02 MAYIS, SALI, 2017

Bazen Gerçek Öykülerden Çok Daha Sert

Radikal’deki yazılarından tanıdığımız gazeteci, yazar Elif Türkölmez son dönemlerde Sefertasımoda’daki lezzetli yemek tarifleri ve minik notlarıyla girdi hayatımıza. Ve ardından bir süredir yazdığı öykülerini bir kitapta topladı. Anne Kız, Harikasın, Çınar Yayınları etiketiyle geçtiğimiz ay kitapseverlerle buluştu.

Bazen Gerçek Öykülerden Çok Daha Sert

Elif Türkölmez’in Anne Kız, Harikasın adlı ilk kitabı okuyucusunu yemek kokuları eşliğinde bir nostalji yolculuğuna çıkarıyor. Yazar ile ilk kitabı vesilesiyle buluşup, Instagram hesabı Sefertasımoda, gazetecilik yılları, ilk kitabı, kokular ve yemekler üzerine konuştuk.

Sefertasımoda’yı severek takip eden biri olarak, paylaşım metinlerin bittiğinde içimi bir hüzün kapladığını itiraf etmeliyim. Keşke daha uzun yazsa da okusak diyordum. Bu yüzden ilk kitabın Anne Kız, Harikasın‘ın çıkacağını duyunca çok sevindim.

Çok teşekkürler. Böyle yorumlar alıyorum. Aslında Sefertasımoda’dan daha eskilere dayanıyor kitap. Radikal’de yazı yazmaya başlamıştım. Sonra Radikal’den atıldım, Almanya’ya gittim Tagesspiegel’de çalışmak için. Bir süre Berlin’de yaşadım. Ardından Türkiye’ye geri dönünce Radikal’de köşe yazarlığına başladım. Bu dönemde yazı yazmayı istediğimi anladığımı söyleyebilirim. Haftada bir yazıyordum ve iyi geliyordu. Kurgu yapıyordum bazen, tam Gezi zamanıydı ve o konular bana iyi gelmişti. Hatta bu yazıları kitap olarak basmak istemişlerdi ama ben bunu istemedim. Zaten internette var olan bir şeyi kitaplaştırma fikri çok iyi gelmedi bana. Ben birisinin yazıları kitap olarak basılsa alır okurum ama kendim için böyle bir şey yapmaktan utandım sanırım.

Hep kurgu öykü yazma fikri aklımdaydı. Bütün yayınevleri, gazeteciler hepsi arkadaşımız. Sağolsunlar dosyayı gönderdiğim anda okumadan basacak insanlar hepsi. Aslında o kadar onların sayesinde oldu ki… Her gün beni gördüklerinde kitabı sordular, beni teşvik ettiler. Eminim şu anda Kütahya’da ya da Bartın’da çok güzel şeyler yazıp insanlara ulaştıramayan birçok güzel yazar vardır. O yüzden hem utanç içindeyim hem de mutluyum.

©Nazlı Erdemirel

Böyle düşünmemelisin. Kitap yazman, bunu insanlara ulaştırabilmen, hatta bu devirde bir şeyler yazman çok değerli.

Bir yandan tabii ki öyle. Ama küçükken de hep böyle düşünürdüm. Güzellik yarışmaları olurdu, bir sürü güzel seçilirdi. Hep şunu düşünürdüm: Eminim bir yerlerde bu yarışmaya katılmayan ama çok daha güzel olan bir kadın vardır. Öykülerimi okuyanlar da bana hep saklı, gizli, kuytu ya da hiç kimsenin görüp bakmadığı şeyleri yazdığımı söylüyorlar. Galiba hep böyle bir arayışım da var. 

Küçük yerlere gittiğimde, küçük yayınevlerinden çıkan ve çok az basılan kitaplar alır okurum. Sonra o insanlara mail atar onlarla konuşurum. Sevdiğim büyük yazarlar da var. Ama hiç kimsenin okumadığı, hem memur olup hem şiir yazan insanları çok seviyorum. Keşke hepimizin onları okuma şansı olabilse.

Kitabını okumadan önce naif dilinle ve kenarından köşesinden yemek tariflerinle karşılaşacağımı tahmin etmiştim. Ancak kadın ağırlıkta öykülerle karşılaşmak benim için bir yenilik oldu. Bu senin planların dahilinde bir durum muydu, yoksa süreç içinde mi ortaya çıktı?

Bilinçli değildi ama kitaba seçtiğimiz öyküler toparlandıkça ortaya bir konsept çıkmış gibi oldu. Kadın öyküleri ve çocukluğa dönüş gibi. Ama tabii başka öyküler de var işin içinde. Galiba genel olarak hayatta, markete çıktığımda, pazara gittiğimde, insanlarla konuşurken, sokakta yürürken ya da birisiyle herhangi bir ilişki kurduğumda da bunu önemsiyorum. Ben kadınların hep kendilerini saklamak zorunda kaldıkları bir yerde büyüdüm. İstanbul taşrasında, Ümraniye’de. Kadınların çalışmaları ayıptır, çalışırsın arkandan konuşurlar, kiranı ödeyemezsin arkandan konuşurlar… Dayanışma yerine dedikodu ve yalnızlaştırma vardır. Bu şartlarda büyüyen bir çocuk olduğum için belki de bu his bana ve öykülerime sirayet etti. Kadınların hep güçlü ve mutlu olmasını istiyorum.

Öykülerinin bir yandan da günlük gibi bir tarafı var. Karakterlerin gerçek gibi. Bunda senin dilinin etkisi muhakkak ki etkili. 

Öykülerin benimle hiç ilgisi yok aslında. Ancak karakterlerde, detaylarda büyüdüğüm, gördüğüm kişilerden etkilenmişimdir tabii ki. Mesela evlilik programına katılan anne kız hikâyesindeki karakterlerden çok daha delirmiş durumdaki kadınları Şok’a domates almaya girdiğimde de görüyorum. Gerçeğin kendisi bazen öykülerden çok daha sert, çok daha acayip ve vurucu olabiliyor. Öykülerimdeki karakterlerin gerçeğe benzemesi, gerçekte gördüklerimi hep bir yerlere not etmemle ilgili herhalde.

©Nazlı Erdemirel

Sefertasımoda nasıl gidiyor?

Yemek yapmayı bıraktıktan sonra daha iyi gidiyor. Çünkü yemek yapmak çok zor bir şey. Şu anda çok büyük zevkle yemek yapıyorum, çünkü sadece kendime yapıyorum. :) O koşturmacaya yetişemedim. Az talep görürken iyiydi ancak çok talep görmeye başlayınca yetişmek çok zor oldu. Hem alışveriş, hem yemek yapma, hem dağıtma derken… Ayrıca para konusunda korkuncum, birkaç ay yemek sattım ve zarar ettim. Kenarda biriktirdiğim paramı buna harcadığımı gördüm. Onun için devam edemedim. Ama yemek yapmayı çok seviyorum. Herhalde tarif defterlerim normal yazı defterlerimle yarışır. Çok fazla tarif yazıp, buluyorum. Çocukken annem arkadaşlarından yemek tarifi not alırken de hep yardım etmek isteyip ben yazardım. Öykülerde de bu yüzden herkes yemek yiyor sanırım. Ancak herkes balık ekmek yiyor, “karakterlerin vegan değil” dediklerinde farkettim ben de. Galiba hayatta herkes vegan değil. :)

Eskiden et yememe meselesini çok saklar, özel bir şey olduğunu düşünürdüm. Ancak Sefertasımoda’dan sonra daha çok yazmaya başladım. Konuşmak, yazmak, en çok bunları söylemek gerekiyor. Annemlere ilk et yemeyeceğimi söylediğimde 9, 10 yaşındaydım. O zamanlar hayatta ilk et yemeyen kişinin kendim olduğunu sanıyordum, çünkü Ümraniye’de vejetaryenlik diye bir şey yoktu. 

Sefertasımoda deyince aklıma ilk gelen şey vejetaryen ya da veganlık olmuyor. İlk aklıma gelen evde yapmak, el yapımı yemekler oluyor. Muhtemelen kendi penceremden baktığım için…

Sanırım sürekli vegan paylaşımlar yapmamaya çalışıyorum. Sizleri kandırarak veganlığa alıştırmaya çalışıyorum. Habire veganlık dersem kaçar gidersiniz. Benim için iyi bir şey anlatma yöntemi; baskı ve zorla değil de bir şekilde ilgi çekerek gerçekleşiyor. İnsanların kafasına zorla sokmak bana göre değil ama bunu yapanlara da birazcık kızmakla birlikte çok saygı duyuyorum. Çünkü aslında çok haklılar. 300 yıl sonra et yiyenler hapse girecekler bence. Birini öldürüp yemenin hukuğa sığacak hiçbir tarafı yok. Hayvan yetiştiriciliği sürdürülebilir bir şey değil. Duygusal açıdan bahsetmiyorum, yoksa insanlar yüzyıllar sonra da daha iyi ya da daha ahlaklı olmayacaklar. Keşke böyle bir şey yazsak: Et yemenin suç olduğu bir gelecek…

Han Kang’ın Vejetaryen kitabını okumuşsundur muhakkak. Ne düşünüyorsun kitap hakkında?

Evet, çok çok güzel bir kitap. Çok büyülendim. Hürriyet Kitap’a bir yazı yazmıştım hatta kitapla ilgili. Bu kitapta da aslında ilk akla gelen vejetaryenlik olmuyor. Konu aslında sadece eti bırakmak değil, müthiş bir başkalaşma ve değişim hikâyesi. Kadının eş ve aile, dünya ve erk ile kurduğu ilişkiyi değiştiren bir başkalaşımdan bahsediyoruz. Ben eti ya da sütyen takmayı bırakmanın kesinlikle her şeyi etkilediğine inanıyorum. Gerçi bunlar şimdi çok meşhur oldu.

Biraz polpülist bir tarafı var kesinlikle. 

Var. Ama iyi şeyleri sırf popüler oldu diye kınamak da kötü geliyor bana. Yoga da çok popüler bir şey ama bu önemi ve güzelliğini azaltmıyor. 

Ben kişi ve olayları yemeklerle çok bağdaştırırım. Yemek lezzetleri ve kokularla… Sevmediğin birinden sevmediğin bir yemeğin kokusunu almak, güzel bir anda çilek reçeli kokusu duymak ya da kötü bir olayı çocukluğumun travması ıspanak çorbasına benzetmek gibi. Senin hikâyelerinde de illa ki bir tat ve lezzet detayının geçmesi bana bunu hatırlatıyor. 

Ben de koku konusunda çok hassasımdır. Tatlardan önce kokularla ilişkilendiriyorum sanırım, zaten tattan önce de koku geliyor. İyi ve kötü bütün kokular bana da çok şey anımsatır. Küçükken Haliç çok kötü kokardı hatırlarım. Bedrettin Dalan gözlerimin rengi gibi yapacağım demişti, yapamamıştı. Babannem Esenler’de otururdu onlara giderken kokudan kusacak gibi olurdum. Annem küçük şişede Selin kolonyaları sürerdi elime.

Eskiden bakkalda, markette kahve kavanozlarını açıp koklardım. O ilk kokusunu çok seviyordum çünkü. Kurukahveci Mehmet Efendi’nin önünden geçerken biraz daha duraksayarak geçerim. Tutkal, bali koklamayı severim. Geçen gün bir arkadaşım “Kitabın yemek kokuyor” dedi ve ben bayıldım buna. Çünkü normalde yemek kokusu ağır bulunur ve sevilmez. Ancak ben bayılırım. Bir binaya girdiğimde kapuska kokusu duymayı o kadar seviyorumki.

©Nazlı Erdemirel

Kitap yemek kokarken bir yandan nostalji de kokuyor belki de. Odak noktanın 80’ler, 90’lar olması  dikkat çekiyor. Modern hiçbir öykü yok gibi.

Yok, doğru söylüyorsun. Aslında kendimi bu noktada biraz olumsuz da eleştiriyorum. Sürekli geçmişin ekseninde dönen öykü ve öykücüler türedi. Aslında hepsi sevdiğim insanlar olmakla birlikte sürekli aynı temalar etrafında dönmek bana doğru gelmiyor. Bazı temaların etrafında dönüp dönüp duran kültürler oluyor İsrail gibi, Güney Amerika gibi… Bizim gibi savaşa, yokluğa daha yakın ülkelerde yazan insanlarda böyle bir durum var galiba. Her şey kötü gittiğinde annanenin yeleğini giyersin ve daha iyi hisedersin. Bizde de geçmişe dönüp dönüp yazma meselesi sığınılacak bir liman oluyor sanırım. Ancak çok güzel kurgular yazmamız lazım. Geçmişle ilgili şeyler güzel evet ama başka şeyler de yazmak lazım. Ben yazacağım: Et yiyen insanların hapse girdiği gelecek… :)

Başlık, sergi adı, kitap kapağı gibi soruları sormayı sevmiyorum. Ama senin kitap kapağındaki bozuk para cüzdanını sormak istiyorum. O annemizin küçükken, içinden para çaldığımız cüzdan mı?

O cüzdan. Hatta para çantası. Annem öyle derdi. Bir şeyi yaparken her adımı kendim kurgulamayı seviyorum. Sefertasımoda’da da fotoğrafları kendim çekiyorum mesela. Kapağı yapan çok yakın bir arkadaşım. Bana nasıl bir şey yapalım dediğinde bu fotoğrafı anlattım. Bembeyaz basit bir arka plan istedim. Kitaptaki her öykünün ekonomik bir tarafı da var para çantasını anımsatan. Yokluklar, yoksulluklar ve yapamayışlar… Hem de Kendine Ait Bir Para Çantası öyküsündeki Seher’in para çantasından yola çıktım. Kapak gerçekten çok sevildi. Bazen kapak çok güzel olmuş diyorlar, “Ya öyküler?” diyorum. :)

0
7100
0
Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage