17 MAYIS, CUMA, 2024

Bir Maruz Kalma Hâli: “Dervişin Kulağı”

Doğukan İşler’in fantezi ve gerçekliğin katışıp ayrıştığı bir âlemden seslenen 16 yeni öyküsünden oluşan yeni kitabı Dervişin Kulağı üzerine bir yazı.

Bir Maruz Kalma Hâli: “Dervişin Kulağı”

Doğukan İşler’in yeni öykü kitabı Dervişin Kulağı, İthaki Yayınları etiketiyle geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. “Çocuklar, kediler, dervişler, mezarından kalkıp gelenler, uçarken yağmura yakalananlar” ve daha pek çok karakterle karşılaştığımız bu öykülerin yer yer ironik, yer yer hüzünlü bir dile sahip olduğunu söylemek gerek.

Kitaba ismini veren “Dervişin Kulağı” öyküsüyle başlayalım. Rüyasında şeyhini eşek suretinde gören bir dervişin mahcubiyetini okuduğumuz “Dervişin Kulağı” bizi bir kibir tartışmasına itiyor. Dervişler şeyhin huzurunda toplanıp ona rüyalarını anlatırlarken, bir derviş kendi rüyasının mahcubiyetiyle, bir başka dervişin anlattığı rüyanın kıskançlığı arasında eziyet çekiyor. Böylece rüyası da, eşek suretindeki şeyh de, kendisi de karmaşık bir hâl alıyor.

​“Kırk” adlı öyküdeyse mezarından kalkıp kendi kırkına gelen bir ölüyü takip ediyoruz. Bir dükkândan çalıp üzerine geçirdiği kıyafetlerle ölülüğünü gizlemeye çalışan genç, anne babasının kapısına dayanınca tuhaf bir karşılaşma yaşanıyor. Ancak bu karşılaşma bir ölü-diri meselesinden çok, evden kovulan, istenmeyen evlat hissiyatına sürüklüyor bizi. Sanki fiziken değil de manen gömülmüş simgesel bir ölü gibi.

Çat kapı gelen bir misafir de, kitabın ilk öyküsü “Perde”de karşımıza çıkıyor. Üstelik bu misafir, öykünün masalsılığına biraz daha masalsılık katmaya çalışan bir çizmeli kedi. Bir perdenin arkasında görünmez olmaya çalışan ama bunu bir türlü beceremeyen birinin duygu durumunu okuduğumuz “Perde”, bizi ister istemez şu soruya itiyor: Biri neden evde görünmez olmaya çalışır ve bunu beceremediğinden dolayı ıstırap çeker?

İşler’in öykülerinde genel olarak bir maruz kalma hâlinden söz edebiliriz sanırım. Karakterler etken olmaktan ziyade edilgen bir konumda tutuluyorlar ve maruz kaldıkları şeylerin ıstırabını çekiyorlar. Bu bazen kapıya gelen biri ölü, bazen görülen bir rüya, bazen edilemeyen cümle, bazen karşılaşılan koşullar olabiliyor. Tabii ıstırap çekmek derken duygu patlamalarından bahsetmiyorum. Bir tür kabulleniş, bir tür sakinlik söz konusu.

Buna dair en güzel örnek “Yağmurlu Öykü” olabilir. “Yağmurlu Öykü”de “elleri ceplerinde” yürüyen bir çift var. Bir süre sonra anlıyoruz ki sadece elleri değil, dilleri de mesafeli. Doğru düzgün konuşamıyorlar. Az ileride toplanan bir kalabalığa yanaştıklarında, insanların ortasında duran bir cümle görüyorlar. Kimse o cümleyi anlayamıyor. Bizim çiftimiz bile. O cümlenin ne olduğu önemli değil zaten. İşler de söylemiyor. Biz de böylece onun her çifte göre değiştiğini ve işte o konuşulamayan şey olduğunu düşünüyoruz.

“Bir Öykü Yazıyorum” adlı kitabın son öyküsü, “olmayan bir öykünün” deşifresini ve bu süreçte hem yazarın dilemmasını hem de edebiyat piyasasına yöneltilen eleştirileri içeriyor. Evvela bizi yazı meselesine yabancılaştırarak başlıyor İşler. Nihayetinde yazı denen şeyin harflerin yana yana gelmesinden ibaret olduğunu ama tam da bu noktada daha büyük bir şeyin parçasına dönüştüğünü söylüyor. Bir adam, bir kadın ve bir kediden toplam bu “olmayan öykü” ilerledikçe karşımıza önce klişeleşen şeylere yönelik eleştiriler, sonra “piyasa koşullarının gerçeği” çıkıyor ve “Yeni öykülerini bekliyoruz,” mailiyle nihayet buluyor. Böylece biz de “olmayan bir öykünün” öyküsünü okumuş oluyoruz.

Dervişin Kulağı’nda 16 öykü mevcut. 80 sayfalık bir kitapta 16 öykü görmek, İşler’in lafı pek uzatmayan biri olduğunu düşündürüyor. Öykülerinin çoğu parçalı bir yapıya sahip. Bir alt başlık olarak değerlendirilebilecek bold’lu cümleler, öykünün gidişatında irili ufaklı delikler açan italik kısımlar kitabı klasik yapının dışında tutuyor. Dervişin Kulağı, İşler’in dokuzuncu kitabı. Meraklısına duyurulur!

0
1279
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage