İsmail Kadare’nin hem bir tarihî roman, hem de her çağda, her coğrafyada farklı yorumlarla okunabilen, hayat ve ölüm arasında gidip gelen karanlık bir hikâye anlattığı kitabı Piramit üzerine bir yazı.
Arnavut yazar İsmail Kadare, kendisine edebî şöhretin kapılarını açan Ölü Ordunun Generali’ni yazdığında 27 yaşındaydı. Onun yazımında, Gabriel Marquez’in büyülü gerçekliği damlamaya başlamış ve başka göklerin altındaki hikâyeleri okuyucuya hediye etmişti. 1992’de neşredilen ve Kadare’nin sadece olay değil, ses örgüsünü de ustalıkla işlediği Piramit, geçtiğimiz aylarda Ketebe Yayınları’ndan yayımlandı ve Ece Dillioğlu tarafından Türkçeye kazandırıldı.
Kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi Kadare, modern okura hipnotize edici bir mesel anlatıyor. Eser, oldukça çarpıcı on altı bölümden müteşekkil. “Güçlükle Ortaya Çıkarılmış Eski Bir Fikir” ve sonsöz niyetine kaydedilmiş “Sırça Piramit” chapter’ları arasında bir seyahate çıkıyorsunuz aslında. İsmail Kadare, diline yapışan o çok eski zamanlardan kalma masal efektiyle selamlıyor bizleri: “Sadece birkaç aydır tahtta olan yeni Firavun Keops, bir sonbahar sabahında muhtemelen kendisi adına bir piramit inşa ettirmek istemeyeceğini söylediğinde, onu dinleyen saray müneccimi, en yüksek rütbeleri bakanlardan bazıları, eski danışmanı Uzerkaf ve başrahip olmasının yanı sıra başmimar da olan Hemiunu sanki bir felakete tanık olmuşlar gibi mosmor oldular.”
“Ölüm Odası Nerede?”
Keops’un tek adamlığı etrafında seyreden anlatı, Firavun’un kati, kesin ve bazen yıldırıcı, kuru ve soğuk emirleri altında, “hepsinden daha yükseğe ve hepsinden daha haşmetli” bir piramidin yükselmesiyle devam ediyor. Piramidin inşa edileceği haberi hâliyle çok hızlı bir şekilde ahaliye yayılıyor. Kimi böylesi muazzam bir yapının göğe kafa tutacağından ötürü mutlu, bazısı ise derin bir hayal kırıklığında. Bir kere şunu belirtelim: Kadare’nin üslubu, tarihî olaylardan dalgıçlık yaparak oluşmuş, yani bir realiteye dayanıyor. Mesela Keops’un “Ölüm odası nerede?” sorusu sonrası mimarların ürkek ve telaşlı cevapları, yazarın edebî gücünü gösteren sahnelerden.
Arnavut yazar, okura sanki bir film seyrettiriyor. Piramitin yapıldığı şantiyeyi betimlerken kullandığı sözcükler incelikli. “Firavunların Tozu” bölümü, Kadare’nin bir hokuspokusu, çağdaş yöneticileri de kapsama alanı içene alan: “Hava kapalıydı. Keops, sarayın üst kısmında, gerginlik içerisinde yürüyüp duruyordu. Hiçbir şey görmemek için çabalasa da nadir zamanlarda olduğu gibi kara toz bulutlarının yükseldiği batıya doğru dönüyordu kafası. Belli akşam üstü kum fırtınası çıkacaktı. Ama o olmasa bile piramidin tozu her yerden görünüyordu. Keops için bu durum kendi mezarının bir at gibi şaha kalkmasını izlemekti. Yıllarca o görüntü gözünün önünden gitmedi. Kendi kendine bir hükümdar olarak kaderinin bu olduğunu ve kimseye şikayet edemeyeceğini telkin edip teselli bulmaya çalışıyor, ama içindeki sıkıntı bir türlü geçmiyordu.”
Mısır, Piramitler Olmadan Var Olabilir miydi?
İsmail Kadare, okurla kurduğu diyalogda tarihin bazen sessize aldığı alanları sözcükleriyle havalandırıyor, yaşanmış olup da kendisini müdafaa edememişlere söz hakkı veriyor. Bölüm aralarına serpiştirdiği bu çeşni, oldukça klas ve etkileyici. Mesela anlatının tam burasını dinler misiniz: “Bir şeyin sonsuz olması, herkes bilir ki yok olmasıyla hemen hemen eşdeğerdir. Ağır bir düşüncedir bu. Bulanık da olsa çekine çekine, orada burada ortaya çıkıyordu. Mısır, piramitler olmadan var olabilir miydi? Piramitler, kamburlarının işgal ettiği yerleri özgür bırakmak için silinip gidemez miydi? İnsanlar piramit diyordu, ama aslında aklındaki hep ‘firavun’ kelimesiydi. Derken bir dün bunu gizli tutmaktan vazgeçip konuşmalarının bir parçası hâline getirir oldular. Ama elbette hayatta olan firavun Mikerinos’tan değil de ölmüş firavunlardan bahsediyorlardı.”
Özetle İsmail Kadare, Piramit’te insanı tarihin dehlizlerine sokup, hâlâ küflenmemiş hatıraları hatırlatıyor. Belki dünü bugünle değil, ama bugünü düne bağlıyor. Bu arada siz, yazarın yanında olun, tasvir ettiği piramite değil, kelimelerden yaptığı evin içine misafir olun.