Basit sözcüklere ihtiyacım var. Arkadaşım, kardeşim Adnan Azar 10 Ocak 2014 günü öldü.
Adnan’ın ilk şiirini yayımladığı 70’li yılların ortalarında, öldürülmekten çok, arkadaşlarımızın öldürülmesinden korkardık. Arkadaşlarımız öldürülüyordu biz yaşarken. Ölüm ancak bir başkasının üzerinden tarif edilebilen bir yokluk duygusuydu. Hayatımızı fark etmekten aciz olduğumuz için mi? Herkes kendine göre cevap versin bu soruya.
Şimdi artık arkadaşlarımız ölüyor. ‘Tören Provası’nda Sraffa’ya söylettiğim gibi “Arkadaşlarımız ölüyorlar.” Sonra? Sonrası yine Sraffa’nın dediği gibi: “…ve doğmuyorlar. Bunu biliyor musunuz?”
Biliyor musunuz biz, yirmili yaşlarımızda yüksek sesle konuşmayı seviyorduk. Hayat o kadar gürültülüydü ki, sesimizi duyurmak için bağırmak zorunda kalmıştık. Bir tek Adnan susuyordu. Biz onun sustuğunu zannedecek kadar acemiydik, o, sustuğunu bir anlayan çıkar umuduna yapışacak kadar saf. Bunu, Unutmak Suları’yla başlayan şiir yolculuğu fazlasıyla anlatıyor bize.
Sürekli kendi kendine konuşan, sözcüklerden başka hiçbir arkadaşı olmayan bir çocuk var orada. Kendi uğultusuna kimseyi ortak etmeyen, yalnızlığına kimseyi bulaştırmayan bir çocuk… “Sözüm yok” demesi bir şiirinde, en çok bu yüzden.
Adnan’ın militan bir okuru olarak söylüyorum. Hayat boyu öğrencisi olduğu okulda, edebiyatın ‘ne söylemek’ değil, ‘nasıl söylemek’ olduğunu erken yaşlarda öğrendi. Tamamlanmamış son şiirine kadar buna sadık kaldı. Adı şiir hanesine yazılmış birçok kalem erbabı bilmez o okulu. O okulun öğrencileri, bir gün mezun olmak için kaydolmazlar oraya. Adnan’ın da sahiplendiği edebiyat terbiyesi, öğrencisine ‘Şair’ lisansı vermez. Bir şiirle bir ömür boyu yaşamakta neşe bulmasını, acısıysa eğer ona da katlanmasını bilen tevekkül sahibidir onlar. Onlara, tek bir şiirle hayatın hakkını vermek için yaşamak, fazlasıyla yeter. Bırakın bir tek şiiri, tek bir sözcüğü bile değiş tokuş etmezler.
Adnan’ın genç kardeşleri, dönüp buraya bir daha baksın isterim. 30 Aralık günü Sokullu’da bana söylediği gibi, “Bu ülkede ilk kez bir şair ölmüyor.”
Sonra o gün, “Adnan” diyorum, “Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya; bana aynı gün ölmüş gibi geliyor hep. Bunu yeni düşünmeye başladım.”
“Ya hak’katen doğru be” diyor. “Hak’katen” sözcüğü ağzından benim vurgumla çıkıyor. Biraz da kafa buluyor benimle.
Behçet gittiğinde Erhan gitmeyi kafaya koymuştu. Bunu Adnan’la paylaşıyorum. Erhan gittiğinde de Adnan valizini toplamaya başlamıştı. Bunu ona susuyorum.
Ne mi vardı o valizde? En büyük aşkı edebiyat. Sadece çok geç tanıdığı için hayıflandığı Filiz, en yeni ve en küçük arkadaşı Elif. Hazal tabii ki.
10 Ocak 2014 akşamı Acil Servis’in raylı kapısı açılıp Filiz’i gördüğümde anladım ki Behçet, Erhan ve Adnan aslında aynı gün bizi terk ettiler.
Şimdi benim de sözüm yok; işte yüzüm, işte akşam.
Adnan Azar’ın cenazesi yarın öğle vakti Ankara Gazi Mahallesi Merkez Camisi’ndeki cenaze töreninin ardından toprağa verilecek.
Adnan Azar: Şair, yazar ve sinemacı Adnan Azar, 1956 yılında Rize Çayeli’nde doğdu, TED Kayseri Koleji’ni ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nü bitirdi. Bir süre ODTÜ’de sosyal bilimler dalında öğrenimini sürdüren Azar’ın şiir ve öyküleri ilk olarak farklı dergilerde yayımlanmaya başladı. 1976’dan beri E, Gösteri, Şiir-lik, Yarın, Yazko, Varlık gibi dergilerde eserleri yayımlanan Azar, kısa filmler ve televizyon dizileri de çekti, 1991’de çektiği ‘Batık Aşklar Müzesi’ Altın Koza En İyi Kurgu Ödülü’nü aldı.
Akif Kurtuluş/Radikal-12.01.2014