13 HAZİRAN, SALI, 2017

Bir Sabahattin Ali Romanı

“Niçin ruhumuzun asla ısınamadığı kalıplarda kalmaya mecburuz? Bir insana bundan daha büyük bir işkence olur mu?” Bir mektubunda böyle soruyordu Sabahattin Ali. Osman Balcıgil’in “Sabahattin Ali” hakkındaki romanı Yeşil Mürekkep üzerine bir değerlendirme. 

Bir Sabahattin Ali Romanı

“Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma...
Ağladığın duyulmasın
​Aldırma gönül aldırma...” 

Bu dizelerin ait olduğu Hapishane Şarkıları'nın beşincisini Sinop Hapishanesi’nde yatarken kaleme almıştı Sabahattin Ali. Kısacık ömrü boyunca defalarca hapis cezası alacak, en son Sultanahmet Hapishanesi’nde yatarken henüz kırk yaşında olmasına rağmen saçları üzüntüden bembeyaz olacaktı.

Osman Balcıgil, romanının omurgasına Sabahattin Ali’nin hayatını yerleştirmiş. Yazarın biyografisine sadık kalarak, gerek kişisel anılarla gerek mektuplardan dökülen satırlarla hayat hikâyesini zenginleştirmiş, derinleştirmiş. Romanda konusu geçen isimlere ve olaylara dair detaylı dipnotlarla yaşanan dönemi adeta bir tablo gibi okuyucunun önüne sermiş.

Sabahattin Ali’nin hayatında belirleyici rolü olan iki önemli yolculuk var. İlki yazar Sabahattin Ali’nin doğumuna zemin hazırlayacak, ikincisi ise insan Sabahattin Ali’nin ölümüne sebep olacaktı. Yirmi yıl farkla çıkılan bu yolculuklar arasında doludizgin yaşanmış kısacık bir ömür sürecekti ünlü yazar.

Yıl 1928. Öğretmen Okulu mezunu heyecanlı, atak genç bir adam. Her zaman temiz, şık, bakımlı. Saçı, gözlükleri, kıyafeti hep düzgün. Almanya’ya dil öğrenmek üzere gönderiliyor. Almanya’da geçirdiği 1,5 yıl boyunca edindiği tecrübe ve izlenimler tüm hayatına etki edecekti Sabahattin Ali’nin.

Yazmak istiyor. Bu nedenle sürekli not tutuyor, kendi deyimiyle biriktiriyor. Ta ki kendini bir şair, hikâyeci, yazar olarak görmeye hazır olana dek. Çocukluğundan itibaren hayatının her döneminde çok okuyor. Yerli ve yabancı yazarları, her ülkenin edebiyatından örnekleri takip ediyor. 

Resimli Ay dergisi Sabahattin Ali’nin hayatında bir dönüm noktası, hem yazarlığına hem de hayat görüşüne katkıları açısından. Burada ünü Türkiye’yi çoktan sarmış olan Nâzım Hikmet ile tanışacaktı. Almanya dönüşü sıkça bulunduğu Resimli Ay ortamında sanat ve edebiyat bilgisine siyaseti de eklemeye başlayacaktı.

Sabahattin Ali, Türkiye’ye döndükten sonra öğretmenlik mesleğine başlar. Aydın’da öğretmenlik yaptığı dönemde henüz 24 yaşındayken ilk defa tutuklanır ve Aydın hapishanesinde üç ay yatar. Kuyucaklı Yusuf'un temeli burada atılacak, karakteri hapishanede tanıdığı bir mahkum üzerine yaratacaktı.

Daha sonraları Kuyucaklı Yusuf romanı mahkeme kararıyla toplatıldığında, Reşat Nuri Güntekin davada bilirkişilik yapmış ve raporunda yazarı ve eserini şöyle tarif etmişti: “Sabahattin Ali kanaatimce son neslin hikâyecilerinin en kuvvetlisidir. Ve Kuyucaklı Yusuf romanı memleketimiz ve edebiyatımızın yüzünü ağartacak kıymetli bir sanat eseridir.”

Nâzım Hikmet de roman yazmaya yönelmesini çeşitli vesilelerle teşvik etmişti: “Romanını nasıl sabırsızlıkla ve ne büyük güvençle beklediğimi tasavvur edemezsin. Bak konkre (net) konuşuyorum: Hikâye ve romanda bugün sen varsın, senden sonra Kemal Tahir var, sonra Orhan Kemal var, Suat Derviş var...”

Konya’da öğretmenlik yaparken tutuklandığında ise Konya ve Sinop hapishanelerinde yatarken biriktirdiği yaşanmışlıklar üzerine "Candarma Bekir", "Duvar", "Çaydanlık", "Katil Osman" ve "Kazlar" hikâyeleri ile Hapishane Şarkıları’nı yazar. 

Özel hayatındaki dönüm noktası ise sevgili eşi Aliye ile evlenmesi ve biricik kızı Filiz’in doğumu olacaktı. O zamana kadar çok çabuk aşık olması, kendini hemen kaptırması ile biliniyordu. Yakın dostu Pertev Naili Boratav’ın tabiriyle aşık olmayı seviyordu. İlginç tesadüf, Orhan Veli’nin de aşık olduğu Nahit Hanım’a (Nahit Hanım’a Mektuplar) uzun süre karşılıksız bir aşk beslemiş Sabahattin Ali. Öyle ki Almanya’dan şiirlerini Nahit Hanım’a hediye olarak göndermiş. Konya’da öğretmenlik yaptığı dönemde de Eskisi Gibi (Ben Sana Vurgunum) şiirini yine Nahit Hanım için yazmış.

Sabahattin Ali, ailesi ile birlikte Ankara’da bir düzen kurar ve Devlet Konservatuarı’nda Carl Ebert ile dramaturg olarak çalışmaya başlar. Bu dönemde Sofokles’in Antigone çevirisini yapacak ve tiyatro oyunu sahneye konulurken dramaturji açısından da büyük başarı kazanacaktır.

Bir taraftan kendi yazı çalışmalarına da aralıksız devam ederken Ali, İçimizdeki Şeytan'ı kaleme alır. Bu kez konusu kendi deyimiyle “yarım aydınlar”dır.

II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yeniden askere alındığı dönemde Kürk Mantolu Madonna'yı yazmaya başlar. Bu ünlü romanını kendisi şöyle tarif eder: “Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”

Nâzım Hikmet ise bu süreçler boyunca yazarı etkilemeye devam ediyordu. O sıralar 28 yıl hapse mahkum olmuş olan Nâzım Hikmet Memleketimden İnsan Manzaraları'nı yazıyor, yazdıkça da dostlarıyla paylaşıyordu, bunlardan biri de Sabahattin Ali’ydi. Ünlü şairle olan mektuplaşmaları Sabahattin Ali için çok kıymetliydi. Nâzım Hikmet’e cevaben yazdığı mektubunda “Şu an inan ki, senin dostun olmakla değil, sadece seninle aynı devirde yaşamış olmakla övünüyorum.” demişti.

Artık tanınan bir yazar olan Sabahattin Ali fikirlerini daha geniş kitleler ile paylaşmak üzere kendisine yakın görüşlü yazarlar ile bir araya gelip Yeni Dünya Gazetesi’ni çıkarmaya başlar. Ancak, logo tasarımında yaşanan bir grafik hatası üzerine gazetenin yayın hayatı dört sayıda biterken, Sabahattin Ali de devlet memurluğundan atılır. Bu da hayatındaki bir diğer dönüm noktasıdır. 

Sevdiği öğretmenlik mesleğine veda etmek zorunda kalan yazar, Aziz Nesin’le birlikte Markopaşa isimli muhalif bir dergi yayınlamaya başlar. Markopaşa için yazdığı yazılardan ötürü ilk andan itibaren hakkında çeşitli defalar dava açılır ve hapis cezaları alır. Tirajı giderek artan dergi birçok kez kapatılacak, farklı isimlerle yayınlanmaya devam edecek ve en sonunda da birçok engelden dolayı yayınlanamaz hale gelecektir.

Osman Balcıgil, ön planda Sabahattin Ali’nin hayatını ilmek ilmek örerken, arka planda da Türkiye’de ve dünyada olan biteni anlatıyor. Öyle ki hem ünlü yazarın hayatını hem de Türkiye’yi ve dünyayı etkileyen tarihi olaylara tanıklık ediyoruz bir taraftan. Örneğin Harf Devrimi’nden sonra Latin alfabesiyle basılan gazeteler, Almanya-İtalya-SSCB ekseninde yaşanan ve dünyayı II. Dünya Savaşı’na doğru hızla sürükleyen gelişmeler, Türk edebiyat ve sanat dünyasından verilen kesitler; dergiler, tiyatro oyunları, moda ve cemiyet hayatı, Soyadı Kanunu, ABD ile SSCB arasındaki Soğuk Savaş yılları, Türkiye’de çok partili sisteme geçiş dönemi gibi.

Yıl 1948. Maddi sorunlar içinde iyice bunalan Sabahattin Ali ailesini de düşünerek yurt dışına gitmeyi ilk defa ciddi olarak değerlendirmeye başlar ancak pasaport başvurusu reddedilir. Üst üste gelen davalar, maddi zorluklar ve yazı yazmasına artık hiçbir zemin kalmayışı ünlü yazarı çaresizliğe sürükler, çıkacağı ikinci ve son yolculuğuna hazırlar.

Sabahattin Ali yazılarını yeşil mürekkepli dolmakalemi ile yazıyordu. Yeşil mürekkep alametifarikasıydı adeta. Arkadaşı Rasih Nuri İleri’ye iyi olduğunu bildirmek üzere yazdığı notta imzasına bilerek nokta koymadı, bu arkadaşı ile arasında özel bir işaret idi. Ne yazık ki bu hareketiyle hayatına son noktayı koymuş oldu.

Osman Balcıgil, okuyucuyu Sabahattin Ali’nin yanına katıp, onun rüzgarında sürüklerken derin duygular yaratıyor. O şiirlerin, hikâyelerin nerelerden ilham alındığını, hangi koşullarda olgunlaştığını birebir yaşatıyor okuyucuya. Sabahattin Ali’nin eserlerini okumuş olsanız da veya henüz hiç okumadıklarınız varsa, Osman Balcıgil’in bu romanından sonra hepsine farklı bir gözle bakacak, okuduklarınızı bile tekrar okumak isteyeceksiniz.

“Başım dağ saçlarım kardır
Deli rüzgarlarım vardır
Ovalar bana çok dardır
​Benim meskenim dağlardır...” 

0
23093
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage