Şair, yazar, yayıncı Ahmet Bozkurt ile alanında uzman isimlerin katkılarıyla yayına hazırladığı Cumhuriyet döneminin edebi haritasını çıkaran çalışması Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı üzerine merak ettiklerimizi konuştuk.
Edebiyatın zengin dünyasında, her kelime bir hazine, her mısra bir dünya saklar. Bu kelimeler kimimizi kasırga gibi savurur, kimimizi sessizce değiştirir, kimimize dokunur, kimimizden öylesine geçer gider… Herkes payına düşeni düştüğü kadar alır...
Hayatımı edebi cümlelerle anlatamam, denemem de… Çünkü hazır anlatılmışı varmış zaten!
Edip Cansever’in “Gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor” mısralarıyla başlatırdım çocukluğumu… Kırkı devirdikten sonra dahi, içimdeki çocuk avaz avaz bağırıp kalbimin üstünde koşuyorsa bu mısralar benim için yazılmış olmalı.
Sonra mutlaka şu gelir: “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı.” Kuzineden henüz alınıp üstünde tereyağ gezdirilmiş ve hemen ardından anne reçeliyle şenlenecek kızarmış ekmek dilimidir Cemal Süreya’nın cümlesi. Çocukluğumun ayaz kış sabahlarından el yakıcı, kalp ısıtıcı, tüm diğer kokularla açık ara önde yarışan kızarmış ekmek kokusudur bu satır.
Gençliğe evrilecek yıllarımın en başına da Cemal Süreya’nın mısralarını oturtmak doğru olacak. “Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum.” Hayatımın o dönemi için başka cümle de sarf etmem gerekmez zaten. Ne demiş Orhan Veli? Çok şey demiş elbet, lakin kişisel hikâyemin yirmi yılının özeti şu satırlardadır: “Hep seni düşünmekten kimsenin yüzüne bakmadım.”
“Seni yok sayacaklar, sen daha çok var olacaksın,” diyen Sezai Karakoç’un cümlesi? Nasıl da ilham oluyor ve “iş hayatı savaşlarında” süngü yiyen bizleri tekrar savaş alanına sürmek için nasıl da motive ediyor. Bir dönem Aziz Nesin “intro” olarak girdi hayatıma: “Ya zamanından çok erken gelirim, dünyaya geldiğim gibi, ya zamanından çok geç…”
Yaşar Kemal’in o zamanlar sorduğu soruyu yaşam hikayemin “şimdiki zamanında” sıkça sorar oldum: “İnsanlık öldü mü?" dedim. “Yok,” dedi, “ölmedi, ölmedi ama, bir şeyler oldu, başka bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde?”
Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş” şiirini çoktan deviren her insan gibi Ahmet Hamdi Tanpınar’dan şu satırlar var hücrelerimde: “Bazen düşünürüm, ne kadar garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikâyet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?”
Kimler, kimler yoktur ki edebiyatımızda… Sahi! Kimler?
Türk edebiyatının yüzyıllık serüveni şair, yazar, yayıncı Ahmet Bozkurt’un editörlüğünde tek kitapta toplandı. Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı isimli kitap İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları’ndan edebiyatseverlerin ilgisine sunuldu. Cumhuriyet döneminin edebi haritasını çıkaran bu kapsamlı çalışma; dönemin sosyal, politik ve kültürel etkileşimlerinin edebiyat üzerindeki yansımalarını derinlemesine inceliyor. Dört bölümden oluşan çalışmanın bölüm başlıkları şu şekilde: “Dönemler, Akımlar, Hareketler”, “Edebiyatın Seyir Haritasında Yazınsal Türler”, “Kavramlar, Düşünsel Yönelişler ve Edebiyat Pratikleri, “Edebiyatın Yaşam Alanları”.
Yazılarıyla bu çalışmanın ortaya çıkmasını sağlayan isimler ise (Bölüm sırasına göre): M. Kayahan Özgül, Bâki Asiltürk, Ali Ömer Türkeş, Necip Tosun, Hilmi Zafer Şahin, M. Emir İlhan, Alphan Akgül, Murat Belge, Öznur Taburoğlu, Orhan Tekelioğlu, Ömer Solak, Haydar Ergülen, Mehmet Can Doğan, Turgay Anar ve Ahmet Bozkurt.
Geçtiğimiz aylarda PEN Yazarlar Derneği tarafından “Müfredat amaçlı da kullanılmaya uygun” notuyla ayın kitabı seçilen, edebiyatımızın yüzyıllık külliyatı niteliğindeki çalışmayı değerli editörü Ahmet Bozkurt ile konuştuk.
Bir Asrın Edebiyat Haritası
Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı oldukça kapsamlı bir çalışma olmuş. Öncelikle bizi böyle bir çalışmayla buluşturduğunuz için teşekkür ederim. Bu çalışmayı hangi kriterler üzerinden planladınız?
Aslında bu kitap bir edebiyat tarihi kitabı değil. Tek başına bu şekilde bir sınıflandırmada bulunmadım. Edebiyat tarihçiliğinin sınıflandırma, sınırlandırma, kategorize etmek gibi hastalıkları vardır. Ben bu hastalıklardan uzak durarak özgün ve analitik bir çalışmanın ana çerçevesini oluşturabilecek bir giriş kitabı olmasını istedim.
Diğer taraftan da her yönüyle 100 yılın birikimine ana hatlarıyla odaklanabilsin istedim. Bunu yaparken sınıflandırıcı bir çerçeveden ziyade bütünlüklü bir bakışla edebiyatımızın nüfuz ettiği tüm alanlara bakışımızı kaydırabilelim kaygısıyla hareket ettik. Ancak bütünlüklü bir bakışla edebiyatımızın dününe ve bugününe dair söylediklerimizin neye karşılık geldiğini de tartışmış olacaktık. O nedenle temel kriterler her zaman nesnel bir bilimsellik ve yazınsallık çerçevesinde yürüdü.
Kitabın giriş yazısında ve nispeten kronoloji bölümünde bu cildin kapsamına giremeyen başlık ve genel durumu analitik olarak resmetme, çözümleme yoluna gittim. Her ne kadar özgün olmaya çalışsanız da edebiyat pratiğinin genel edebi kamuoyunda yerleşikleşen söylem ve tercihleri de doğal olarak bu kitabın kapsamı içerisinde yer aldı. Dönemler, akımlar ve hareketleri ele alan yazıların niyetinden değil ama içeriğinden çıkan sonuç da akım olabilecek bir yapının bizim edebiyatımızda çok da gözlemlenemeyeceği yönündedir. Elbette ki hareketler, manifestolar, polemikler ve kuşaklar çerçevesinde kurulan ve gelişen, kendi zaviyesinden edebiyat üretimini devam ettiren oluşumlardan fazlasıyla bahsetmek mümkün. Bizim edebiyatımız da dahil olmak üzere dünya edebiyatları için de aynı ölçütler geçerlidir. Dönemini ve kendinden sonraki kuşakları kapsamına alacak estetik boyutu ön planda olan kalıcı sanatsal yapıtlar edebiyatın süreğini oluşturacaktır. Dönemsel ve kurucu oluşumlar bir tarih ve sosyoloji malzemesi olarak her zaman edebiyat tarihi içerisindeki yerini koruyacak. Ama kalıcı olan, hep yaşayacak olan estetiğin ön planda olduğu yapıtlar olacak.
Dolayısıyla 100 yıllık Cumhuriyet tarihi içerisinde yeni ve öncü olan her edebi hareket ve yönelim doğal olarak bu kitabın kapsamı içerisinde yer aldı. Yazınsal türlerin olabildiğince eksiksiz bir şekilde kitapta yer almasını sağladık. Her şeye rağmen hacmi ve yayıldığı alanın genişliği düşünüldüğünde sıkıştırılmış bir çalışma olması kaçınılmazdı. Bu noktada kitapta yazılarıyla yer alarak bu çalışmaya nefes olan A. Ömer Türkeş, Alphan Akgül, Bâki Asiltürk, Haydar Ergülen, Hilmi Zafer Şahin, M. Emir İlhan, Mehmet Can Doğan, Murat Belge, Necip Tosun, Orhan Tekelioğlu, Ömer Solak, Özgür Taburoğlu, Sedat Sever ve Turgay Anar’a bir kez daha teşekkür etmek isterim.
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının analizinde karşılaştığınız, size ilginç gelen bulgu oldu mu?
Pek çok bulgu ve gerçeklikten bahsedebiliriz. Bir kere her şeyden önce medeniyet değiştirmiş bir toplumun edebiyat pratiğinden hareket ediyoruz. O nedenle de Tanzimat’tan bugüne gelen tüm yenileşme hareketleri hep belli kısırdöngülerin içerisinde kalmış. Doğu-Batı, eski-yeni, gelenek-modernlik gibi pek çok kavram çifti Cumhuriyet’in tüm edebi birikiminin özü ve özeti niteliğinde. Dil, tarih ve toplum birlikteliğinin kaçınılmaz travmatik yansımalarına tanıklık etmek fazlasıyla mümkün. Edebiyatın hep toplum mühendisliğinin bir parçası olarak algılanmış olması hep tanıklık ettiğimiz bir olgu mesela. Modern ulus-devlet ve topyekûn inşa sürecinin edebiyata etkisi ıska geçilmemesi gereken bir konu. 100 yıllık Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı tarih ve toplum ilişkisini her şeyden önce siyasal bir bilinçle inşa etmiştir. Toplumsal-siyasal alanda Batılılaşma ve Cumhuriyet devrimlerinin gerçekleştiği tek alan belki de edebiyattır. Edebiyatta biz bu utkuyu diğer alanlara göre daha hızlı gerçekleştirmişiz. O nedenle belki de her şeyden önce Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının dilsel, toplumsal ve politik bir olgu olduğunu teslim etmemiz gerekiyor.
Bu eserde yer verdiğiniz yazarların edebiyata etkilerini değerlendirirken göz önünde tuttuğunuz kriterler nelerdi?
Temel kriter her zaman edebiyat ve edebiyata yapılan katkının yanı sıra içinde yer aldığı dönemdeki etkisi. Bu etki olduğu müddetçe bu tarz bir süreklilik ve içerikten bahsedilebilir. Kitapta her bölümü kaleme alan yazarlarımız alanının uzman isimleri. Doğal olarak onların kendi tercihlerinin yanı sıra olanı resmetmeleri de gerekecekti.
Edebiyatın dönemsel evriminde, okuyucuların hangi önemli dönüm noktalarına dikkat etmelerini önerirsiniz?
Kuruluş evreleri her zaman yerinde sorularla, birtakım ihtiyaçlarla oluşturulur. O nedenle okurların her şeyden önce her yenilik hareketindeki temel motivasyon kaynaklarının ve hangi sebeplerin etkili olduğuna eğilmesi çok önemli. Çünkü hangi türde olursa olsun yeni bir eser oluştururken bile yazar olarak sizin anlatmak istediğiniz, dile getirmek istediğiniz bir dert vardır. Bu derdin kimi ilgilendirdiğini bilmezseniz bu derdi aktaracağınız araçlara da sahip olamazsınız. Edebiyatı araç olarak gören her türlü anlayış edebiyatın çöplüğünde yer almaya mahkumdur. Edebiyatın bir ülkü, utku olduğu bir anlayışın içerisinde yer alabilmek için tarihte yapılmış hataları, eksiklikleri ve doğruları görebileceğiniz tek alan bu kuruluş aşamalarıdır. Dikkatin kaydırılacağı ilk noktalardan birisi budur çünkü.
Cumhuriyet dönemi edebiyatının genç kuşaklara aktarılmasında bu kitabın oynayacağı rolü nasıl görüyorsunuz?
Tarihsellik olmadan edebiyatımızın bütün olarak kavranmasının mümkün olacağını düşünmüyorum. Geçmişi bilmeden geleceği tahayyül etmek ne kadar mümkün değilse edebiyatımızdaki tüm yönelişleri ve gelişme evrelerini bilmeden yeni bir poetika kurmak da o anlamda pek mümkün değil. Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı bütünlüklü bir bakış sunduğu için gençler ve tüm okurlar için ıska geçilmemesi gereken bir kitap.
Önsözünüzde bahsettiğiniz “dönüşüm açıklamaları” ve “gerçekleri” açığa çıkarma amacınızı daha detaylı açıklar mısınız?
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı siyasal bilinçle oluşmuş bir edebiyattır. Kültür, tarih ve toplum ekseninin es geçildiği bir bakış doğal olarak bu köklü dönüşüm pratiğini anlamaktan uzak bir bakıştır. Toplumun zihinsel dönüşüm haritasını ortaya çıkartabilecek en verimli malzemeyi edebiyat birikimi üzerinden açımlamak her zaman daha elverişli bir yöntem olmuştur. Edebiyatımızın her şeyden önce 200 küsur yıllık Batılılaşma serüveninden arta kalan travmalardan ve ulusal alegorilerinden uzak durması gerekiyor. Döne döne hep aynı sorunları, klişeleri ezberleten ya da bu klişeler etrafında dönen bir edebiyatın hakikat ve insan kavrayışının da olması mümkün değildir. Hem biçimsel hem de içerik olarak güçlü metinler oluşturmanın öncelikli koşullarından biri de budur. Gelişim ve yenilik dediğimiz her açılım bizi dipsiz bir kuyu ile karşı karşıya bırakıyorsa işte o zaman orada durmanın ve yeni bir şeyler söylemenin de vakti gelmiş demektir. O nedenle tarihsel perspektif önemlidir. Önemlidir ama analitik bir zihnin harcında yoğurduğunuz müddetçe.
Birinci bölümde Türk edebiyatındaki akımların ve takımların incelenmesi sırasında karşılaştığınız çarpıcı bir bulgu oldu mu?
M. Kayahan Özgül’ün çalışması çok çağrışımlı ve tarihsel analitik zenginliği ön planda olan bir yazıydı. Edebiyat tarihçiliğimizin sınıflandırdığı pek çok şeyin arka plan okumalarının karşılaştırmalı bir sunumu olduğu için de pek çok bilgiyi tersyüz eden bir çalışma aynı zamanda.
İkinci bölüm, yazınsal türlerin evrimini ele alıyor. Türk şiiri, romanı ve diğer türlerin Cumhuriyet dönemi içindeki değişimlerini nasıl değerlendirirsiniz?
Yazınsal türlerin Cumhuriyet dönemindeki gelişim seyri yerine göre çok bağlantısız bir şekilde ilerlemiştir. Çünkü dünya ile iletişimin artık daha fazlalaştığı bir çerçevede edebi bilginizin genişliği ve beslendiği kaynakların farklılaşmasıyla başkalaştığı bir döneme geçersiniz. Şiir diğer türlere göre edebiyatımız açısından daha köklü ve yerleşik bir geleneğe yaslanır. Hatta tek edebiyat biçimimiz olarak bile görülebilir. Tanzimat’ın edebiyat kelimesini formüle etmesinden önce edebiyat yerine geçen tek biçim zaten şiirdi. Divan şiirinin artık Şeyh Galib’ten sonra başka bir aşamaya doğru geçtiği bir dönemden artık Tanzimat’la birlikte yeni çeviri faaliyetleri ve yeni şiir biçemlerinin gündeme gelmesi doğal olarak ileride edebiyata dahil olacak tüm yenileşme adımlarının da öncüsü ve deney sahası olur. Ses, anlam, biçim tartışmaları, aruzdan heceye ve serbest vezne geçiş gibi temel yenilik süreçleri edebiyatın diğer tüm alanlarına da nüfuz etmiştir. Şiir değişim, dönüşüm ve yenilik sürecini güçlü bir şekilde bugüne taşıdı ve bu değişim, yenilik süreci artarak da devam ediyor. Kimi zaman hareket mantığı hâlinde kimi zaman da bireysel yönelişlerle bu süreçler kendini tamamlıyor bir şekilde. Şiir, roman, öykü, dramatik edebiyat, deneme, eleştiri ve edebiyatın diğer tüm alanları yerine göre zamanın ruhuna göre kendini yeniliyor yerine göre de ayak diriyor ama en nihayetinde tarihin determinist bir şekilde zorunlu kıldığı pek çok yapısal değişim süreçlerinden de kendisini kurtaramıyor.
Üçüncü bölümde edebiyatın düşünsel ve kavramsal haritası çıkarılıyor. Bu bölümünü çalışırken zorlandığınız noktalar nelerdi?
Aslında olabildiğince geniş bir konu ve üstünde çok fazla kalem oynatılmış bir konu da değil maalesef. Temel çizgileri belirlemek için en temel meseleler üzerine odaklanmak gerekiyordu. O nedenle de Türk edebiyatının dünya edebiyatı karşısındaki durumu ve konumu, doğu-batı-gelenek sarmalı ve yenileşme dinamiklerinin arka aldığı güç, motivasyon ve mevcut durumdaki pozisyon alışları bu noktada önemli başlıklar olarak belirdi.
Dördüncü bölümde edebiyatın toplumla ilişkisi inceleniyor. Bu ilişkinin en önemli yansımalarını hangi eser veya yazarlar üzerinden gözlemlersiniz?
Tek başına bir eser veya yazarlardan ziyade her döneme rengini veren anlayışlar üzerinden bakmak gerekir bu duruma. Elbette ki Cumhuriyet bir halka doğru edebiyatı öngörüyordu ve toplum her zaman önceliğiydi. Bu noktada en çok memleketçi edebiyatçılardan ziyade toplumcu-gerçekçi edebiyatın uzun erimli ve bugüne uzanan ciddi bir katkısını olduğunu söylemek mümkün.
Kitabınızda dönemin önemli yazar ve eserlerine nasıl yer verdiniz ve bu seçimlerin arkasındaki düşünce yapısı nedir?
Her bölüm yazarımızın belli düşünce ve hareket akslarını ıskalamadan yürüttükleri bir süreçti bu. Doğal olarak dönemin ya da türün olmazsa olmazları içerisinde yer alan tüm eser ve yazarlara yer verildi. Bu kadar hacmi kısıtlı bir eser bir envanter çalışması olmadığı için doğal olarak kapsam dışında kalan pek çok eser ve yazarın da olması bu tarz çalışmaların cilvelerinden bir tanesi.
Türk edebiyatının Cumhuriyet sonrası evrimini anlamak isteyen bir okur için kitabınızın sunduğu en önemli üç iç-görü nedir?
Yenileşme.
Sorgulama-polemik.
Süreklilik.
Kitapta vurgulamak istediğiniz ancak yeterince değinemediğiniz konular neler?
Kitabın kapsamı olabildiğince sınırlı ve kısıtlı olduğu için tali konulara, sapa yola uğramayı zorunlu kılan her türlü konu mecburen kapsam dışı kaldı. Genel başlıklar üzerinde odaklanıldığı için özel pek çok başlığa odaklanılamadı maalesef. Feminist edebiyat, köy edebiyatı, popüler edebiyat, Varoluşçu edebiyat, Ulusal edebiyat, toplumcu-gerçekçi edebiyat, bilimkurgu, fantastik ve edebiyatta erkeklik ve kadınlık hâlleri gibi çoğaltabileceğimiz pek çok konuya eğilemedik maalesef. “Neden ben yokum”, “neden şu ya da bu yok”un cevabı aslında kitabın bütünlüğüne bakıldığında çok rahatlıkla görülebilir.