Uyku düzeni hiçbir zaman olmamıştı. Yataktan deprem olduğunu zannedip kan ter içinde uyandığı kaç yüzüncü gecede sadece; hızlı atan nabzını yatağının yaylarında hissettiğini farketmişti. Büyümek onun için bir ağacın büyümesinden farksızdı. Gözüne kırmızı boyalar da sürebilirdi, bir cadı kıvamında dağınık da yaşayabilirdi. Belki de büyümek yalnızca; yalnız başına geçirdiği sabah ezanlarında artık korkmamaktı. Korkmuyordu, çoğu zaman kulağına eğilip söylenen şeylere tüyleri diken diken olsa bile.
Çöllerde uyanabilirim ya da dizime kadar kar içinde saatlerce yürüyebilirim. Otobüslerde muavinlerden berbat kahveler isteyebilir ya da kiralık bir arabanın dikiz aynalarıyla oynayabilirim. Kırmızı bir battaniye altında rüyalar görebilir, sıcak kumların üstünde yengeçlerin ayak sesiyle uyanabilirim. Koşabilirim, hiç durmadan dakikalarca hem de. Durabilirim, nabzımı en yokuş rahatlığına çekebilirim. Susabilirim, günlerce tek kelime bile etmeyebilirim. Bağırabilirim, bir tepeden diğer tepeye yankılana yankılana bağırabilirim.
(..Ahtapota benzeyen bir paspasla yatağının altındaki tozları silmeye çalışıyordu. Evinin odaları güzel koksun istediğinden hanımeli kokulu deterjanı kapak kapak doldurmuştu temizlik suyuna. Yatağının altı temiz olmalıydı, yoksa rüyaları kabusa dönerdi. Temizledi. Rahatladı.)
Gülebilirim, kahkahalar atabilirim; olur olmaz her şeye. İnsancıkların kızdığı her şeye. her şeye. her şeye. Ağlayabilirim, gözyaşlarımı seramik çanaklara biriktirebilirim; olur olmaz her şeye ağlayabilirim. her şeye. her şeye. her şeye.
Şükredebilirim. Sana, bana, ona, şuna. Fütursuzca; ekmeğe, suya, taşa, tahtaya.
(..Tütsü yaktı. Gül kokulu tütsüydü. Odaya sinen tütün kokusuna dayanamıyordu. Madem odası deniz kokmuyordu, gül kokmalıydı. Nevşehir'in pembe gülleri gibi. Çünkü Konya'nın beyaz arabalarına bir anlam verememişti. Akşamüstü beşe doğru geliyordu; bir Rûmî ziyareti çekmişti canı. Hızlı adımlarla beyaz arabaların arasından geçti. Çarşaflı kadınlarla göz göze gelmemeye çalışıyordu. Türbenin kapısındaki tabelaya baktı, Rûmî uykudaydı. Giriş yasaktı. Beyaz türbanlı bir kadının elini tutan beş altı yaşlarındaki kız çocuğu annesine sordu; "Allah'ı görmenin bir saati mi olurmuş, açsınlar kapıları." Oysa çocukken Allah'ı Nasreddin Hoca zannediyordu o. Küçük kıza Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî' nin Allah olmadığını, belki sadece en yakın arkadaşlarından biri olabiliceğini söylemek istedi. Beyaz türbanlı kadın ve beş altı yaşlarındaki kız çocuğu beyaz bir Toros' a binip, gittiler.)
Dokunabilirim; dağa, taşa, suya, ağaca, çiçeğe, yabani otlara, kardanadamlara, sobalara. Ya da sana. Saniyelerce, dakikalarca, günlerce, gecelerce, aylarca, mevsimlerce, yıllarca, hayatlarca.
Sevebilirim. Hiç durmadan. Karşılık beklemeden. Nefesimi tutmadan. Nefesimi vermeden. Sormadan. Sorgulamadan. Gitmeden. Dönmeden.
(..Gecenin üçüydü. Belki Fikret Kızılok kadar duygusaldı ya da belki de sadece Teoman kadar serseriydi. Net olduğu tek şey o tüm kadınlar için yakışıklı sayılan, o filmde taksiciyi oynayarak tüm kadınların taksicileri sevmesine neden olan oyuncu adam gibi Facebook edebiyatçısı olmak istemediğiydi. Ya da sadece bir ekranda görünen kendine ait profilin statüsüne saçma sapan kadınlar seviştikten sonra çay içip, sigarasını yaktığını anlatmak istemiyordu.)
Hayaller kurabilirim, çocuklar yapabilirim, yuvalar kurabilirim, yemekler yapabilirim, hayvanlar besleyebilirim. Bilirsin; yapamayacağım hiçbir şey yok. Yalnızca: "bana bir şey için söz verir misin?"
(..Uyumaktan korkuyordu, kabus görmek istemiyordu artık. Aşık olmuştu. Çekindiği her şey, bir bir karşısına çiçekler açarak çıkıyordu. Yağmur yağarken odasındaki çiçekleri yağmur suyuyla besleyen bir adamı hayal ediyordu. Belki de sadece rüya görüyordu, belki de hep uykudaydı. Belki sadece yalnız uyuduğunda kabus görüyordu. Belki sadece tamamlanmıştı. Ya da sadece en basit haliyle aşık olmuştu. Geri kalan hiçbir şey umrunda değildi.)
Eğil, kulağına söyleyeceğim.
(..Söylemedi, bakıştılar. Anlaştılar. Ve ölene dek hep mutlu oldular.
Böyle bir mutlu sonu hiçbir kitapta okumamıştı.)
2016/Tarlabaşı - İstanbul, Mayıs