15 ŞUBAT, PERŞEMBE, 2018

Atwood'un Dilinden Aynanın Karanlığıdır Baktığımız

Margaret Atwood’un gerçek bir hikâyeden yola çıkarak kaleme aldığı, 19. yüzyıl eleştirisi altında okuyucusunu suçun toplumsallığı içine çektiği romanı Nam-ı Diğer Grace üzerine bir yazı. 

Atwood'un Dilinden Aynanın Karanlığıdır Baktığımız

Grace Marks, 1840’larda yaşamış, cinayetten hüküm giymiş bir kadın. Onun hikâyesi: İrlanda’dan Kanada’ya göç yolları, ev içinde baba tahakkümü, kaçışla birlikte -mümkünse dönemin kadına uygun işlerinden birinde- zorunlu çalışma… Sonrası cinayet, yargılanma, suçlanma, affedilme…

Margaret Atwood, Grace‘in hikâyesiyle Viktorya Dönemi’nin Kanadalı şair-yazarı Susanna Moodie etkisinde tanışır. Atwood, 1970 yılında onun şiirlerini Susanna Moodie’nin Günlükleri’nde yeniden yorumlar. Kanada’yı dolaşarak gözlemlerde bulunan Moodie, Grace’i kaldığı hapishanede ve daha sonra akıl hastanesinde ziyaret eder. Atwood ise 1996 yılında Nam-ı Diğer Grace romanını tamamlar ve bu üç kadının yolu böylelikle kesişmiş olur.

​Romanın akışı çoğunlukla Grace’in ağzından olsa da Atwood, Susanna Moodie’nin gözlemlerine, hem de romanın konusu olan cinayetin etrafındaki kişilerin gazete ya da anılarındaki tanıklıklarına başvurur. Ne de olsa bu ayrıntılar, duruşma kayıtlarıyla birlikte bu hikâyeden bugüne düşen kalıntılardır.

“Bildiğimiz şeyler olarak algıladıklarımız, bu karanlık mahzende saklananların bir parçası yalnızca.”

Atwood, parçaların aralarındaki boşlukları geçmişin kurgusuyla örer. Yazmaya hazırlık aşamasında ekip oluşturarak etraflıca arşiv çalışması yapmaktan da geri durmaz. Bu sayede tanıkların ifadelerindeki çelişkilerin izini titizlikle sürdüğünü, hikâyenin bilinmeyen, gölgede kalan kısımlarında içinden gelen sesi dinlediğine inanıyorum.

Hikâyenin evrensel nitelik taşıdığını bölüm aralarına yerleştirdiği şair ve yazarlara ait alıntılarla hatırlatır. Nitekim, Edgar Allan Poe “…demek ki, güzel bir kadının ölümü, hiç tartışmasız bu dünyadaki en şiirsel konu…” derken belki de Atwood’un Grace’i yazmak istemesinin nedeni sezilir.

Asıl Katil Darbeyi Vuran Değildir

Viktorya Dönemi’nde İngiltere’nin sanayileşme serüveninden Kanada’da da payını alır (1837-1901). Gelir adaletsizliğinin boyutlarının artmasının yanı sıra kölelik, kadının toplumdaki yeri gibi temel sorunlar devam eder. Bir yanda kilise kanunları, diğer yanda bilimin kesinliği arasında çelişki had safhadadır. Şehirleşmenin farklılaştırmaya başladığı gündelik hayat ise Grace’in gençlik yıllarını yaşadığı taşraya pek uğramaz. Elektrik, kanalizasyon gibi icatlar henüz yoktur. Kadın statü sahibi eşlerdense evi yönetebilir, değilse göreceği hizmetler bellidir.

Yine de sisteme karşı sert eleştiriler kendini gösterir, özellikle kölelik karşıtı hareket, baskıcı rejime sesini yükselten, hala geçerliliğini koruyan fikirler ve eserler ortaya çıkar. John Stuart Mill, Thomas Clarkson, Charles Darwin, Thomas Hardy, Charles Dickens, Nathaniel Hawthorne bugüne iz bırakmış isimler arasından benim ilk rastladıklarım.

Romanın bölüm başlıklarından biri olan satırlar ise Emily Dickinson’a ait:

“Kendi ardımızda gizlenmiş kendimizdir-
En ürkütücü olan-
Evimizde saklanan caninin
Salacağı dehşet hiç kalır yanında…” Emily Dickinson, Mahpus, 1845


Atwood’un dönem anlatısındaki taşra, henüz yaşam tarzını değiştirmemiş olsa da özgürlük yanlısı söylemlerden haberdar. Kadınların düzenlediği ev toplantılarında hoşgörü yanlısı din görevlilerinin desteği, bilimdeki gelişmeler ve ruh çağırma seanslarının karması olan oturumlar yenilikçi düşüncelerin moda olduğu için ilgi çektiğini akla getirir. Aslında Grace’e ağlarını ören de yardım eli uzatan da birbiriyle tezat görünen benzer koşullar.

Dr. Simon Jordan, Atwood’un Grace’in yaşadıklarını yeniden yazımında onu kurtarmak isteyenlerin kendisinden olumlu görüş vermesini beklediği genç ve hırslı bir psikiyatristtir. Grace’in hikâyesini bize onunla olan etkileşimi üzerinden aktarır.

Olayları anlatırken cinayetin işlendiği anı hatırlamamakta, oysa göçten önceki aile yaşantısından, hizmetçilik yaptığı günlerdeki görevlerine kadar pek çok şeyi ayrıntılarıyla anlatabilmektedir Grace. Anlatısına dahil olan iç seslerin ona dair neyi sembolize ettiği üzerinde düşünülmeye değer. Kendisinden farklı kimlikte olan kadınları belki kendi yaratmış, belki etkilerinde kalmış olabilir.

​Atwood’un deyimiyle hafıza kaybı hatırlamanın boğulmasıdır. Romanın içinde asılı kaldığı zaman ve mekânda ise cinayet vakası üzerindeki perde, danışan ve danışman ilişkisinde aralanmaya çalışılır. Geçmişte ne olduğuna ölenler ve öldürmekle suçlananlar dışında kimse hâkim değil. Grace’in bilinçli ya da bilinçsizce ne kadarını ne ölçüde anlattığından emin olunabilir mi? Doktor, bu sorunun peşinde kendiyle mücadeleye girmeye başlar.

Desenler Söylenmeyenleri Fısıldar

Grace, terapide konuşurken bir taraftan da elindeki dikişle uğraşır. Evin hanımları için yaptığı desenli yorganların her birinin farklı anlamları vardır: Onun deyimiyle insan hayatındaki önemli olaylar, ölüm de dahil, yatakta gerçekleştiğinden göründüklerinden fazlasını taşımaktadır. Doktor’un ilk tanıştıklarında çağrışım yoluyla unuttuklarını hatırlaması için gösterdiği elmadan yola çıkarak sonunda kendi desenini seçer:

“Bu yorgan deseninin adı Cennet Ağacı ve her kim koymuşsa, farkında olmadan doğru adı bulmuş, çünkü Kitab-ı Mukaddes’te Ağaçlar demiyor. İki ayrı ağaç olduğunu söylüyor, Hayat Ağacı ile Bilgi Ağacı; ama bence tek bir ağaç vardı ve Hayat Meyvesi ile İyilik ve Kötülük Meyvesi aynıydı. Bu meyveden yerseniz ölürsünüz, ama yemezseniz de ölürsünüz; gerçi meyveden yemişseniz, ecel geldiğinde o kadar da kör cahil olmayacaksınız demektir.”

16 yaşında bir genç kızdan popüler kadın cani yaratılmış, vakayla ilgilenenler meraklarının peşine düşmüşler. Bana kalırsa romanın işaret fişeği tam burası olmalı. İnsanlar, nasıl geçmişte insan üstü varlıkların efsanelerini, mitleri nesilden nesile taşımışsa, Grace’in hikâyesinin kamuoyunda yankı bulmasının da mitlere bağlanma ihtiyacı ile ilgisi var. Bugünün koşullarında çocuk denilebilecek yaşta genç bir kızın, şeytanlaştırılması da melekleştirilmesi de onun için ağır yük. Hatta ondan kendi gibi olmasını -bugüne ait dilde kendini gerçekleştirmesini- beklemek, nafile çaba olurdu. Bütün uzuvlarıyla karaya zincirlenmiş bir insandan yüzmesini bekleyemezsiniz! Kitaptaki bu ruh hali, beni Adler’in sözlerine götürdü:

“Medeniyet, mensubu olan insanların yarısı küçük görüldüğü müddetçe asla tam anlamıyla bütünlüklü bir hal alamayacaktır.”

Nam-ı Diğer Grace
ya da romanın içine kimi yerleştiriyorsak adı o olsun, doktora anlattığı hikâyesini kendi istediği gibi kurgulamakta özgür, maruz kaldığı rollere ya da kendisine sunulan mutlu son seçeneğine itiraz edemeyeceği derecede hem de. Hakikat karanlıkta kalmış, şekil değiştirmiş. Belki de bu yüzden rüyasında gördüğü göz alıcı şakayık çiçekleri kumaştandı…

İllüstrasyon: Matteo Berloco

Görseller: "Alias Grace" adlı diziden alınmıştır. 

0
11401
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage