Buluşmak dendiğinde ister istemez “beklemek” eylemi de gündeme geliyor. Sizin anlayacağınız beklemek de buluşmaya dâhil! Bunun birkaç nedeni olabilir. Kimisi erkencidir, hani tezcanlı dediklerimizden, bunun içine sabırsızlık, heyecan da katılabilir; öte yandan kimi de rahattır, biraz kaygısız ya da bekletmeyi bir oyun bellemiştir! Bir de, İstanbul söz konusu olduğu için trafik bir çile; dolayısıyla elde olmayan nedenler de vardır.
Âşıklar İçin Buluşma Yerleri – 5
Milion Taşı gibi de düşünebiliriz! Şu Sultanahmet’teki dünyanın “başlangıç noktası” ya da “sıfır noktası” olarak kabul edilen anıttan geriye kalan taş parçası! Doğu Roma’nındır, Bizans’ındır, Osmanlı’nın da; tabiî ki İstanbul’undur asıl. Yollar oradan başlar, Yedikule’ye, Topkapı’ya, Edirnekapı’ya kadar çatallanarak uzanır. Bizim kültürümüzde, şehir kültürümüzde de çoğunlukla rehber kitaplardadır yeri, orada kalmıştır. Kim gider bakar, kaç kişinin bilgisi vardır! Zaten gidip baktığınızda göreceksinizdir, başında birkaç yabancı, fotoğraf çekmektedir!
Evet, böyle bir başlangıç noktasıdır Taksim Tramvay Durağı da! İstiklâl Caddesi’ne, Beyoğlu’na falan başlangıçtır; şayet İstanbul’un yüreğiyse İstiklâl Caddesi, Milion Taşı’ndan pek farkı yoktur bu durağın. İstanbul’da Âşıklar İçin Buluşma Yerleri adlı kitabımda seçtiğim otuz dört yerin sonuncusuydu ancak bir anlamda da bir “başlangıç”tı; şöyle yazmışım:
“Taksim Meydanı’nda İstiklâl Caddesi’nin başlangıcındadır, zaten birazdan tramvay Cadde’ye süzülecektir. Şimdi kalın bir camdan yapılmış ve korunaklı; yağmur, kar bile olsa biraz beklenebilir. Kimse kimseyi yitirmez. Zaten, eskisi gibi ‘buluşamama’ durumları pek olmuyor; çünkü cep telefonu karışıklığı, yanlışlığı çözüyor, kaybolmayı engelliyor, dedik!
Aslında durakta, sanki tramvay bekliyormuş gibi de yapabilirsiniz. Tramvay dolup gidene kadar bir şey olmaz; yâni kimse pek bakmaz. Bir-iki dikkatli yolcu, siz durakta kalmışsanız, göz ucuyla bakar, kısa da olsa sizin birini beklediğinizi, onun geç kaldığını ya da ekildiğinizi düşünür. Bu çok kısa bir ândır; çünkü tramvay hareket etmiştir.
Sevgiliniz ya da sevgili adayı ya da arkadaşınız geldiğinde yâni buluşma gerçekleştiğinde, ister tramvaya biner; ister yaya olarak Cadde’nin kalabalığına katılırsınız. Cadde, bilindiği gibi zengin, renkli ve beklenmedik olaylarla doludur. İsterseniz Gümüşsuyu’dan aşağıya, Kabataş’a akarsınız, hele de akşam ve Boğaz’ın üstünde ayın hüznü varsa.
Taksim Tramvay Durağı, gezimizin son noktası gibi görünse de belki de bir başlangıç! Düşlerin, hayallerin, umutların, isteklerin, arzuların, aşkların başlangıcı olmadığını kim söyleyebilir:
Dolunay gökyüzünde sapsarı asılmış…”
Ne yazık ki şimdi yok o durak, şu yukarıda sözünü ettiğim üç tarafı camdan korunaklı durak.[1] Onun yerine bir bilet makinası bulacaksınız! Tam açılımı da şöyle: elektronikkart dolum makinası. Bu da cam korunaklı ama genişliği bir-bir buçuk, yüksekliği de iki metre civarı olmalı. Belki biraz daha fazla, biraz daha az! Koruduğu da dolum makinası. Oysaki önceki durak, insanlar içindi! Şimdiki “korunak”ın yan taraflarında da TAKSİM yazıyor. Demek ki bir “durak” niyeti var. İki tarafında da çöp kutusu; dar uzun mavi renkte, güzel görünümlü doğrusu ve varlığı da iyiye işaret. Çünkü beklerken ki “beklemek gövde kazanması zamanın”, sıkıntıdan tüttürdüğünüz sigaraları yere atmazsınız!
Aslında, İstanbul’da, Boğaz’da, İstiklâl Caddesi’nde anlayamadığın çok şey oluyor! Neyse, çok yakın bir zamana kadar burada yine üç tarafı kalın camla çevrili bir durak vardı. “Durak korunağı” mı demem gerek, belki daha doğru ama hani alışkanlık da var. Benim durağım değildi, o kaldırılmış yerine başkası konmuştu. Niyesini bilmiyorum, belki de parçalanmıştı belki de birinin hoşuna gitmemişti. Sonuç olarak ikinci durak önceki gibi zarif değildi; ne var ki çok önemli bir özelliği vardı. Durağın iç kısmındaki bölmede yaklaşık yirmi santimetre derinliğinde bir camekân vardı; pekâlâ vitrin de diyebiliriz buna ve oraya kitap konuyordu!
Bu çok çok güzel bir fikirdi. Kim bulduysa aklına sağlık. Hatta Belediye’ye telefon açıp –sergilenen kitapların türü, yayınevi ayrı bir konu– kutlamak istedim bu fikrin sahibini. Gerçi oraya Büyük Şehir mi bakıyor, yoksa Beyoğlu mu, bilmiyorum. Dahası bir de yazı yazacaktım ancak çok kısa bir süre sonra oradan geçerken kitaplara da bakayım dediğimde, baktım ki kitapların yerinde başka nesneler (şimdi anımsamıyorum) vardı, kitaplar kaldırılmıştı. Daha sonraki geçişimde ise, bu kez durak yâni camlı korunak yoktu, olduğu gibi kaldırılmıştı!
Ne var ki orası bir durak! Yolcular bellediklerinden o noktaya gelip bekliyor; tramvay da zaten oradan yolcu alıyor. Şimdilerde dolum’dan bilet kartı dolduruluyor, şu karlı günlerde Taksim’in soğuğu duyumsansa da tramvaya binip hayata karışılıyor, tâ Tünel’e kadar. Aslında bu yol, dolayısıyla İstiklâl Caddesi, bence yürüyerek geçilmeli. Tramvay için bir durak noktası var da o noktanın insanlar için nesnesi (korunağı) yok! Oysaki Meydan sert rüzgârlara açıktır!
Bir kez orada randevu vermiş, bir kadınla buluşmuştum! Neydi aramızdaki; belirsizlik. Kitaba aldığım ve durak için yazdığım yazıdan sonraydı; yâni o zaman benim zarif camlı durak vardı; işte orada, birileri tramvay bekliyordu, bense onu. Karanlık inmişti, kıştı, aklımda öyle kalmış, sonbahar da olabilir, pazar gününün sâkinliği vardı, Meydan ve Cadde ne kadar sâkin olabiliyorsa! Çok az beklemiştim, bir tramvay bile gitmemişti; neşeyle geldi, elinde de pamuk şekeri. Beklenmedik ve şaşırtıcıydı, bir masal sahnesiydi…
sanki masallar içinde macera
sanki o karşılaşmaya inanma
bir yaşam tarzıysa beklemek
masallar yaraya ilâç olur mu
Karanlığın içinde bir pembe! O beklenmedik pamuk şekeri ki bir ân’dır yiyip bitirmesi, sonra damakta küçük bir tat ve büyük bir boşluk, işte o pembe ile kahkahası birlikte salınıyordu; onu daha mı çekici yapıyordu yoksa belleğimde saklanmış anıları mı çıkartıyordu?
birdenbire masal nasıl düşüp
girdiyse bilincin kurmacasına
kim bilir sarışın kadın nedeni
büyüleyici yoğun dişil simge
Sonra birlikte, “Sonrası iyilik güzelliktir” her zaman (ne olursa olsun!) şiirdeki gibi, tramvay beklemedik de Cadde’ye doğru yol alıp hayata karışmıştık…
Şimdi Meydan yeniden düzenleniyor, buradaki geçmiş ve yakın geçmişteki “kötü anıları” unutmayalım da başka bir yazının konusu yapalım; bir düzenleme, ağaç dikimi var, öncelikle ağaçlar güzel, gerçi estetik olup olmadığını bittiğinde göreceğiz. Sonuçta Meydan’ın büyük kısmı inşaat hâlinde; buna rağmen durak, buluşma için bir olanak korunağı olmasa da!
Buluşmak dendiğinde ister istemez “beklemek” eylemi de gündeme geliyor. Sizin anlayacağınız beklemek de buluşmaya dâhil! Bunun birkaç nedeni olabilir. Kimisi erkencidir, hani tezcanlı dediklerimizden, bunun içine sabırsızlık, heyecan da katılabilir; öte yandan kimi de rahattır, biraz kaygısız ya da bekletmeyi bir oyun bellemiştir! Bir de, İstanbul söz konusu olduğu için trafik bir çile; dolayısıyla elde olmayan nedenler de vardır.
Rahatlıkla bekleyebilirsiniz tramvay bekliyor gibi; beklerken, Meydan’ı dolaşabilirsiniz de, biraz uzağa gidip bakabilirsiniz olmayan durağa. Hele akşamsa buluşma, ay da varsa ki ay AKM binasının –şimdi orada “operadaki hayalet” oynanıyor– üstünden kırmızımtrak sarıyla yükselir. Beklerken izleyebilir, geldiğinde de merhaba demeden ona gösterebilirsin! Kimileri de hiç etkilenmez bu ay, dolunaydan falan, ne yapalım, hayat işte!
Bu çevrede şimdi bir “olanak” var; birkaç zamandır, şu Taksim Maksemi’nin hemen önünde çiçekçiler duruyor. Çingeneler ki Meydan’ın sembollerindendir, nihayet tezgâhlarıyla, çiçekleriyle, neşeleriyle, durağın birkaç adım ötesinde sıralanmış. Hemen Maksen’in önünde. Doğrusu epey yer değiştirdiler, sonunda oraya yerleştirildiler. Çingeneler pek yerleşmeyi sevmez ama bence çiçekler için Meydan’ın en uygun yeri. Evet, bir çiçek alabilirsiniz; kırmızı gül, belki gonca!
Her buluşmanın ister ilki ister onuncusu olsun; ister sevgiliyle, ister arkadaşla olsun, evet her buluşmanın, dedik ya bir “beklemek” eylemi de vardır. Bu beklemenin kimileri için hoş bir yanı olur ya da bekletmenin. Gerçi sert rüzgâr esiyorsa, yağmur yağıyorsa, iş biraz güçleşir. Korunak olmadığı için ıslanmak zorunludur. Gerçi hangimiz aşktan ıslanmıyoruz! Karsa, kimileri için sorun olmaz. Şu ânki günler gibiyse yâni beyaz, İstanbul’u kuşatmış, baktığınızda her yer martı akrabalığındaysa; hele de kar biraz tutmuşsa, o saat trafik, ulaşım, eve dönüş falan düşünmez de Meydan’da karın içinde yuvarlanmak gibi duygulara kapılabilirsiniz. İnsan çocukluğundan nasıl kurtulabilir! Sevgiliniz ya da sevgili adayınız geldiğinde, o size atmadan siz ona kar topu atınız!
Cemal Süreya’nın “İki Kalp” adlı bir şiir vardır; Taksim Tramvay Durağı’nı, “nesnesi” olmayan bu noktayı buluşma ve buluşmalar için önererek, bu şiirle de yazıyı noktalayalım:
İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol.
Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde kazanması zamanın;
Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.
Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
[1] 9 Şubat’ta geçtiğimde, yeni bir “durak” konmuştu. Sanırım benim yazımı duymuşlar! Bence oraya hiç uymuyor ama en azından oturacak yeri var. Erken Gelen Otursun, diye!