FUTBOL BİR AŞK, Halit Kıvanç NTV Yayınları
Kitabına çok kısa bir girizgâhla başlıyor Halit Kıvanç. Dolu dolu yaşadığı ömründe futbolla kesişmeyen bölümler bu kitabın konusu değil. Tarihin ilk Dünya Kupası’ndan da söz ediyor; ilk kez anlattığı maçı, dünyada Pele ile röportaj yapan ilk gazeteci oluşunu, efsanevi Fener-Cimbom-Beşiktaş derbilerini de aktarıyor okuruna. Kore’ye 7 attığımız, Almanya’dan 8 yediğimiz maçları sanki dün oynanmış gibi aynı heyecanla ve kimi zaman da orijinal kayıtlardan alıntı yaparak sıralıyor Kıvanç. 1954’te yerinde izlediği Dünya Kupası’nda çok da başarılı olamayan Türkiye Milli Futbol Takımı için, "Bir dahaki sefere daha iyisini yaparız," demiş o zaman Kıvanç. Ama, "Bir dahaki sefer için 48 yıl beklememiz gerekeceğini nereden bilebilirdim ki?" diye soruyor bu ilk kupadan tam 60 yıl sonra yazdığı kitabında.
Ardı ardına dizilmiş, ama anakronik kısa bölümlerden oluşuyor kitap. Öyle bir hava ve tempoda kaleme almış ki anılarını, arada sanki okuruna “Burayı unutmayalım, döneceğiz,” deyip onlarca yıllık bir zaman yolculuğuna giriveriyor. Not düştüğü yerlere de illa ki dönüyor usta isim. Tabii kaçınılmaz olarak birçok maçı da tekrar anıyor Halit Kıvanç. Kendi deyişiyle, en sevdiği, en çok anlatmak istediği şey de gol. Kıvanç’a göre bütün insanlar dünyaya gol atmak için gelmiş. Öyle ya da böyle, metaforik bir topun peşinde, gol atmanın peşinde geçiyor ömür yazara göre.
“Futbol Bir Aşk”, birkaç açıdan entersan bir kaynak olma özelliği de taşıyor. Halit Kıvanç, futbol takımlarımızın peşinde Avrupa’yı köşe bucak arşınlayıp önce radyo, sonra televizyon üzerinden milyonlara maçları aktarırken bir yandan da Türkiye’de medyanın, futbolun gelişimine tanıklık ettiriyor okurunu. Radyolu yıllardan ilk yerli televizyon kanalımız İTÜ TV’ye, TRT’nin kuruluşuna ve ilk naklen yayınlara uzanan bir süreçten bahsediyoruz. Arada tabii ki geçiş dönemlerine has garipliklerden de dem vuruyor Kıvanç. Mesela maç tekrarlarının sinemalarda gösterildiği, bu görüntüler üzerine sahnede 3 gün boyunca maç anlatan spikerlerin olduğu bir dönem gibi... 'Maç 45'likleri' de yine insanın yüzüne bir tebessüm bırakan ayrıntılardan.
Cihan Işık, Milliyet Kitap – Mart 2015
HAYALETİN İNTİKAMI, Joseph Delaney, Çev. Kerem Işık, Tudem Yayınları
Fantezi öyküleri, kapıdan dışarı adım atıp kendini dev bir karanlıkla karşı karşıya bulan çocukların öyküleriyle dolu. Nasıl başka türlü olsun ki? Ana kucağının konforlu kıyılarından ötesi, “hayat” denen o yetişkinlik suları, bizi esirgemeyen şeylerin kol gezdiği bir belirsizlikler ve tehlikeler diyarı değil mi? Destanlar ve masallar da temelde bu diyarın dev aynasındaki renkli, çarpıcı, korkutucu, heyecan verici yansımaları değil mi? Nitekim bu karanlığa gözlerimizin alışması ve heyula gibi görüntülerin tanıdık hâle gelmesiyle yetişkinler âlemine gerçek anlamda geçiş yapmış oluruz sonunda.
Wardstone Günlükleri serisi-nin kahramanı Thomas J. Ward için de durum farklı değil… Onu “lamia” cadılarının anası, bir “yedinci oğlun yedinci oğlu” olarak doğuruyor; dolayısıyla “karanlıkla mücadele etmek için biçilmiş kaftan” olarak dünyaya geliyor. Böylece eyaletin karanlıksavarının, yani “Hayalet”inin çırağı haline gelip, ondan doğaüstü varlıklarla mücadelenin inceliklerini öğreniyor; bu süreçte de elbette öcülerle, cadılarla, büyülerle ve her çeşit tuhaflıkla dolu bir dünyanın doğal parçası hâline geliyor.
Hayaletin İntikamı, bu çıraklık döneminin son durağını teşkil ediyor. 2004 yılında başlayan macera, geleneksel anlamda noktalanmasa da, on üçüncü bölümle birlikte birçok anlamda nihayete eriyor. Üstelik, muhtemelen çoğu okurun beklediğinden de fazla dram ve şaşırtmaca sunarak…
Kutlukhan Kutlu, İyi Kitap – Mart 2015
A CAPPELLA, Enis Batur, Kırmızı Kedi Yayınevi
Türk Edebiyatı’nın en verimli ve her verimi ayrı değerli edebiyatçılarından Enis Batur “Yeni Lirik Şiirler” diyerek 2007-2014 arasında yazdığı şiirleri “A Cappella” kitabıyla Kırmızı Kedi Yayınevi’nden okuruna sundu.
"sonuncu tekil şahıs şiirler yazıyorum sabahları, tüy kadar hafif kelimeler, duyulur duyulmaz sesler, bir gözüm kan çanağı. Günün gerisi aheste adımlarla geçiyor, akşam yaklaşırken kabarıyor yeniden içim, akşam kan çanağı. Benim asıl yurdum oysa gece: Sağlam direklerin üstüne çatılmış karanlığın dibinden sökün ediyor ağrılı sahneler. Herkes uyuduğunda çıkıyorum dışarıya, dışarı içeri dinlemiyor gece, öbür gözüm kan çanağı."
Yanık Divan adlı eseri de aynı yayınevinden yolda olan şairin okuruna muştular bu günlerde üst üste verilmekte. Yepyeni bir mecrada oluşturduğu alanla şiire katkıları ayrı değerli olan Nilüfer Şiir Kütüphanesi bu kez de 26 Mart’ta açtığı “Enis Batur: Labirentini Ören Şair” sergisiyle ürettiği değerlere yenisini ekledi. Sergi 26 Nisan’a kadar görülebilir. Okur giderken çok derin ve engin bir dünyaya dalmak için hazır olmalı ve zaman sıkıntısı olmamalı.
Nurduran Duman
SESSİZİN PAYI, Nurdan Gürbilek, Metis Yayınları
Deneme, okurun aktif olarak katıldığı ve düşünmeye yönlendirildiği bir yazı türüdür. Yazar kendi düşünsel yolculuğuna okuru dâhil eder. Argümanlar gelişirken bir yandan da okurun zihninde örnekler oluşur. Sessizin Payı tarih, edebiyat ve felsefeyi iç içe geçirerek düşünmemizi sağlıyor. Yazar her denemede karmaşık yapıda bir konuyu ele aldığı için, konuları bu kısa yazı içerisinde özetlemek çok zor, yine de ortak bir arayış hissediliyor denemelerin bütününde. Tür olarak analitik deneme olarak adlandırabileceğimiz bu metinlerde argümanlar tartışma formunda. Gürbilek, tarihsel gerçeklerle kurgusal dehayı birleştiren bir yöntem kullanıyor. Örneğin Tolstoy’un bir kahramanının merceğinden gerçeklere yeni bir açıdan bakmayı başarıyor. Amaç, Tolstoy’un kahramanını anlamak ve tanımak gibi görünürken, bakış açısını genişletip toplumsal ya da psikolojik bir gerçekle yüzleştiriyor okuru. Bir örnek üzerinden ya da bir roman kahramanı aracılığıyla bir davranış alışkanlığına dikkatimizi çekmesi ya da insanlığın zayıflığını göstermesi, denemeleri aynı zamanda öğretici kılan bir özellik.
Bütün bu nedenlerle, bu kitabın sesinin duyulması çok önemli. Her şeyden önce zihnimizde yarattığı örnekler için ama bunun da ötesinde gündelik konularda bizi düşünmeye ittiği için. Sessizin Payı, öteye itilen, toplumsal olarak dışlanan, engellenen ve yok sayılan sessizlerin sesini taşıyor bize. Nurdan Gürbilek bunu en güzel başaran düşünürlerden biri.
Asuman Kafaoğlu-Büke, Radikal Kitap – 21.02.15
BİR KİBAR KATİL, Altay Öktem, Esen Kitap
Altay ÖKTEM, yirmiyi aşkın yıldır Türk Edebiyatı’nda, neredeyse edebiyatın her türünde ürün veren yetkin bir yazar ve rüştünü ispatlamış bir şair. Şimdilerde esenkitap tarafından basılan ‘O Adam Babamdı’ adlı yeni romanıyla tekrar gündemde. O Adam Babamdı, bir katil otoportresi olarak okunmaya müsait bir temanın içinden hiçbir klişeye saplanmaksızın çıkıveren usta işi bir kitap. Dünya Edebiyatı’nda sıkça işlenen ve suç/polisiye/gerilim türleri arasında seyreden bir hikâyeye aşina olan hemen herkes bilir ki, katillerin maktullerden daha sevimli ve zararsız tipler olarak resmedilmesi çok bilindik bir trüktür. Bu kitabı benzerlerinden ayırt eden çok önemli bir unsur var ki, o da ayrıksı dil meselesi. Türkçe yazılmış eserler için konuşursak, eski Türkçeyle yazılmış kitaplarda cinayet ve suç temalarına rastlamak neredeyse mümkün değil. Kitabın ilk ve bence en büyük artısı bu.
Haydar Bey, bu anlamda eşine rastlanmaz bir ustalıkla çizilmiş antikahraman portresi olarak karşımıza çıkıyor. Karşımıza çıkmakla kalmayıp; duygularımıza, hislerimize ve derimize nüfuz ederek içimizden biri, hem de çok gizli ve aslında çok afişe biri olarak vücut buluyor. İşinin ehli olan Haydar Bey’in ‘iş akdinin feshi’yle açılıyor kitap. Mahmut Bey adlı bir zâtın kâtibi olan ve dokuz parmak daktilo yazabilen Haydar Bey’in iş hayatının aniden ve sebepsiz bitivermesini elbette üzülerek okuyoruz. Derken, işini kaybeden kâtip Haydar Bey, çekmecesinden kişisel eşyalarını toparlayıp çalıştığı müesseseden ayrılmak üzeredir. Zaten kitabın ilk cümlesiyle bu olaya neyin sebebiyet verdiğini peşinen anlamış bulunuyoruz: “Bikinimi çekmeceden çıkarıp çantama koydum.” Pılısını pırtısını toplayıp Mahmut Bey’le vedalaşmak üzere onun odasına vardığındaysa tam bir trajedi yaşıyor Haydar Bey. Kendisine ‘Allahaısmarladık’ deyip de bir yanıt alamayınca, bu asabiyetini belli etmek istercesine kapıyı sertçe çarpmak istiyor. Fakat yaylı mekanizması yüzünden kapı yavaşça, yumuşacık kapanıveriyor. Tıpkı kapitalist dünyanın karakalem resmi gibidir bu sahne.
Çocukluğundan ve orta yaş hallerinden yaşam kesitlerine de tanıklık ettiğimiz Haydar Bey günün birinde Müberra adında güzel mi güzel bir ismi, mavi mi mavi gözleri olan bir hanımla evlenir. İkisi arasındaki ilişkiyi, kitabın en hoş bölümlerinden biri olan Martılar’ı keyifle okurken anlayabiliyoruz. Gelgelelim küçük katil Haydar’ın ıslahevi günlerine. Burada devreye iki karakter giriyor. İlki Sıhhiyeci Şahap adında badem bıyıklı bir ıslahevi görevlisi. 6 yıl boyunca Haydar’a göz kulak olacak Sıhhiyeci Şahap’tan öğreneceğimiz çok büyük bir hikâye var kitapta. Tam anlamıyla bir ‘kahraman’ olan Esat Adil’in hikâyesi. Bu isimler, ortak bir kaderin içinde buluşuyorlar kitabın sonunda.
O dönemde yaşanan ayaklanmalar, isyanlar ve hükümetin tavrı da kitabın arka planına ışık tutan önemli ayrıntılar. Bunca hadisenin sonunda, Haydar Bey’in geride bıraktığı emanet ne olabilir peki? Bu son sürprizi de kitabın son cümlesine saklayalım ve siyah poşetin içinde neler olduğunu merakla bekleyelim.
Özkan Ali Bozdemir