Arjantinli yazar Antonio di Benedetto’nun ilk kez yayımlandığı 1956 yılından bu yana İspanyolca yazılmış en güzel romanlardan biri olarak kabul edilen ve İspanya Krallığı’nın temsilcisi Diego de Zama’nın uzun bekleyişini anlatan romanı Zama üzerine bir inceleme.
Latin Amerika edebiyatının, dünyanın geri kalanı tarafından on yıllarca göz ardı edilmiş şaheseri olarak nitelenen Zama artık Türkçede. Arjantinli yazar Antonio di Benedetto’nun 1956’da ilk kez İspanyolca yayımlanan bu romanı, 2016’da ilk kez İngilizceye çevrilmesiyle Batı dünyasında yılın edebiyat olayı olarak görülmüş ve İspanyolca yazılmış en güzel romanlardan biri olarak kabul görmüş. Peki ama onu özel kılan şey ne?
Edebiyatla müziğin birbirini besleyen, birbirine anlam katan özelliğini bir okur olarak gitgide daha iyi hissediyorum. Elimde, Alakarga Yayınları’nın Nurhayat Çalışkan’ın çevirisiyle geçtiğimiz yılın kasım ayında yayımladığı Zama var. Arkada ise Arjantinli besteci ve bandoneon sanatçısı Astor Piazzolla’nın Oblivion (Olvido) adlı nuevo tangosu çalıyor. Türkçede “Unutuş” veya “Unutuluş” anlamına gelebilecek bu şarkının ezgisel duygusuyla Antonio di Benedetto’nun Zama’sı iç içe geçiyor sanki. Roman, 18. yüzyılın sonunda dünyanın merkezinden uzağa zorunlu görevle adeta sürülmüş bir krallık müşavirinin hikâyesini varoluşsal bir bakış açısıyla anlatıyor. Bir nevi unutuluştan var olamama sorununa evrilen bir hikâye onunkisi. Neden ve nasıl mı?
Olmayı Beklemek ama Olamamak
Romanın kahramanı Dr. Don Diego de Zama sömürgeci İspanya Krallığı’na bağlı çalışan bir hukuk müşaviri, yani üst düzey bir memurdur. Romanın başındayken, sömürülen toprakların tipik küçük burjuvalarına benzetebileceğiniz Zama aslında “unutulmaya” mahkûm olan ve pasifliğiyle gittikçe “var olamaz” hâle gelen bir “kaybeden” portresi çiziyor. Romanda ilerledikçe “beyaz” olmasına karşın Güney Amerika doğumlu olduğu için kariyerinde ve itibarında yükselmesinin önü muhtemelen tıkalı bir memurun bunalımına tanık oluyorsunuz. Paraguay’ın uzak bir taşrasına tayin edilen, eşiyle oğlunun yaşadığı Buenos Aires’ten veya becerilerinin daha iyi görülebileceğini düşündüğü herhangi bir şehirden fersah fersah uzaktaki bu yer, onun “unutulduğu” ve kendi varlığını giderek yıkıma götürdüğü bir mekâna dönüşüyor.
Bulunduğu yerde validen sonraki en yetkili kişi olmasına rağmen kendini kapana kısılmış gibi hisseden ama bu durumu değiştirmek için bir adım da atmayan Zama, roman boyunca kendi eyleminden çok insanlardan, yani dış dünyadaki gelişmelerden beklenti duyan bir karakter olarak resmediliyor: İspanya’dan gelecek bir tayin haberini, eşinden gelecek bir mektubu, güzel bir kadından gelecek aşkı, krallıktan gelecek maaşını, “isyancı”nın yakalanmasından gelecek itibarı bekliyor, bekliyor, bekliyor. Bu özelliğiyle bir anti-kahraman portresi canlanıyor.
Doymayan İhtiyaçlardan Kişilik Yıkımına
1790, 1794 ve 1799 olarak bölümlenen dokuz yıllık roman akışı Zama’nın “unutulduğu” ve sürekli bekleyip durduğu bu diyardaki hayatını da üç ana bölüme ayırıyor. Bu bölümleme, kırılgan bir egonun üç temel ihtiyacına dikkatimizi çekiyor: Cinsellik, fiziksel ihtiyaçları karşılayacak maddi güç ve psikolojik tatmin. Zama’nın doyurulamayan bu ihtiyaçları ve onları simgeleyen romandaki diğer kişiler, onun iç dünyasındaki çelişkileri ve eylemsizliğinin sonuçlarını okurun gözünde daha belirgin hâle getiriyor.
Romanın birinci kişi anlatımı sayesinde agresif ama zayıf, şehvetli ama korkak, gururlu ama duygularını pek de gizleyemeyen, vermeyen ama almayı bilen, cesaret duyan ama pasif davranan bu erkek karakterin iç dünyasını içeriden gözlemleyebiliyoruz. Roman boyunca karşılaştığımız diğer önemli karakterler ise Zama’nın yukarıda saydığımız üç ana ihtiyacını yansıtma açısından onun iç dünyasında yer bulabilen kişilikler olarak varlık gösteriyor. Örneğin, beyaz ve asil İspanyol kadını Luciana, Zama’nın aşk yaşamak isteyip de beceremediği ama sadece kullanılan bir kurbana dönüşmesini yansıtıyor. Diğer yandan üzerinde hakimiyet kurmak istediği sekreteri Fernández, Zama’nın yemek gibi fiziksel ihtiyaçlarını karşılayan, ona borç veren, onun sahip çıkamadığı gayrimeşru ailesini sahiplenen ve Zama’nın aksine kendini gerçekleştirebilen bir profil olarak görünüyor. Son bölümdeki Vicuña Porto ise Zama’nın, yaşadığı kimliksel yıkımdan kurtulmak için sarıldığı son umudu simgeliyor. Zama, hükümete isyan ettiği düşünülen, yağmacı bir eşkıya olan Vicuña Porto’yu yakalayıp getirirse itibar kazanacağını ve belki İspanya hükümeti tarafından bir ödül olarak farklı bir yere gönderilebileceğini düşlüyor.
Bu üç bölümlük ana izlek üzerinden Zama’nın varoluşsal yıkıma gidişini okurken bir yandan da onun bu pasif, zıtlıklarla dolu karakterini besleyen kimi önyargılarını, yanılgılarını, korkularını ve hezeyanlarını fark ediyoruz. Örneğin yasak ilişki için aradığı kişinin “beyaz İspanyol kadını” olması konusundaki ısrarcılığı ile melez ve çirkin kadınlara karşı hisleri, feminist ve kolonyal eleştiri için ilginç bir karakter çözümlemesi olabilir. Ayrıca karşılaştığı çocuklara karşı duyduğu hassasiyet, acı ve merak, daha derin psikolojik çözümlemelere de olanak tanıyabilir. Yine kahramanın dikkatini çeken maymun, örümcek, at, köpek ya da yılan gibi kimi hayvanlar üzerinden kurulan metaforlar onun korkularını, pişmanlıklarını, hezeyanlarını veya olan bitene kendi içinde nasıl anlam verdiğini gösteren simgeler olarak da okunabilir. Böylesi tahliller için bu yazıya ayrılan yer çok dar olmakla birlikte romanın çeşitli bakış açılarıyla okunabileceğinin altını çizmek gerek.
Latin Amerika Edebiyatının Farklı Bir Örneği
Yayımlandığı dönem ülkesinde heyecan yaratan, eleştirmenler ile Jorge Luis Borges, Julio Cortázar gibi usta yazarların övgüsünü toplayan Zama Türkçeye çevrilmiş ve alışık olduğumuz büyülü gerçekçi Latin Amerika romanlarından çok farklı bir örnek sunuyor. Kişinin içsel bunalımlarını ve varoluşsal yıkımını konu alması, bunu yaparken de gerçeği sadece anlatıcı rolündeki ana karakterin gözünden aktarmayı seçmesi okuru dış dünyadaki gerçeklikten belirli bir mesafede uzak tutuyor. Bir sürgünün günlükvari kısa notları gibi başlayan etkili anlatım dili, bilinç akışı tekniğinde görebileceğimiz bir şekilde zenginleşiyor ve adeta kendi büyüsünü kendi yaratıyor. Bu romanda ne alt hikâyelerle geçmişe dönmek ne de reddedilen dışsal gerçeği “büyü”lemek var. Tam da Cortázar’ın dediği gibi: “Di Benedetto, bir şeyi kanıtlamak için geçmişi yeniden inşa etmek istemeyen ender romancılardan biridir. Geçmişi yaşıyor ve bizi tüm tuhaflıklarını koruyan deneyim ve davranış biçimleriyle baş başa bırakıyor.” Buradan hareketle Latin Amerika’nın edebiyatının farklı damarlarından birini tanımak isterseniz çarpıcı bir eser sizi bekliyor.
Fotoğraflar, Lucrecia Martel'in romanla aynı adı taşıyan, 2017 yapımı filmi Zama'dan alınmıştır.