Nişantaşı’nda müze gibi bir apartmanda, tarihi eser formunda yaşayan Ferahnak ailesinin çözülmek için yıllardır bekleyen gizemi, hayatlarına giren yeni gelin “Kanarya” ve onun sırlarla dolu geçmişiyle birer birer gün ışığına çıkıyor. Ahmet Sami Özbudak ile son romanı Balkonlu Bakkal’ı konuştuk.
Yazar ve yönetmen Ahmet Sami Özbudak’ın İz ve Masturi Kabare’den sonraki üçüncü romanı Balkonlu Bakkal’ı bu yaz bir solukta okudum.
2013 Heidelberger Stückemarkt Avrupa Genç Yazar Ödülü ve Afife Ödülleri kapsamında verilen 2014 Cevat Fehmi Başkut özel ödülünün sahibi bir tiyatro insanı olarak tanıdığımız Ahmet Sami Özbudak, yazdığı romanlarla da kendi okur kitlesini oluşturdu bile.
İlk olarak Galata Perform’da karşılaştığım, ardından Şirince Tiyatro Medresesi’nde atölyesine katıldığım “Sami Hoca” ile son kitabı üzerine sohbet ederken, laf lafı, konu konuyu açtı.
Son kitabınız Balkonlu Bakkal, kurgusu muntazam bir eser. Okuyucu bu kurguda merakla yolunu ararken, sizin fısıldadığınız şey neydi kulaklarına? Benim duyduğum; “Geçmiş geleceğin katilidir” oldu mesela…
Her okurun kendine göre bir önerme çıkarması benim için çok değerli bir şey, sizin de çıkardığınız bu önerme çok hoşuma gitti açıkçası. Bu çok değerli bir şey, düşünsenize benim fısıltılarımdan her okuyan kendi alt yazısını çıkarıyor. İlla benim ne dediğimi merak ediyorsanız şunu söyleyebilirim: Güç, asalet, saygınlık bir hapishane olabilir ve sizi ölümden daha beter cezalarla terbiye etmeye çalışabilir.
Son kitapta ve önceki üretimlerinizde fonda çoğunlukla eski İstanbul semtleri var. Ne ifade ediyor bu semtler sizin için? Ve Lonca? Yazarken çok vakit geçirdiniz mi orada?
İstanbul benim için dünyanın merkezlerinden birisi, şu an tahtını biraz Berlin’e kaptırmış gibi ama eski görkemli günler geri gelecek diye düşünüyorum. Bu övgüleri bol keseden atmıyorum İstanbul için, bence her köşesi ayrı bir hikâye; tetikleyici ve bonkör. Bu anlamda emsalsiz bir şehir. Devinim ve hız insandaki üretim kanallarını açık tutuyor. Tabii şehir ile ilişkinizi düzenlemek için kaçışlar da gerekiyor. Lonca’ya gelirsek orası benim radarımda olan bir bölgede Tarihi Yarımada’nın içinde kalıyor. Romanda bahsettiğim sosyal doku biraz azalmış olsa da hâlâ şehrin direnen güzelliklerinden birisidir.
Karakterler arasında tanıdıklarınız var mı? Hâlâ karıştırdığınızda birileri çıkıyor mu eski heybeden?
Tanıdık yok desem ya da hepsini tanıyorum desem gerçekçi olmaz. Karşılaştığım bir sürü hayat ve karakter sanırım beynimden içeri sızıyor ve orada bir yerde filizleniyor. Onlara doğru bir toprak veriyorsam ki bu anlatmak istediğim hikâye oluyor şahane bir şekilde can buluyorlar.
65 yaş üstü dünya, açıkçası ne çok cazip, ne de çok merak edilesi geliyor ilk bakışta. Ancak kitabın önemli yedi karakteri bu yaşlardan insanlar. Gizli bir kapıyı araladığınızı düşündünüz mü bu dünyaya girerken?
Sadece şunu düşündüm insan ruhunun bir yaşı yoktur. Beden kendi takvimini takip eder ama ruh boşlukta süzülen ve tanımlanamayan bir şey benim için. Tabii bu dediklerim ruh kavramına inananlar için. Bu tanımlanamayan şeyi beden denilen kafes kontrol altında tutmaya çalışır. Fakat ertelenmiş, yaşanmamış her şey orada dimdik nöbette bekler. Bir gün hep olacağını düşünür. Belki de hepimizi biraz çocuksu yapan da yaşayamadığımız, yarım kalan şeyler...
Hikâyede ensest var, cinayet var, gizli emeller, hain planlar, aldatma, 60’lar, 70’ler ve hatta Deniz Gezmiş’ler ve daha nicesi var. Hepsini aynı tencerede bir kıvama getirmek ne kadar sürdü? Kitabın düşünme ve yazma aşamalarından bahsetmek ister misiniz?
Roman üzerine hiç düşünmem, içimdeki bir şey kaynar ve çıkış noktası arar, işte o an yazmaya başlarım. Karakterlerime çok güvenirim, “haydi kalem sizde, önden buyurun,” derim. Onların yol alışları beni de heyecanlandırır. Bir şeylerin kontrolden çıkması hoşuma gider. Roman yazın sanatları için benzersiz bir akış macerası benim için.
Kitabı okurken yer yer eski Türk filmlerinin müzikleri geldi kulağıma. Özellikle Asuman ve Arif Bey’i anlattığınız bölümlerde… Sever misiniz eski Türk filmlerini, ilham verir mi size?
Tabii verir, ayrıca sinemamızla gurur duyarım. O hikâyenin geçtiği dönem, filmler ve şarkılar güzel bir motif oldu oradaki aşkın arka planına. Bir de o aşk öyküsüne bakınca klasik Türk filmlerinin tadını bulabilirsiniz. Bu da benim kurguladığım bir şey değil, karakterlerin beni çektiği bir agora...
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Apartman çocuğu muydunuz, yoksa toplu topaçlı, toz toprak içindeki çocuklardan mıydınız? Zümrüt’ün yaşadığı köyü anlatırken resmettiğiniz dünyaya aşina mısınız mesela?
Alanya’da üç katlı, portakal bahçesi içinde yarı apartman, yarı müstakil bir ev diyebileceğim bir yerde büyüdüm. Çocukluğum son derece fantastik ve eğlenceliydi. Akşam ezanı okunana dek sokakta oynayan çocuklardandım. Alanya’nın etrafı hep orada anlattığım köye benzer köylerle doluydu, ister istemez bu romana da o köylerin atmosferi giriverdi. Çocuklukta birikenler kocaman bir oyuncak kutusu gibi, ilginç oradaki her şey bir gün işe yarıyor.
Karakterlerin isimleri bir harita gibi kodlanmış sanki. 6Z kardeşlere gelin gelen Z. Arif ve Asuman; Erkan ve Elâ… Ve hatta günah grafiğinde alfabenin sonuna doğru işler çığrından çıkıyor gibi geldi bana. Ne dersiniz? İsimlerin ifadeleri ne kadar önemli eserlerinizde?
İsimlere önem veriyorum ama romanın kurgusuna etki edecek boyutta değil. Tabii burada 6Z önemli bir kavrama dönüştü. Bir sürü şeyi temsil ediyor. Aslında o kadınlara 6Z diye seslenen romanın yazarı, bunu bilseler çok hoşlarına gitmezdi. Burada okuyucuyla bir iş birliği yaptım ve onlara öyle seslendim.
Kitabı bitirdikten sonra etrafta peygamberdeveleri arar oldum? Yusufçuk değil, uç uç böceği değil, kelebek hiç değil… Nereden geldi bu peygamberdeveleri?
Böcek dünyasına karşı özel bir ilgim var. Peygamberdevesi de başyapıt sayılacak yaratıklardan birisi. Hem görüntüleri hem de özellikleriyle bu hikâye içinde kendisine güzel bir yer buldu diyebilirim.
Sadece böcek değil, kuş türlerine de özel bir ilginiz var sanıyorum. Kitapta her bölümün başlığı duygu yüklü bir kuş hikâyesi içeriyor.
Evet, sadece böcekler değil doğadaki tüm familyalara karşı ilgim var ve yazarken hep buradan esinleniyorum. Doğayı taklit ederek akışkan bir yazı ritmine geçebiliyorum.
Kitabın kapak resmini merak ettim bir de… Metni sizin tarafınızdan özünü yitirmeden yeniden yorumlanan Çehov’un Martı oyunundan seçildi kapak resmi… Var mı bunun özel bir sebebi?
Martı provaları sırasında romandaki Kanaya karakteri ile boğuşuyordum. Martı’nın dekoru ilk geldiği gün nefesim kesildi, Nina’yı oynayan Ecem Uzun’un birkaç fotoğrafını çektim. “Ah Kanarya böyle bir kız olmalı,” dedim içimden ve kapak olmasını istedim. Bence çok da hoş oldu.
Kitap dışında, önümüzdeki sezon için nasıl üretimleriniz oldu? Yeni oyun ya da oyunlar var mı?
Klan, bu sezonki ilk işim. Esra Dermancıoğlu ve Halil Babür oynuyor, Ayşenil Şamlıoğlu yönetiyor. Tebdil-i Mekân prodüksiyonu olarak ekim sonunda seyirciyle buluşuyor. İki tane Instagram fenomeninin gezindiği karanlık sulardan bir hikâye. Monologlar Müzesi devam edecek. Sürpriz bir iki tane daha prodüksiyon var, onlar şimdilik gizli kalsın.
Balat Monologlar Müzesi’ni yaptığınız Balat’taki Yuvakimyon Rum Lisesi’nden ayrıldığınızı biliyorum. Balat’ta yeni bir mekân arayışındaydınız, var mı bu konuda bir gelişme? Bu sene monologları nerede seyredecek seyirci?
Arayışımız kısa bir süre önce bitti. 20 – 27 Ekim arası, Balat’ta “Yeni Yuva”mızdayız.
*Kitabın arka kapağından.
Kapak ve başlık görseli: Sergey Makhno Architects