Rastlantısal bir şekilde bulunan bir mektup, Rorschach, 1500'lü yıllara dayanan kahve kültürümüz, bilinçaltı ve kahve falı...
Bilimsel buluşların yoğun çabalar, derin bilgi birikimleri, bitmek bilmez araştırmalar gerektirdiği hemen herkesçe kabul edilir. İlham ya da esinlenme ise genelde bilim ve bilim insanlarından çok sanat ve sanatçılara yakıştırılır. Oysa sanatla uğraşan ya da yakından ilgilenenlerin çoğu bilirler ki bir eser ortaya çıkarmak tıpkı bilimde olduğu gibi, çoğu zaman günlerce gecelerce çalışmayı, pek çok denemeler yapmayı ve o sanat dalında ciddi birikim sahibi olmayı gerektirir. Üstelik bilim adamları da yepyeni şeyler bulurlarken tıpkı sanatçılar gibi ilhama ihtiyaç duyarlar. Bu ilham Newton’a yer çekimi yasasını bulduran elma da olabilir, Arşimet’i çırılçıplak hamamdan dışarı koşturup “evraka!” nidası attıran bakır tas da.
Bilim tarihi Newton ya da Arşimet’inkine benzer esinlenme hikâyeleri ile doludur. Geçen aylarda İngiltere’nin Londra kentinde, tesadüf eseri, eski bilimsel kitaplara meraklı bir koleksiyoncu tarafından C.G. Jung’un Bilinçdışının Psikolojisi kitabının 1916 baskısının sayfaları arasından çıkan bir mektup psikiyatri tarihindeki böyle bir ilham kaynağını ortaya çıkartmış görünüyor. 1920 tarihli bu mektup adını ünlü mürekkep lekesi testine vermiş olan İsviçreli psikiyatrist Hermann Rorschach tarafından yazılmış. “Kıymetli Dost,” hitabı ile başlayan mektubun kime yazılmış olduğu henüz bulunabilmiş değil ve bilim tarihçilerini bir süre daha uğraştıracağa benziyor.
Rorschach mektubu karısı Olga’nın ailesini ziyaret etmek için gittikleri Kırım’dan dönerken birkaç gün kaldığı İstanbul’da kaleme almış. Daha önce savaş nedeniyle ziyaret etmek isteyip göremediği İstanbul’u çok beğenen psikiyatrist mektubunda çok etkilendiği kahve falına da yer ayırmış:
“…burada kahve kültürü bambaşka, hayat sanki kahvenin çevresinde dönüyor…”,
“…aziz dost, Türkler kahveyi filtre etmeden içiyor. Pişirdikleri kahvenin bir kısmı içilemeyecek halde fincanın dibine çöküyor. Kahve pişiren adama içemeyecekleri bir şeyi neden süzmeyip fincana koyduklarını sordum. Bana "Kahve hayata lezzetini veren hayallerimize benzer. Hayallerimizin bir kısmı gerçekleşip ömre lezzet katar, gerçekleşmeyenlerse, telvenin fincanın dibine çöktüğü gibi içimize çöküp kalırlar. Ama biz o çökenleri ziyan etmeyiz onlara bakıp geleceğimizi okuruz." dedi.
Sonra fincanı tabağın üzerine ters çevirip soğumasını bekledi. Fincanı açıp içinde kahvenin oluşturduğu lekeleri bir şeylere benzetip fal bakmaya başladı…”
“Gezdiğimiz pek çok yerde fincanları ellerine alıp dakikalarca karşıdakilere bir şeyler anlatan bir sürü insan gördük. O kadar yaygın ki Türklerin hayatında bu ritüelin kahveyi içmek kadar önemli olduğu sonucuna vardım.”
“Akşam uyku ile uyanıklık arasında fincandaki kahve lekeleri, üzerine konuşan Türklerin sözleri, yüz ifadeleri bir bir gözümün önünden geçti. Bana öyle geldi ki bir nevi trans halinde, fincandaki sembolleri bu okuyan insanlar bilinç altılarına ulaşmanın bir yolunu bulmuşlar. Biz Avrupalıların yeni yeni aşina olduğumuz bilinç dışı ile böyle bağlantı kuruyorlar. Hastalarımın bilinç altına ulaşmak için ben de böyle bir yol bulmalıyım…”
Mektup bundan sonra Rorschach’ın İsviçre’ye döndükten sonra yapmayı planladıkları, Avrupa’nın büyük savaş sonrası durumu gibi konularla son buluyor.
Bilim tarihçileri bu mektuptan hareketle Rorschach’ın kahve falından aldığı ilhamla, bilinç dışını çözümlemek için çabalarını yoğunlaştırdığını öne sürüyorlar. Ünlü psikiyatristin çocukluğundan beri mürekkep lekeleri ile resim yapmaya merakı biliniyor. Hatta okul yıllarında mürekkep lekelerinden resim yapma sanatı olarak adlandırılan klecksografiye atfen lakabı “Klecks’miş”. Tarihçilerin tezine göre Rorschach kahve falının insanda yarattığı izlenimlere benzer bir etki yaratmak için çocukluk hobisi olan mürekkep lekelerini kullanmayı seçmiş. Mürekkep lekesi testinin Bilim adamının İstanbul ziyaretinden hemen sonra 1921 yılında yayınlanmış olması bu teoriyi destekler nitelikte.
Mürekkep lekesi testi zaman içinde psikiyatri dünyası tarafından benimsenmiş hatta 1960’lara gelindiğinde insanların iç dünyalarının anlaşılması için kullanılan testler arasında en yaygın kullanılanı olmuştur. Popülaritesini yitirmesine rağmen test günümüzde hala özellikle de adli psiyatri alanında kullanılmaya devam etmektedir.
Ne yazık ki Hermann Rorschach bulduğu bu testin başarısını göremeden, buluşunun yayınlanmasından 1 yıl sonra 1922’de apandisitinin patlaması sonucu hayatını kaybetmiş. Bu erken ölümün ip ucu belki de yine mektubundaki şu satırlarda gizli:
“…adam önce falı okumak istemedi. Israr edince isteksizce devam etti. Bir iki önemsiz şeyden sonra. Beyim, dedi. Çok büyük ikbal var önünde ama elini çabuk tut. Yıldızın senin değil adının üstünde parlayacak…”
Osmanlının kahve ile tanışıklığı 1500’lü yıllara dayanıyor. Bu fevkalade içeceğin batı dünyasına yayılışı da bu topraklardan olmuş. Osmanlılardan önce kahve ile fal bakıldığına ilişkin hiçbir bulgu yok. Her yanı batı kökenli kahve dükkânı zincirlerinin sardığı günümüzde bile Türk kahvesi ve kahve falı kültürümüzün değişmez unsurları olarak yaşamaya devam ediyor. Her ne kadar batının pozitif bilimi kahve falından aldığı ilhamla insanların bilinçaltını araştırıyorsa da biz hala fincanda kalan telvelerden içimizdeki kalan umutların akıbetini okumaya devam ediyoruz.