Halide Edib Adıvar'ın Ateşten Gömlek romanından hareketle dönemin şartlarının ve Kurtuluş Savaşı anlatılarındaki erekselliğin Adıvar'ın anlatıları ve karakterlerindeki etkileri üzerine bir inceleme.
Halide Edib Adıvar (1882-1964) yirmi bir roman, dört hikâye kitabı, iki tiyatro eseri ve çok sayıda inceleme metni kaleme almış ve tüm bu eserleri Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu dönemlerinin politik, sosyo-ekonomik, kültürel vb. dinamikleriyle, söz konusu dönemlerin zorunlu olarak getirdiği toplumsal değişimleri yansıtarak oluşturmuştur. Kurtuluş Savaşı anlatılarına bakıldığında Halide Edib’in Ateşten Gömlek romanının diğer eserler arasındaki farklı duruşunu hem yazarın bizzat Milli Mücadele’de yer almasına hem de henüz savaş bitmeden yazılan tek eser olmasına bağlayabiliriz; zira 1922’de İkdam Gazetesi’nde tefrika edilen Ateşten Gömlek, 1923’te Kurtuluş Savaşı bittikten sonra kitap hâlinde yayımlanmıştır. Romanın başındaki açık mektupta ‘Ateşten Gömlek’ ismini Yakup Kadri’den aldığını çekinmeden söyleyen Halide Edib sözlerine şöyle devam eder:
“Benim Ateşten Gömlek’i eğer zaman söndürüp bir tarafa atmazsa Türk romanları arasında iki tane Ateşten Gömlek olacak. Belki elli sene sonra bir kütüphane rafında yan yana oturacak olan bu iki kitap Hans Andersen’in masallarındaki gibi belki dile gelir, birbirilerine geçmiş günleri söylerler.” (s.15)
Bugün, Ateşten Gömlek’in yanında duran romanın adı Yaban olsa da, Halide Edib’in kuruculuğunu üstlendiğini söyleyebileceğimiz Kurtuluş Savaşı romanları, kütüphanelerde fazlaca raf işgal etmektedir.
Erol Köroğlu’nun “Sahnenin Dışındakiler’i Tamamlamak: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Kurtuluş Savaşı Anlatıları Türü” makalesinde kurtuluş savaşı anlatıları türüne dair “Kurtuluş Savaşı anlatıları genelde ereksel, varılan noktadan geriye bakılarak ama buraya ulaşılacağı bilgisinin verdiği rahatlıkla okunur ve izlenirler; bu kalıba uyan Kurtuluş Savaşı anlatıları konforlu metinlerdir” saptamasının Ateşten Gömlek için de geçerli olduğunu söylememiz mümkündür. Ereksellik romanın ana karakterleri olan Ayşe, İhsan, Peyami ve Kezban’ın anlatıdaki varoluşlarını belirler; hepsinin vatan uğruna ‘feda’ edilecek bir şeyleri vardır, duyguları vatan sevgisinin gerisindedir, bireysel yaşamdan önemli olan kurtuluş ve vatandır. Ben burada Ayşe karakterine odaklanarak, bu erekselliğin roman boyunca nasıl şekillendiğini araştırmaya çalışacağım, bunun için de öncelikle yazarın Seviyye Talip (1910) romanına dönmeyi faydalı buluyorum.
Nüket Esen “Seviyye Talip’te Kadın Yazarın Sesi” makalesinde Mary Ellman’ın Thinking About Women kitabına referansla kadınların yazılarında erkek değerlerine doğrudan saldırmadıklarını, ama onlara alttan alta, gizlice karşı çıktılarını söyler ve bunun birinci tekil şahıs anlatıcıyla, Fahir karakterinin ağzından yazılan Seviyye Talip’te nasıl şekillendiğini araştırır. Romanda evli olduğu hâlde sevgilisi Cemal’le dedikoduları çıkmış olan Seviyye Talip’in Fahir ve karısı Macide’nin dostları Numan’ın ağzından ‘aklandığı’nı okuruz; Esen bununla ilgili şu saptamada bulunur:
“Görüldüğü gibi, toplumca suçlanan ve oldukça sıra dışı bir şey yapan Seviyye Talip bir erkek kahramanın ağzından son derece olumlu anlatılıyor. Burada da kadın yazarın sesini duymamak mümkün değil.” (s.168)
İşte aynı ses Ateşten Gömlek’te de mevcuttur. Roman Peyami’nin savaşta yaralandıktan sonra hastanede yatarken tuttuğu günlük alt türüyle biçimlenir; birinci tekil anlatıcıyı Peyami’nin sesiyle duyarız, Ayşe’yi onun gözüyle görürüz. Bu da romanın başından sonuna dek kadın yazarın sesini tıpkı Seviyye Talip’teki gibi okura duyurur. Halide Edip politik meselelerle ilgilenen, değişmeye ve dönüşmeye direnmeyen ve sosyal hayata daha aktif katılmak için çabalayan kadın karakterler yaratır. Bu da Köroğlu’nun yukarıda bahsettiği konforu Seviyye-Macide ve Ayşe-Kezban -aynı dönemin farklı yaradılıştaki kadınları- karakterlerinin değişim serüvenlerini üzerinden okura sunar. Hülya Argunşah tam da bununla ilgili olarak “Halide Edip’te
Değişen Kadının Romandaki İzdüşümleri: Seviyye Talip’ten Ateşten Gömlek’e” makalesinde aşağıdaki tespiti yapar:
“[B]unun için de Ayşe, Halide Edib’in sosyal hayatın parçası olmaya doğru dönüşen ve sorumluluk yüklenme becerisini kazanan kadın anlayışının vardığı son noktadır. Bu kadın artık varlık mücadelesi veren milletin bir ferdidir, bizzat savaşın içindeki kadındır. O, ferdî mutluluğu sosyal mutluluğun sonrasına bırakmıştır. Yani ‘ben’ olmaktan çoktan uzaklaşmış ve kendini ‘biz’de bulmuş olan kadındır.”
‘Ben’den uzaklaşma ve vatan için ‘biz’e dönüşme, Halide Edib’in feminizme dair düşüncelerini dikkate alınca biraz daha anlam kazanıyor olabilir. Ayşe Durakbaşa’nın Halide Edib: Türk Modernleşmesi ve Feminizm çalışmasında Durakbaşa, Halide Edib’i “modern, milliyetçi, feminist” olarak tanımlarken onun feminizm anlayışı üzerine şunları söyler: “Halide Edib, diğer Türk milliyetçileri gibi kadın haklarının Türk milliyetçiliğinin ve Türk Devrimi’nin içkin bir parçası olduğunu ve Türk’ün otantik millî karakterini belirlediğini savundu. Bu nedenle kadınların kurtuluşu için Batılı feminist bir modelin Türk kadınları için gerekli olmadığını savunuyordu.” (s.196) Ayşe, bu bakımından tecavüze uğramış bile olsa bunu dillendirmeyecek, dişiliğinden uzak, mert bir yurttaş olarak yaralar dikmeye, pansumanlar yapmaya, muharebenin bitik askerlerine ‘anne’ gibi bakmaya devam edecektir. Bana göre, Halide Edib’in feminizmi kendisini eril bir zeminden var eden bir feminizmdir. Durakbaşa’nın Halide Edip’in Mehasin’de yazdıklarını aktardıklarına bakılırsa bu düşüncenin sağlaması yapılabilir:
“Bir kadın evvela Osmanlı, bir vatanperverdir... Vatanın hukuku kadınlık hukukundan bin kat mühim ve muhteremdir, onun için kadınlar bugün hukukumuz diye haykırırken bunu kendileri için değil, vatana yetiştirecekleri evlada lâzım olan terbiyeyi verebilmek için olduğunu der-hâtır etmelidirler...” (s.167)
Peki Ayşe kimdir? Nasıl biridir? O, annesinin zamanın birinde Peyami ile evlendirmek istediği amca kızıdır ve Peyami onunla evlenmek istemediği için Avrupa’ya kaçmıştır. Peyami’nin üstten bakan, burjuva annesinin alaturka bulduğu bu kız, İzmir’e geri döner ve Mukbil Bey ile evlenir. Bu evliliğinden bir de oğlu olur. Fakat orada kocası ve çocuğu gözleri önünde öldürülür -ve Ayşe büyük ihtimalle burada tecavüze de uğrar ama bunun ayrıntılarını romanda bulmayız ve bana göre Ayşe’nin bir ömür boyu üstünde taşıdığı asıl ateşten gömlek bu tecavüzdür-.
Fakat sonra Ayşe bunları içine gömer ve vatan hizmet için canını dişine takar. O artık fedakâr Türk askerinin anası, bacısı, hemşiresidir. İhsan’a olan aşkını içine gömer, aşkını vatanı uğruna feda eder. Kezban’a göre ise Ayşe biraz da büyücüdür. Kezban, Peyami’ye Ayşe hakkında şunları söyler:
“O yiğit bir avrat,” dedi. “İki elim yanıma gelecek neyleyim, kahpe değil, emme kahbe gibi erleri birbirine gatıyo. Yiğit canlar uğruna telef olup gidiyo. O sarı oğlan, Mülâzım Ahmet Rıfkı neden öldü? Emme ben biliyom. Şehirli avrat garnından asıl Gumandan Beye yanıyo. Tıpkı benim gibi.” (s. 122)
Burada Mary Eagleton’ın “Gender and Genre” makalesine dönmek faydalı olabilir. Mary Eagleton’ın “Gender and Genre” makalesinde tür ve toplumsal cinsiyet odağında edebiyat kuramlarının kadın yazınını göz ardı edemeyeceğini, Gender ve genre sözcüklerinin arasında bile etimolojik köken birliği olduğuna değinen Eagleton genre’ın cinsiyet farklılığı bakımından ele alınması gerektiğini söyler. “Feminen türler” daima daha az edebî, daha az entelektüel, daha dar kapsamlı ve sığ olmakla itham edilmiş, özellikle günlük türü salt kadınların iç dökme aracı olarak görülmüştür. Bu noktada Halide Edib’in Ateşten Gömlek’i Peyami’nin kaleminden çıkma günlük formunda kurgulamasında tesadüfün payının az olduğunu düşünüyorum.
Diğer taraftan “Hiç olmazsa beni de ebediyyen Hariciye’nin silik bir kâtibi görmesin. Beni de er ve mert olarak tanısın. . . Anadolu’ya gelen kadın erkek ihtilâlcilerin meşakkate gülen ve tehlike karşısında bililtizam çalımla vaziyet alan tavırlarını azıcık kıskanıyorum.” (s.97) diyen Peyami’nin feminenliği de İhsan’ın erkeksiliği ile tezat oluşturur. Peyami kendisini Ayşe, Cemal ve İhsan’dan aşağı görür. Zayıflıklarını ise kadınca bir yaradılış olarak görür ve üstelik bunu dile de getirir. Halide Edib’in eril feminizmi burada da devrededir: Erkek güçlü, kontrollü ve akıllı, kadınsa zayıf, duygusaldır.
Sonuç olarak Ayşe ereksellik içinde bütün zaaflarından arındırılmış, erkekleşmiş, hem yarayı sarmaya hem göğüs göğüse çarpışmaya hazır, âdeta androjen bir varlıktır. O İhsan’dan da Peyami’den de Kezban’dan da üstündür. Kendi bedeninde vuku bulmuş savaşını -yıkıcı tecavüz- düşünmez, zaten bundan doğal başka ne olabilir? Hattâ Ayşe, bir kadının salt analık güdülerini alıp erkek vücuduna yüklemiş, olağanüstü bir savaş yaratığıdır. Savaş zamanıysa bir kadının bedenini yakıp geçmiş ateş, İzmir yangının yanında önemsiz bir ayrıntıdan başka bir şey değildir.
Kaynakça:
Adıvar, Halide Edib. Ateşten Gömlek. İstanbul: Can Yayınları. 41. Baskı. Ocak 2018.
Argunşah, Hülya. “Halide Edip’te
Değişen Kadının Romandaki İzdüşümleri: Seviyye Talip’ten Ateşten Gömlek’e”. TÜBAR-XXXVII / 2015-Bahar
Durakbaşa, Ayşe. Halide Edip Türk Modernleşmesi ve Feminizm. İstanbul: İletişimYayınları, 2000.
Esen, Nükhet. Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar. İstanbul: İletişim Yayınları. 2012.
Köroğlu, Erol. “Sahnenin Dışındakiler’i Tamamlamak: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Kurtuluş Savaşı Anlatıları Türü”. Bilig. Yaz 2013. Sayı:66.