“Şu sıralar hiçbir şey yazamıyorum” diye şikâyet eder çoğu yazar. Yazmak eylemi yalnızca bilgisayarda veya kâğıt üstünde olmaz. Yürürken, iş yaparken, alışverişte beynimiz devamlı çalışır. Düşünürüz, planlarız. Sinemaya, müzeye, tiyatroya, konsere gitmek, okumak, yürüyüşe çıkmak, bir arkadaşla sohbet etmek hep yazma eylemini besleyen faaliyetler.
Fotoğraflar
Marguerite Duras’nın Sevgili romanı sayesinde fotoğrafların yazmadaki önemini kavradım. Fotoğraflarda olan ve olmayan şeyler üzerine yazabileceğin ne kadar çok şey var.
Bir yaz öğleden sonrasında evimizin bahçesinde çekilmiş bu fotoğrafta yine tek başınayım… diye başlayıp kim bilir nerelere gideceksin.
İnsanlara hikâye yazmak
Yazın bir proje için gittiğim Bratislava şehrinde, her gün akşamüstü şehir meydanında tepeden tırnağa pembelere bürünmüş bir kadın dolaşıyordu. Yelpazesi pembe, cüzdanı pembe, ojesi pembe…
Bu kadının evi nasıldır? Yatak odası? Tek başına mı yaşar? Fakir mi zengin mi? Çocukları oldu mu hiç? Belki de annesi, o küçük bir kızken hiç pembe kıyafet giymesine izin vermemişti?
Ben o kadar etkilendim ki kendimi bir fotoğrafını çekmekten alıkoyamadım…
İnsanların hikâyelerini dinlemek
Otobüs durakları, semt pazarları, kahveler, dükkânlar, bitpazarı insanları dinlemek için ideal yerler. Üstelik birçoğu onları dinlediğin için sana teşekkür edecektir. Sen insanları dinlemezsen, onların hikâyelerine önem vermezsen onlar senin yazdıklarını niye okusun?
Diyaloglar
Başkalarını dinlemek çok ayıp bir şey! Ama biz bunu dedikodu için yapmıyoruz. Çocuk parkları, otobüs, metrobüs, vapur, alışveriş merkezleri ve kafeler, diyalog çalışması için ideal yerler. Oyun parkında, kaydırağın tepesindeki çocuk hangi kelimelerle diğer çocukları yönetir? Diyalogları dinle, aklında tut, not al. Sonra da kendi yazdıklarınla karşılaştır! Hemingway’in Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler’i, etkili diyalog yazabilmek için defalarca okunmasını önerdiğim öykülerden biri.
Sorular:
Sorular, içimizde bizi yakan hikâyeyi ortaya çıkarır ve yazdıklarımıza yön verir, bunun için doğru soruları sormayı bilmek gerek.
Görünenin arkasını görebilmemiz gerek. Karakterin yaşı, okulu, doğduğu şehir… Bunlar herkesin aklın gelen sorular.
Daha ilginçlerini bulmalısın…
Daha önce hiç kayboldun mu? Nerede? Seni kim buldu?
Bu soruların cevapları karakteri gerçek yapar, okuyucuyu karaktere ve metne bağlar.
Beş duyu ve mekân
Görme, yazarken en çok kullandığımız duyulardan biri. Tat, koku, dokunma ve ses duyularını da kullandığında mekân daha elle tutulur ve gerçekçi olur. Aynı zamanda, beş duyu belki de hiç hatırlamak istemediğin, bilinçaltına ittiğin mekânlara, olaylara götürür seni.
Kömür, talaş, küf, rutubet, ter, kan dediğimde bu beş kelimeyle aşağı yukarı hikâyenin bütününü tahmin edebilirsin.
Gerçek Karakterler
Gerçek karakterler, acıkır, susar, tuvalete gider, geğirir, kusar, histeri krizi geçirir, burnunu karıştırır, sevişir. Metinlerindeki karakterlerin steril olmamasına gayret et. Murakami’nin roman ve öykülerine baktığında her karakterin yemek ve tuvalet alışkanlığını rahatlıkla görebilirsin.
Okumak
Yazdığının beş katı oku. Beynini aç bırakırsan yazamazsın. Tidbeck’ten, Sadık Hidayet’e, Zweig’dan Gruenberg’e, Winterson’dan Esendal’a kadar edebiyata dair ne bulursan yala yut.
Unutma içine ne alırsan, dışarıya onu çıkarırsın!
Not: Fotoğraflar Teresa Freitas'a aittir.