Türk edebiyatının usta şairlerinden Behçet Necatigil'in doğumunun 100. yılı...
Sizi hiç görmedim sevgili Necatigil.
Eskiden bir taşradan, eski bir taşradan bakıyordum,
ve size nasıl gidilir bilmiyordum.
(Bir kez olsun tesadüf etmek ister miydim?
O zamanlar belki değil ama,
şimdi düşünüyorum da: Hem de nasıl, nasıl, nasıl!)
Trenler gelmezdi ki size.
Trenler belki başka şairlere götürebilirdi beni,
ama “Behçet Bey İstasyonu” diye bir yeri
hatırlamazdı ki hiç kimse. Çünkü yoktu kendinden
başka yolcusu, durağı ve gidecek yeri:
Kendisi, şiiri.
Şiiri, kendisi.
Taşra bulutların ülkesi olsaydı da
yağmuru İstanbul'a yağsaydı yine.
Denizin üstünde bir tenha kayık,
yanında iki çürümüş kürek ve
ipini koparmış bir motor, bir de
yağmur bilgisiyle başı dönen bir adam:
O da siz olmazdınız, biliyorum.
Siz ne yağmurdan şiir çıkaracak bir heveskar,
ne de pazar gününde gönül gezdirecek bir bey idiniz.
Siz Behçet Hoca idiniz
ve hayat bir gemi idi,
denizin değil ama, şiirin üstünde,
bir de evlerin üstünde.
Bir ihtimal, bir otobüs.
İçinde olmanız şart değildi de,
üzerinde sizin bakışlarınız gezinmiş olabilirdi.
Sizin gözlerinizden nasibini almış,
gece 24'ten sonra şiir mesaisine gelmek üzere
evlerine dönen birkaç Necatigil kişisi.
Onları görüyorum hala,
Barbaros meydanında,
Beşiktaş otobüs durağında.
“Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.”
Sizi göremedim ne yazık ki Hocam,
sevgili Behçet Necatigil,
ama bir 'yok'luğun nasıl bunca
'var' olabileceğini gördüm, gördük sonunda.
Şimdi bir şiirin bulvarı gibi ara sıra
dolaştığım Beşiktaş'tan size bakıyorum da,
“Eski Sokak”tan bir çocuğun bakışını görüyorum.
Hala benim gözlerimle size bakıyor.
Ruhumuzun penceresidir ya gözlerimiz,
benim gözlerim de, hala bu semtin,
Beşiktaş'ın, Çarşı'nın
sizin ruhunuzu taşıdığına inanıyor, görüyor.
Ne de olsa siz “Eski Sokak”tan bir şairsiniz,
ve hep şöyle dersiniz:
“Bilinmedi, ne çare, sizdendik.”
Bizdensiniz hocam.
Şiirlerinizin yüzyıllarca yaşayacağı inancıyla,
hayranlıkla, saygıyla.