“Benzemezlik”, “uç takılı”, “uç bey!”, “uç’talık”, “derkenarlar”...
Marjinalliğin kelime anlamının günden güne değişmesi ve Ece Ayhan’ın öznel “marjinallik”i...
Ece Ayhan’ın “marjinallik”i bir dönem, uzunca bir dönem diline dolamış olması doğaldı: Yaşama biçimiyle, duruşuyla ve konumuyla o bölgeye aitti. Gene de ‘konu’ya asıl yoğunlanış izleri, Bir Şiirin Bakır Çağı’na topladığı, 1987-88 kavşağının çıkmalarında görülüyor. Seçtiği örnekler üzerinden hareket edildiğinde şairin seçim ve yaklaşımları şüphesiz tartışmalı. Kişisel (düpedüz özel) bazı sorunlara dayalı biçimde, “kötülük dayanışması” kutbunu mihenk sayarak soykütük oluşturmaya yöneldiğinde, bugün yaşasa ve yaşananları görebilecek olsa içini sızlatacak kimi sonuçlara vardığı görülüyor, geçelim, konunun o tarafı spekülatif boyutlara açık.
Buna karşılık, Ece Ayhan’ın termin denemeleri önemli. “Marjinallik” için giriştiği tanım arayışında karşılıkları yoklamış: “Benzemezlik”, “uç takılı”, “uç bey!”, “uç’talık”, “derkenarlar”… tek bir noktada karar kılamadığını gösteriyor.*
Daha önemlisi, Ece’nin handiyse yüceltici vurguyla üzerinde durduğu marjinallik statüsünü ‘karşı taraf’ın da sahiplenmesi karşısında bir ana yol ayrımına dikkat çekme biçimi; Fikret Ürgüp portresine öyle başlar 1987’de:
“Marjinallik”, neredeyse bıçak sırtında bulunan bir kavram gibi oldu -ya bir ‘cehennem’e düşüyorsun ya da bir ‘cehennet’e- zaten çok oynak ve oynayan bir nitelemedir.
Yani kısacası ve açıkçası kentlilerin ve ‘umran’ görmüşlerin ayrılmaz bir parçası olduğu kesin! Ve istenirse o ‘katman’ların, o ‘eküri’nin bir yaşama ‘yol’u da denebilir.
‘Marjinallik’ sözcüğü, yeri gelince kafayı bulmak uğruna uyuşturucu ya da aynı işlevi gören hap kullanma alışkanlığı, sakarlık, derbederlik ve hatta düpedüz serserilik anlamını da içerebilir. Ben, Beyoğlu’ndaki meyhane serüvenlerimde böylelerinin çok büyük çoğunluğunun ‘kalık’ (rate) olduklarını da görmüştüm!”.
Bir yıl sonra ayırtılayarak yineler:
“Şimdi duyuyorum ve okuyorum ki ‘marjinallik’ iyice karıştırılmış ve karışmış durumda. Örgütlenmiş sorumsuzlukta bir kör döğüşü adeta! ‘Marjinallik’ önce kurnazlıkla ‘berduşluk’ anlamına alındı. Hatta giderek de düpedüz ‘serserilik’. Sonra, mavi ispirtoyla kafayı bulan ‘kalık’lar (‘kıdemli marjinal’ gibi) ya da (ünlü müşekkel Hasan, Maarif vekili İkizleri’nden biri gibi) alkolikler. Ve hürya! Esrar çekenler, sürekli uyuşturucu kullananlar da işin arkasına takıldı. En sonunda da, ‘tarih atlanarak, siyasal iktidarın ‘olmadık’ ve ‘beklenmedik’ girişimlerine de ‘marjinallik’ dendi!”
Bu uzun alıntılar bir bakıma zorunluluğun sonucu; aslına bakılırsa, bütün Ece Ayhan yazısı bu gözden okunmayı gerektiriyor. ‘Marjinallik’ için önerdiği karşılıklardan birinin, “benzemezlik”in yeri ayrı: Şüphesiz önemli sıfat, ama “marjinallik”le bağlantısı ikincil bir boyut taşıyor bana kalırsa. “Derkenarlık” ya da “uç” çeşitlemeleri daha bir oturuyor denilebilir. Dikkat çekici bir hamle: Doğrudan Ece’nin bir önerisi mi, başka bir kaynakta geçiyor mu bilemiyorum, “rate” kelimesini “kalık”la karşılıyor.
Asıl sorun burada değil ama: Şair, ‘marjinallik’ten ne anlıyor? Başka deyişle: Sıkıntı karşılık bulma boyutundan mı doğuyor, kavramı tanımlama aşamasından mı? “Marjinallik”, köken itibarıyla, tıpkı “ex-centrique” gibi, toplum düzeninde merkezden kenara itilmişliğin, sınıra püskürtülmüşlüğün ifadesi bir iktisadî-toplumsal kategoriyi oluşturma anlamıyla kısıtlanamaz şüphesiz! Zamanla, özellikle modern çağda, çizgidışı ya da aykırı duruşu benimseyenleri de içermiştir. Ece Ayhan’ın tanım bocalaması (deyiş yerindeyse), bunlardan birini dışarıda tutma, ayırma kaygısından doğuyor: Serkeşler, serseriler, berduşlar, uyuşturucu bağımlıları ve benzerleri de genelde “marjinallik” çatısının altına girerler. Ait oldukları kesitten dışlayamayız hiçbirini.
Buna karşılık, Ece Ayhan’ın ismen marjinal statüsüne yerleştirdiği Nilgün Marmara, Sezai Karakoç, Fikret Ürgüp ya da Aktedron Fikret’in bırakalım azamî olanlarını, asgarî müşterekleri olduğunu söylemek güçtür. Her birinin sıra dışı kimi özellikler taşımaları aynı çatı altında tasnif edilmeleri için yeterli değildir. Ece Ayhan, kaldı ki, bu tür saptamalarında sık sık duygusal çalkantılarının tutsağı olmuştur: “Marjinallik” taslamayan Can Yücel’e bu bağlamda ‘alkol’ üzerinden dirsek atması, şair bozuntusu semiz bir reklâmcıyı “marjinal” sayması açmaz örneklerden yalnızca ikisi. “Mülk sahibi” olmayan (ki doğru mu bilmiyoruz) Sezai Karakoç’un “siyasal parti sahibi” olduğunu farketmemiş miydi? Aktedron Fikret hem de nasıl marjinal biriydi, ama hem mal mülk sahibiydi, hem de hapçı ve şırıngacı. Sözün özü, Ece’de ölçüler dağınık manzara arzetmiştir.
Bana öyle geliyor ki, kullanım biçimi göz önünde tutulduğunda, iki farklı anlam tabakası kurmuş “marjinallik”. İlki, daha yaygın olanı, bir toplumsal-iktisadî katmanı işaretliyor; yarı yarıya sınıfsal, yarı yarıya aktörel vurgularla. İkincisi, burjuvazi içi bir özellik taşıyor ve aykırılık üzerinden temellendiriliyor. Ortak yönleri yok mu? Var, ama belirleyici görünmüyor. Ece Ayhan’ın “doğru” ve “dürüst” sıfatlarını kullanması da hepten dayanaksız: Sülün Osman da, Ayşe Şasa da, Oğuz Alplaçin de “marjinal”diler.
* 1980 yılında Oluşum dergisinde çıkan “Dağar”da kullandığım Homo Marginis kategorisi Ece’yi çok meşgul etmiş, içeriği konusunda epey farklı düşündüğümüz için uzun uzadıya tartışmıştık — Yeşilyurt Sokak evinde üç aya yakın kaldığı dönemdi.
Not: Eserler Aleksandra Milovanovic'e ait.