Yürekten kedisever şairimiz Ülkü Tamer’in Sabah’taki köşeyazılarının çoğu kedilerle ilgilidir. 27 Temmuz Pazartesi günkü yazısı ise kedisevmezlerden haklı bir şikayetti: “Kedisever millet olduğumuz söylenir. Palavra. Kediseverlerin şamatası daha fazla olduğu için öyle sanılıyor. Yavru kedi alıp azıcık büyüyünce sokağa atanlar... Kedi cenneti sayılan, daha doğrusu sanılan Topağacı'nda bile zulmün daniskası var. Kuaförü bahçede kedi görürse kafasını taşla parçalayacağını söyler, kapıcısı apartman temizliğini bırakıp kedi temizliğine girişir. En kedisever millet hangisiymiş, biliyor musunuz? Ben yeni öğrendim. Japonlarmış. Kedinin uğur getirdiğine, mutluluk getirdiğine inanırlarmış. Japon Budistleri ölen kedileri öteki dünyaya törenlerle yolcu ederlermiş. Tokyo'da kedilere adanmış bir tapınak bile varmış. Kedi resimleriyle, heykelleriyle, rölyefleriyle dolu tapınakta rahipler "göçmüş kediler" için her gün dua ederlermiş.
Ey Bilge Karasu... Yoksa sen de Japon muydun?
Cihangir Firuzağa’daki Asmalı Kahve’ye entel turistler gelmeden sabah erkenden gidip oturduğumda duyduğum muhabbetler bile, Ülkü Tamer’in Topağacı için söylediklerini Cihangir için de aratmıyor. Mahallemizin pek radikal, pek muhalif insansever, hayvansever kimi şahsiyetlerinin bile kedilerden şikayet ettiiğini duyunca kulaklarıma inanamamıştım. Sözgelimi, apartmanların önüne kediler için konan su ve mama kaplarından şikayet ediyorlardı, ki bunu yapanlardan biri de benim ve bu yüzden apartmanımızın pek muhterem evsahipleriyle yıllardır ‘kedi- köpek’ gibiyiz!
Tesadüfen iki kitabı aynı anda okudum: Fransız yazar Catherine Pinguet’nin “İstanbul’un Köpekleri” (YKY, Haziran 2009, Çev: Saadet Özen) ve ünlü Alman mutasavvıf Annemarie Schimmel’in “Şark Kedisi” (Ötüken, 2009, Türkçesi: Senail Özkan). İlki bir ‘zihniyet çekişmesi’nin en önemli figürlerinden olarak görülen sokak köpeklerinin Sivriada’ya sürülmesi ve itlaf edilmesinden hareketle, bilhassa Osmanlı’da ve ikincil olarak da Batı’da ve Doğu’da köpeklere bakışı tarihsel olarak anlatan bir çalışma. 12 yıl İstanbul’da yaşayan Pinguet’nin dilindeki şefkat ve merhamet hemen seziliyor, kitabın önsözünü yazan Jean-Michel Belorgey’in dediği gibi “Catherine Pinguet köpekleri sever. Tıpkı kedileri-pek çok kediiyle hayatını paylaşmıştır- ve daha başka hayvanları da sevdiği gibi. Mesafeli bir zevk duyarak değil, hayvanların dünyadaki varoluş biçimlerine, kendi aralarında ya da insanlarla birlikte topluluklar oluşturma, eğlenme, acı çekme hallerine dikkati de içeren bir şefkatle.”
Elbette çevirinin de başarısı da bu şefkati duyurmada rol oynuyor, ‘mesafeli bir zevk’ ise tam aradığım kavram. Kediyi köpeği böyle
sevenlerin yalnızca ev köpeklerini ve ev kedilerini sevdiğini, daha doğrusu yalnızca ‘sahip’ oldukları hayvanları sevdiğini, sokak hayvanlarına neredeyse düşman olduğunu düşünüyorum. Pozitivist bir anlayışın itlaf etmek, İstanbul’dan sürmek istediği ve Batılılaşmanın ancak böyle gerçekleşebileceğini düşündüğü bir ortamda,ki işe ünlü düşünür, Batılılaşma önderi, eski İttihatçı Abdullah Cevdet de karışıyor ve İstanbul’un sokak köpeklerinden temizlenmesini istiyor, Mısır sürgününde yazdığı “İstanbul’da Köpekler” risalesinde bunun gerekçelerini açıklıyor. Fakat halk, sokaklarının bekçisi olan, bir anlamda da o zaman ‘dört ayaklı belediye’ denen sokak köpeklerine sahip çıkıyor, onları besliyor. Yani köpekler üzerinden otoriteye bir direniş sözkonuusu. Herkes Abdullah Cevdet değil tabii, ‘azılı köpek muhibbi’ Mavroyeni Paşa, Köpekçi Hasan Baba ve ünlü şairimiz Neyzen Tevfik gibi ünlü köpek dostları da var. Mernuş adlı köpeği ölünce Bakırköy Akıl Hastanesinin bahçesine gömülür ve Neyzen ona çok dokunaklı bir şiir yazar.
Kedi ise Mısır’da kutsal bilinir, benim de ilk kedimin adıydı. Hazreti Muhammed’in kedi sevgisine ilişkin sayısız rivayetten ötürü İslamiyette de ‘mübarek bir hayvan’ olarak sevilir, benimsenir. Annemaire Schimmel’in kitabı, Goethe’nin Doğu Batı Divanı’ndaki “Kısmetli Hayvanlar” bölümünde cennete girecek olan dört hayvanın sözkonusu edildiği şiirle başlıyor. Orada adı geçen Ebu Hureyre, evinde 30 kedi besleyen ve bu yüzden Hazreti Muhammed’in onun için özel bir dua ettiği ‘kedi babası’. Kedi üzerine Şark’ta ve İslam’daki tüm kadim söylenceleri, korkuları, kimi şiirleri toplayan eşsiz bir kitap “Şark Kedisi”, kutsallığı yanında bir ‘demon’ olarak da kediye yer veriliyor, şeytani şöhretine de değiniliyor. Onun arslanın teyzesi, kaplanın amcası olduğunu da öğreniyorsunuz.
Kediler köpekler kendi aralarında çekişiyorlar ama daha da önemlisi onların üzerinden bir Batı-Doğu çekişmesi, iktidar-halk karşıtlığını görmek de mümkün. Köpeklerin itlafını Jöntürkler isterken halk sahip çıkıyor onlara, oysa İslam’da da köpek pek makbul bir hayvan değil, namazı bozuyor, ibadet için pis görülüyor, oysa kedi sevgisinin imandan geldiği kabul ediliyor. Resmi İslam da köpeğe pek iyi gözle bakmazken halk İslamı onu sahipleniyor, koruyor. “İstanbul’un Köpekleri” kitabının sonunda Cihangir’in ünlü köpekçisi Kilimci Osman’la ilgili bir bölüm var. Yazar bu kitabı yazmaya Osman’ı tanıdıktan sonra karar vermiş. Osman da bu kitabın çıktığını duymuş, bir kitap aldım verdim Osman’a. Ne ilginç, tam da Taksim İlkyardım’ın karşısındaki İctihad Sigorta binasının girişinde oturuyordu köpekleri ve kedileriyle. Cağaloğlu’ndaki İctihad Evi’nde ‘İctihad’ dergisini çıkaran Abdullah Cevdet bu vaziyeti görse kimbilir neler düşünürdü?