü ispatladı Cer Modern. Ama sıkıntıları da yok değil. Örneğin Adliye’nin hemen arkasındaki binaya toplu ulaşımla gelebilmek için biraz yürümek gerekiyor. Yürünecek yolun ıssızlığı, gelmek isteyenler için düşündürücü olabiliyormuş ilk zamanlarda. Neyse ki artık ulaşımı dert etmeyecek kadar tanınmış bir merkez burası.
Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın buraya verdiği destekleri bilmeyen yok. Örneğin beş yıllık bir süre için doğalgaz ve elektrikte yüzde onluk bir indirim kolaylığı sağlanmış. Bu süre bitti ne yazık ki.
Giderleri tahmin etmek zor değil. Peki Cer Modern’in gelir kaynakları neler? Mağazası, özel toplantılar, konferanslar, restoran ve katering hizmetlerinden elde edilen gelirler ve sergi giriş ücretleri. Arka taraftaki otopark işletmesi de gelir hanesine katkıda bulunan kalemlerden.
Soğuk ama güneşli bir Pazar günü, Cafe Modern’de oturuyoruz. Ankaralılar kahvaltı için burayı tercih etmekte haklı. Hem gıdalar güzel hem de ortam. Muhabbet, mutluluğu gösteriyor zaten.
Biz de, Cer Modern’in yönetici ortaklarından Helün Fırat’la derin bir sohbete dalıyoruz. Her an burası için neler yapabileceğini düşünen, sözünü sakınmayan bir kültür-sanat aşığı Helün Fırat. “Yola çıkışının beşinci yılında Cer Modern ne durumda?” diye başladığımız sohbet, aktıkça akıyor.
Ankara’daki özel sektör destekliyor mu sizi?
Hayır.
Neden? Burada sizin de eksikleriniz var mı?
Mutlaka vardır. Öncelikle buranın yapısına bakmak lazım. Bir özel işletmeden söz ediyoruz. Ama bu tip destekler konusunda sadece Ankara’da değil, tüm Türkiye’de bir “düşünce değişimi”ne ihtiyacımız var. Örneğin biz İstanbul’da da çok sayıda sponsorluk görüşmesi yaptık. Aldığımız cevap genelde şu oldu: “Biz taşra düşünmüyoruz!” ‘Taşra’ vurgusu tümüyle bir küçümseme içeriyor. Tuhaftır, taşra gerçekliğinin bile farkında değiliz. Başkentin küçümser ifadeyle ‘taşra’ olarak anılması bir yana, Ankara’dakiler de kendilerini böyle görüyorlar. Yıllar içinde yerleştirilmiş bir “Merkez İstanbul’dur” algısıyla başa çıkmak zor. Yine de umutsuz değiliz, Ankara’da da bir sponsorluk sisteminin yavaş yavaş oturacağına olan inancımız sürüyor. Ayrıca şehirdeki başka kültür-sanat etkinlikleri ve bunların gördüğü ilgi de umudumuzu artırıyor. Örneğin Ankara Film Festivali’nin yarattığı heyecanı önemli buluyoruz. Kısacası hem umut besliyoruz hem de bu konuda kendi hatalarımızı görüp gidermeye çalışıyoruz.
Peki şu meşhur “Merkez İstanbul’dur” algısı sizde de var mı?
Asla. Açıkçası ‘taşra’yı küçümser bir ifade olarak kullananların diline yenik düşmeye niyetim yok. Bunu sadece Ankara için değil bütün Anadolu için söyleyebilirim.
Ankara Film Festivali dediniz az önce. Benim de çok önemsediğim bir festival. Oradan yola çıkarak şunu sorabilirim. Ankara’da kültür-sanata aklını, ruhunu ve emeğini yatıran kurumlar arasında bir uyum, bir paylaşım var mı? Yani şu saçma algıyı kırmak konusunda birlik olabiliyor mu Ankara? Yoksa herkes kendi ‘iktidar alanı’nı bırakmamanın savaşını mı veriyor?
Hangi alanda yok ki o iktidar mücadelesi. Ancak böyle düşünenler şunun farkında değil galiba. Böyle bir mücadele aslında büyük resme zarar veriyor. Kültür-sanat alanında zenginleşmenin önüne geçen bir mücadele bu. Biz bu konuda kendimizi de eleştirmekten geri durmuyoruz. Bu ‘taşralaşma’ meselesinin bir de yerel yönetimler ayağı var. Yerel yönetimlerin kültür-sanattan ne anladıkları, nasıl bir destek yapısı belirlediklerinin de incelenmesi gerekiyor açıkçası.
Peki bir özel şirket olarak neler istiyorsunuz?
Sponsorluk kurumunun gelişmesini istiyorsak sponsorluk yasasının kapsamının mutlaka genişletilmesi gerekiyor. Bu desteklerin kurumların gelir ve kurumlar vergisinden yüzde yüz indirilebilmesi sağlanmalı. Sergiler açısından konuşursak ‘devlet güvencesi’ önemli bir konu. Yurtdışından getirteceğimiz bir sergide devlet güvencesinin varlığı elimizi çok güçlendirecektir.
Yerel yönetimlerin kaynak artırımına gitmesi ve bunu şeffaf bir şekilde yapması da önemli galiba...
Kesinlikle. Bakın Ankara özelinde bir başka konu var. Altındağ bölgesi, şehrimizin tek ‘Müze Adası’ olabilecek bölgesi. Yurtdışında bu müze adalarının çokça örneğine rastlamışsınızdır. Bu ilçenin içinde tam on altı müze var. Birbirlerine en fazla beş-on dakikalık yürüme mesafesine yerleşmiş tam on altı müze. Bizim burada iki tane sightseeing otobüsümüz var, belediyenin tahsis ettiği. Ama bunların hiç bir işlevi yok. Oysa metro çıkışında bu müzelerin arasında ring seferi yapacak bir sistem kurulsa, yürüyüş hattı belirginleştirilse ve turistik bir rota haline getirilse işleyiş çok daha etkili olur. Biz bunun lokomotifi olmak, diğer müze müdürlerini de bir araya getirmek ve bölgedeki bütün müzeleri ilişkilendirmek istedik. Henüz olmadı ama vazgeçmiş değiliz. Kalkınma Ajansı ile görüşmelerimiz devam ediyor. Zaten bu noktada esas sorumluluk ve farklı birimlerin koordinasyonu işi Kalkınma Ajansı’na düşüyor. Ankara son yıllarda bir AVM cenneti oldu. İnsanlar buralara gitmekten başka yapacak bir şey bulamıyor. ‘Müze Adası’ bütün Ankaralılar için bir nefes alma alanı olacaktır.
Gerçekten de nefes alma alanları kalmadı mı?
İnanılmaz bütçelerle yapılan ‘shopping fest’ için bir nefes alanı diyebilir miyiz? Kimseye katkısı olmayan bir etkinlikten söz ediyorum. AVM’lere, o büyük markalara da katkısı olmayan bir festival. Bir mankene sadece açılış gongunu çalması için verilen paraları duysanız dudağınız uçuklar. Dünyanın hiçbir yerinde böyle festivaller diğer bacakları olmadan yapılmaz. Kültür-sanat etkinliklerinin de içinde olmadığı bir festival, nasıl nefes alma alanı olabilir ki? Oralara harcanan paranın onda birini, Ankaralı on tasarımcıya verseniz bile, sonraki yıllar için hem bir katkı hem de bir cazibe yaratmış olursunuz. Bütçenin geri kalanıyla neler yapılabileceğini söylemiyorum bile. Ama biz ambalaja yenik düşen bir algıyla ilerliyoruz.
Ama bu bakış açısı elitist bulunacaktır.
Konuya oradan bakmıyorum. Popüler müzik konserleri düzenliyor belediye, düzenlemesinler demiyoruz ki. Ama oralara harcanan paraların çok daha düşüğüne bir caz konseri de düzenlenemez mi? Yani çok daha kapsayıcı ve geniş çerçeveli bakılamaz mı konulara?
Peki İstanbul’daki özel kurumlarla ya da vakıflarla ilişkileriniz ne durumda?
Özel bir beklentimiz yok. Ama daha fazla etkileşim halinde olmak isterdik. Kimi sergilerin Ankara ayağı olmak bizi heyecanlandıracaktır. Galerilerle daha rahat çalışıyoruz. Ama büyük çaplı ve maliyetli sergilerde belki bir paylaşım düşünülebilir. Çünkü burası sergileme konusunda hiçbir sıkıntısı olmayan bir mekan. Hatta samimiyetle söyleyeyim, kimi zaman İstanbul’da buradaki gibi bir sergileme mekanı bulunamıyor. Munch/Warhol sergisinde bu durumu yaşadık örneğin.
Ama ne yaparsanız yapın merkez İstanbul olacak.
Bunula ilgili de bir sorunumuz yok. Biz her zaman şöyle diyoruz: İstanbul salonsa, Ankara mutfak. Mutfak olduğunu bilen bir şehir, dünyadaki mutfak şehirlerle yarışır. Önemli olan bunun karşılığını görebilmek.