Oyuncu Devrim Yakut ile “hayalimdi” dediği ilk kitabı Aklımın Aynalı Çarşısı’ndan başlayarak yazının hayatındaki yerine, kariyerindeki yolcuğundan son projesi Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü? filmine ve daha pek çok konuya değindiğimiz bir söyleşi gerçekleştirdik.
“Bu kitap için, içimdeki utangaç kıza meydan okuduğumu düşünüyorum,” diyen Devrim Yakut, on dört öyküden oluşan Aklımın Aynalı Çarşısı adını verdiği kitabıyla hep kalbinde tuttuğu hayalini gerçekleştirmiş. Pandemi sürecinde bilgisayarın başına geçen Yakut, içindeki o utangaç kıza çok güzel bir hediye vermiş aslında, ne müthiş. Kitapların adının bir büyüsü olduğuna inananlardanım; bu kitabın büyüsü kapağına baktığın anda başlıyor. Küsurat Yayınları yine harika çalışmış ve Yakut, “O öykülerin hepsi benden aktı, bana şifa oldu,” derken bizim yaralarımıza da şifa olduğunu artık biliyor…
Devrim Hanım bu soruyu sormayı ve ardındakileri görmeyi çok seviyorum. Sizinle ilgili pek çok bilgiye ulaşmak mümkün, zira internet bir derya. Peki, aslında Devrim kendini nasıl tanımlar? Ulaşılanın dışında yazdıklarıyla, duygu ve düşünceleriyle Devrim Yakut kimdir?
Biliyorsunuz, yanıtlanması en zor sorudur bu: “Siz kimsiniz?” Ama sorduğunuz için şu kadarını söyleyebilirim; öğrenme açlığı ve merakı hiç bitmeyen, hayatı bu merakla tecrübe etme çabasında biriyim.
Her şey sizin için nasıl başladı Devrim Hanım? Oyunculuğa nasıl başladınız?
Ben aslında oldukça içe dönük, sessiz bir çocuktum. Babam ergenlik dönemimde biraz açılmam için beni bir tiyatro kursuna yazdırdı ve her şey öyle başladı. Sanırım pek çok meslektaşım gibi, müthiş bir ifade aracı bulduğum için, başka bir mesleği yapmayı hiç düşünmedim, düşünemedim. İyi ki de öyle olmuş. Sonra tabii eğitimini aldım mesleğimin. Yine iyi ki öyle yapmışım demeliyim.
Peki, yazı sizin dünyanızda ilk ne zaman doğdu? Sizin için ne ifade ediyor, hayatınızda nerede duruyor?
Yazı, yazmayı öğrendiğim günden beri hep oldu hayatımda. On iki yaşımdan otuz altı yaşıma kadar düzenli günlük tutmuşum... Okumakla da aram hep iyi olmuştur. Kitap alınan ve okunan bir evde büyüdüm. Ancak yazma bahsini bir ürüne dönüştürme fikri hep çok uzağımda durdu. Mükemmeliyetçiliğim, belki de utangaçlığım neden oldu buna, bilmiyorum. Yazmak çok mahrem, okuyanla aranızda başka hiçbir aracının olmadığı çok özel bir alan. Bunu göze almaktan ya da haddimi aşmaktan korkmuş olabilirim. Ama kimselere göstermeden bir şeyler karalamak hep oldu hayatımda. Sanırım o da içimdeki utangaç kızın kendini ifade araçlarından biriydi.
Bizi, 14 öyküden oluşan ilk kitabınız Aklımın Aynalı Çarşısı buluşturdu. Yazım sürecinizden, bunun aklınıza düşüşünden konuşalım mı?
Yıllardır hayalim olan ve böyle giderse, hayal olarak kalacağını bildiğim yazmak eylemi pandemi sürecinde beni bilgisayarın başına oturttu. Yıllardır etrafımdan da hep bu yönde tavsiyeler alırdım. Dört yıl kadar önce Büşra Aksak’la tanışınca ve Küsurat Yayınları hayata geçince, söz konusu tavsiyeler neredeyse ısrara dönüştü. Her sohbetimizden sonra Büşra bana “Şu kitap ne zaman geliyor Devrim Abla?” diyordu ve ben sadece “İnşallah,” diyordum. Pandemi günleri başlayıp hayat bizi eve kapattığında fark ettim ki hiç olmadığım kadar boşum. Yazmak sıkı bir mesai ve zaman istiyor çünkü... Sadece kendimi sınamak için yazmaya oturdum. Çıkan ilk kısa öyküyü de Büşra’ya yolladım. O sağ olsun beni çok yüreklendirdi ve devamı geldi... Hatta önsözde de yazdığım gibi çok kısa bir zamanda çıktı öyküler.
Önsözde de belirtiyorsunuz kitap yazmak hep hayalim, diye. Nasıldı hayaliniz? Geç kaldığınızı düşünüyor musunuz ya da tam zamanında hissi doğdu mu gerçekleştiğinde?
Evet, hayalimdi. Ama hayallerin gerçekleşebilmesi için harekete geçmeniz gerekiyor. Yani oturduğunuz yerden olmuyor. Geç kaldığımı pek düşünmüyorum galiba. Ben her şeyin olması gereken zaman ve şekilde gerçekleştiğine inananlardanım. Benim yazma serüvenimin zamanı da şimdiymiş.
Peki, neden şimdi? Neden daha önce yazmadınız? Ya da şu an hadi yaz artık, diyen ne oldu, paylaşır mısınız bizimle?
“Damla, tamamlanmadan damlamaz” diye bir söz var. Pek sever, pek inanırım. Tamamlanmayı bekledim belki, hazır hissetmeyi. Aklından çok, sezgileriyle yaşayan biriyim. Sezgilerim “Hadi!” demiş olabilir. Aslında bu kitap için, içimdeki utangaç kıza meydan okuduğumu düşünüyorum. Büyük bir cesaretti benim için. Yanımdan hiç ayırmamaya özen gösterdiğim o kıza bir hediye verdim galiba. Bir de benden geriye somut bir şey kalsın isteği de olabilir, inanın tam bilmiyorum.
Nasıl bir duyguymuş kitabınızı elinize almak?
Tarifi çok zor... Diktiğiniz bir fidanın meyve vermesi gibi, dünyaya bir çocuk getirmek gibi, kalbimi tanımadığım bir dünya insanın avucuna bırakmak gibi... Çok güçlü bir his.
Devrim Hanım, bu öykülerin ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek?
Hiçbir öyküyü birebir gerçeği gibi yazmamaya özen gösterdim; başkalarının mahremlerine göstermeye çalıştığım özen yüzünden. Kimileri gerçekle kurgunun birleşimi, kimi de tamamen kurgu.
Kitapların ismi ilgimi çekiyorsa onlara bakışım da değişir. Genelde de böyle olduğunu sanıyorum. Aklımın Aynalı Çarşısı’nın isminin hikâyesi nedir?
İsim bu süreçte en zorlandığım alan oldu. Çünkü ben de isimlerle, onların tınıları ve yazarın ne demek istediğiyle çok ilgileniyorum. Ressamların resimlerine verdikleri isimler de çok ilgimi çeker. Kitabı anlatan bir isim olsun istiyordum. Birden geldi ve kulağımda iyi bir tını oluşturdu. Birbirinden bağımsız ve tamamen farklı hayatlar anlatıldığından, bence kitaba yakışır bir isim oldu.
Bir öykünüzün adı, “Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak”. İsminden yola çıkarak sormak istiyorum: Bunu hep söyler misiniz, yoksa eskisinden de iyi olacağı hissiyatında pozitif mi yaklaşırsınız?
Ben bu cümleyi de, genelde her cümleyi de pozitif bir yerden söylemeyi tercih ederim; en zor zamanlarda bile üstelik.
Şimdi bu sorudan sonra da pandemiden söz etmeden olmaz gibi geliyor bana. Oldukça zor, tuhaf ve dengelerin yer değiştirdiği bir süreçten geçiyoruz. Pandemi sizin için nasıl geçti/geçiyor? Size neler kazandırdı ya da sizden neleri eksiltti?
Pandemi bana her şeyden önce bir kitap kazandırdı. Gerçek manada içime dönmeme, oraya bakmama sebep oldu. Modern dünyanın acımasız ritmi buna izin vermiyor çünkü... Herkes gibi, benim de önceliklerim yer değiştirdi elbette. Sağlığın ve hayatta olmanın ne denli kıymetli olduğunu hatırladık hep birlikte. Eksilen, özgürlüklerimiz elbette... Ve bu süreçte hayatlarını kaybeden canlarımız... Hepsinin ruhu şad olsun.
Kitaptaki öyküler size en çok hangi duyguyu hissettiriyor? Yazarken masada nasıl bir Devrim vardı?
O öykülerin hepsi benden aktı, bana şifa oldu. Zorlandığım, ruhsal ve fiziksel acı çektiğim günler oldu. Yazarken ise masada müziğin ve çayın eşlik ettiği çok heyecanlı bir Devrim vardı. Hâlâ da öyle.
Konumuz kitaptı tabii ama ben oyunculuğunuzdan da bahsedelim istiyorum. En azından son işinizden. Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü? 9 Nisan’da Netflix’te yayımlandı. Pandemi gibi bir süreçte doğan bu işi anlatır mısınız biraz? Nasıl bir işti? Seyircisiyle sinemadan önce dijital platformda buluşacak. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü? son heyecanlarımdan. Bu artık neredeyse klasikleşmiş eserin film versiyonunda görev almak, büyük heyecan benim için. Çok güzel bir ekiple, çok severek çalıştık. Ecem’le (Erkek) onun ilk işinde tanışmış, yeniden çalışabilmek için çok dua etmiştik. Yeniden anne kız oynama şansını böylesi bir öyküyle bulmak ikimizi de çok mutlu etti. Ve Ecem çok güzel bir iş çıkardı. Tüm kalbi ve ruhuyla oradaydı. Seyirci de bunu hissedecek, biliyorum. Pandemi döneminde yaptığım ilk iş. Ne yazık ki sinema salonlarına bir süre daha giremeyeceğimiz için, dijital mecralar bir alternatif oldu. Ama söylemeliyim ki, bir sinema salonunda, birbirini tanımayan insanların, ortak bir yaşantıya tanıklık ve duygudaşlık etmesinin tadı tartışılmaz. O günleri tekrar tecrübe edeceğimiz günler kısa zamanda gelsin umarım.
Bunun yanında Şeref Bey dizisinde de yine bir başka dijital kanaldasınız. Genel olarak dijital platformları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dijital platformlar, süreleri bir türlü kısalamayan ve her gün yeni kısıtlamaların geldiği dizi sektörüne hepimiz için alternatif ve nefes alanı oldu. Yeter ki o mecraları da hoyratça kullanmayalım. Seçeneğin çok olması iyidir diye düşünüyorum. Yaşayıp göreceğiz... Çünkü aslolan nerede yaptığınız değil, ne yaptığınız. Bu konuyla daha çok ilgilendiğimizde daha güzel işler çıkacak gibi geliyor bana.
Ekşi Sözlük’te sizin için şöyle bir yorum okudum: “Haddini bilen cesur oyuncu.” Kariyerinizde oldukça sevilen işlerde yer aldınız. Oyunculuk size nasıl kapılar açtı?
Valla o cümleyle ne demek istediler, hangi duyguyla yazdılar bilmiyorum. :) Cesaret ve had bilme kombinasyonunu hayata geçirebildiysem ne mutlu bana. Oyunculuk beni değiştiren, dönüştüren, geliştiren, hayata temasımı hep sıcak tutan harika bir meslek. Ben işimi hep şöyle tanımlarım: Bir zamanlar hayatı öğrenmek için yaptığım “oynamak” eylemi, ki bu her canlının hayatı öğrenme yöntemi, benim mesleğim oldu. Kocaman kadın oldum, aslında hâlâ evcilik oynuyorum. Çocukken olandan farkı, alkışlıyor ve üstüne para veriyorlar. Daha ne diyebilirim ki? :) Dünyada da ülkemde de seçtiği mesleği yapabilen şanslı insanlardan biriyim.
Sorularımın bir yerde bitmesi gerekiyor. Son sorumda Rasim Öztekin’e yer vermek istiyorum. Aslında bir soru da değil bu, neler söylemek isterseniz, bir de birlikte zamana mühürleyelim.
Rasim hayatı, insanı, doğayı, doğadaki her varlığı kocaman kocaman seven harika bir adamdı. Yargısız, öfkesiz, kibirsiz, yumuşacık bir kalbi olan, iyi bir baba, iyi bir eş, harika bir arkadaş... Ne diyebilirim ki? Çok büyük ve dolamayacak bir boşluk bırakıp gitti. Mekanı cennet olsun...