Gabriela Cabezón Cámara’nın Arjantin edebiyatının kurucu metinlerinden sayılan El Gaucho Martín Fierro destanını yıkarak feminist bakışla yeniden kurguladığı romanı Iron Karı’nın Maceraları Roza Hakmen çevirisiyle İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Ataerkil tahakkümü ve kapitalizm aldatmacasını hedef alan kitap asıl uygarlığa ulaşmayı konu edinen modern bir kurgu niteliğinde.
Gabriela Cabezón Cámara, 1968 yılında Buenos Aires’te doğdu. Türkçeye henüz çevrilmeyen La Virgen Cabeza (2009), Le viste la cara a Dios (2011), La Isla de la Luna (2012), Romance de la Negra Rubia (2014) ve Y su despojo fue una muchedumbre (2015) gibi eserleriyle Çağdaş Latin Amerika yazınında yer edindi. 2013 yılında UC Berkeley’de misafir yazar olarak dersler veren Cámara feminist aktivist olmakla birlikte kadın cinayetlerini durdurmak amacıyla kurulan NiUnaMenos’un da öncülerinden oldu. Arjantin edebiyatının kurucu metinleri arasında sayılan José Hernández’in 1872 yılında yayımlanan yapma destanı El Gaucho Martín Fierro’yu yıkarak yeniden kurduğu romanı Iron Karı’nın Maceraları yakın zamanda Roza Hakmen çevirisiyle İthaki Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Bu bağlamda ilkin Arjantin yazınında “gaucho” adı verilen sığır çobanlarını anlatan edebi türden bahsetmek yerinde olur. Önceleri, Arjantin’in tabiî unsurlarının ön planda olduğu bu şiirler zamanla dönüşüme uğramış, gaucho Avrupa’nın şövalye tipine paralel olarak kahraman bir rol model hâline gelmiştir. Böylelikle pastoral kimliğini kaybeden gaucho, efsanevî özellikler kazanarak özgün bir medeniyetin simgesi olmuştur. Bu edebi gelenek ise 19. yüzyıldan itibaren kabaca iki kolda süregitmiştir: İlki, yüzyılın başlarında Arjantin’in kurtuluş mücadelesi döneminde millî unsurları ön plana çıkaran “yerlici şiir” olarak adlandırılır. Bu şiirlerde gaucho ulusal kimliğin bir parçası olarak kabul edilerek kurtuluş ideolojisine cevap veren bir tip olarak karşımıza çıkar. Arjantin’in 1816 yılında bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte ülke Avrupa tarzında bir gelişme evresine girer. Bu bağlamda uzun müddet Arjantin kimliğiyle bütünleşen gauchoların varlığı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Böylelikle Avrupa tarzı sanayileşmeyi ve Avrupa tarzı eğitimi, başka bir ifadeyle modernleşmeyi hicveden ikinci kol doğar. Yüzünü Avrupa’ya dönerek moderniteyi savunan dönemin devlet başkanı Domingo Faustino Sarmiento’yu hedef tahtasına oturtarak gauchoların erdemlerini vurgulayan Martín Fierro destanı ise bu türün en başarılı örneklerinden biri olarak kabul edilir. Ancak millî edebiyat kanonu içerisinde yer alan her eser gibi bu eser de ataerkil zihniyetle yazılmıştır. İşte, Gabriela Cabezón Cámara Hernández’in ikinci kola dahil edilen anlatısında ismi zikredilmeyen, kendisinden sadece “karı” olarak bahsedilen kadının başkahramanı olduğu bir kurgu inşa etmiştir. Bu kurguda, Karı ailesi tarafından bebekken terk edilmiş bir beyazdır, yani gringadır. Onu evlat edinen Zenci Kadın ise acımasızdır, çocuğa sürekli kırbaç cezası verir ve onu sürekli döver. Kocası olan Zenci ise küçük kızı taciz ettiğinden dolayı kız, kendi yaşlarındaki Raúl ile kaçmayı tasarlar. Ancak Zenci, kızı kumarda miza olarak sürer ve Fierro on dört yaşındaki kızın sahibi olur. Karı, onu döven, ona çocuk yaşta sahip olarak hamile bırakan Fierro’dan ve sıkça “mezbele” olarak tanımladığı yaşadığı yerden nefret eder. Fierro ve diğer erkekler askere alınınca bunu fırsat bilip köydeki diğer beyaz olan İngiliz Elizabeth (Liz) ile öküz arabasında köyü terk eder. Liz’in amacı ise Arjantin’de toprak almaya giderken kaybolan kocası Oscar’ı bulmaktır. Böylece iki kadının çöl yolculuğu başlar. Nitekim üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümünün adı Çöl’dür. Diğer bölümler ise sırasıyla Kale ve İçeriler başlıklarını taşımaktadır. Karı, yolculuk boyunca Liz’den İngiltere’yi ve İngiliz kültürünü öğrenerek bu ülkeyi idealize eder ve hem Liz’e hem de ülkesine sonsuz bir hayranlık besler. Bu hayranlıkta Liz’e duyduğu romantik hislerin de etkili olduğunu eklemeli. İngiltere bilimin, sanayinin, sanatın merkezi olarak ortaya konur. Yine bu yolculuk esnasında artık kendi ismine kavuşur Karı: Josefina Iron. İngilizce “demir” anlamına gelen bu isim manidardır. Bir yanıyla gücü vurgularken öbür yanıyla Sanayi Devrimi’ne gönderme yapar. Zaten yazar bu tarz bir çift üslup benimsemiştir. İngiltere bir yandan övülürken diğer yandan da hicvedilir. İroni ve hiciv iç içedir.
“Siyah denebilecek kadar koyu kahverengi çay yapraklarının rayihası Hindistan’ın yeşil dağlarından çıkıp İngiltere’ye kadar giderken Buda’nın dünyadaki acılara döktüğü gözyaşının rutubetini de, burukluğunu da korur, çayla birlikte bu acılar da seyahat eder; çayla birlikte yeşil dağlarla yağmuru, ayrıca kraliçenin içtiğini içeriz; kraliçeyi, emeği, çay yapraklarını toplamak için eğilenlerin ve yüklenip taşıyanların ağrıyan sırtını içeriz. Buharlı gemiler sayesinde artık kürekçilerin sırtına inen kırbaçları içmeyiz. Ama kömür madencilerinin nefes darlığını içeriz.” (s.46)
Romanın ilk bölümü bu seyirde devam ederken ikinci bölüm Kale’de yirmi bir subayla yüzlerce gauchoyu çalıştıran Arjantinli Albay’la tanışırız. Bu yaşlı adam, onları sözde uygar yöntemlerle eğiterek kendince modern bir çiftlik kurmuştur. Gaucholar her sabah spor yapar, tıraş olur, temiz kıyafetler giyer, sanat dersleri alır ve nizami bir şekilde çalışır. Sarhoş olmamaları için onlara verilecek alkol miktarı dahi belirlenmiştir. Ancak tüm bu oluşum şeklen moderndir çünkü gaucholara ücret ödenmez. Üstelik işkence ve idam cezası da söz konusudur. Albay, her fırsatta onların ne kadar ilkel olduğundan bahsederek bilim, akıl gibi kavramlardan dem vurarak ilerici biriymiş gibi davranır. Oysa kendisi esasında kabadır, etrafındakilere karşı ağzı bozuktuk, üstelik mütemadiyen alkol kullanır. Öyle ki sık sık düşer, bayılır ve bir taraflarını patlatır. Birçok genç karısı vardır, gözünü şimdi de Liz’e dikmiştir… Romanın bu bölümünde ağırlıklı olarak çarpık modernleşme ve modernleşme kisvesi altında kendi ceplerini düşünen yönetici takımı hedef alınır. Öte yandan oryantalist zihniyet de hicivden nasibini alır. Albay’ın kaleye getirilen bir halk ozanının -sonradan öğreneceğimiz üzere Fierro- şiirlerini çalarak kendi imzasıyla kitaplaştırması ve halk şiirine öykünerek kaleme aldığı metinlerde gerçeği çarpıtması. Çarpıtılan bu gerçek de yerlilerin acımasız vahşiler ve sürekli düşman olarak betimlenmesidir. İktidar, kendi erkini pekiştirmek, kitleleri kolayca yönetmek için bu barışçıl halkı milliyetçi söylem çerçevesinde düşman olarak kurgulamıştır: “Söyledim ya Liz; ulusun kalkınmak için bu topraklara ihtiyacı var. Gauchoların da tam Arjantinli olmak için bir düşmana. Hepimizin ihtiyacı var. Ben vatanı toprakla, savaşla ve kalemle kuruyorum, anlıyor musun?” (s.120-121)
Son bölüm olan İçeriler’de ise iki kadın, ilk bölümde tanışmış ve yolculuklarına dahil etmiş oldukları çoban Rosario ile kaleden ayrılırlar. Böylece, Oscar’ı bulmak için yerlilerin yaşadığı İçeriler bölgesine doğru yola koyulurlar. Bu bölümde ise cinsiyet ayrımı olmayan, eşitliğin hüküm sürdüğü, barışçıl bir toplum inşası konu edilir. Asıl uygarlığa İngiltere’de değil kabile hayatında erişirler. Bu bölümün yazarın ütopyası olduğunu söylemek, fazla kaçmaz. Böylelikle Gabriela Cabezón Cámara, milliyetçi diskura paralel gelişen ataerkil söylemi yıkarak modern bir anlatı yaratan bir yazar olarak karşımıza çıkar.