“Hepimiz ölecek yaştayız” mottosu ile yayın hayatına devam eden ve kıyametin kopma ihtimaline karşı abonelik faaliyetlerini kabul etmeyen İzdiham Dergi’nin genel yayın yönetmeni Bülent Parlak ile İzdiham’ın bugünlere nasıl geldiğini uzun uzun konuştuk.
Bir arkadaşınız ile makarna dükkânı açmak isterken son anda arkadaşınız vazgeçince, makarna işi İzdiham Dergisine dönüşüyor. O dönemde nasıl gelişti olaylar?
2005 yılının Aralık ayında Dergâh Dergisi’nde ilk şiirim yayınlandığında okuduğum bir tane şiir kitabı yoktu. Şiir dünyasından, şiirden, şairlerden ve edebiyat dünyasından haberdar değildim. Şiir ile aramızdaki mesafe bana güneşle salyangoz arasındaki mesafeler kadardı. Sonra ikinci, üçüncü şiirlerimin de Dergâhta yayınlanmasıyla kendimi düştüğüm bu kötü yolda buldum. Yol kötüydü çünkü şiire düşmek benim için kötü yola düşmekti. Makarna dükkânı ile en iyi sosun nasıl yapılacağını öğrenecekken iyi şiire ulaşmak için çalışmam ve yaşamam gerektiğini öğrendim. Kendi tarihim bana şiir yazdırmak için yeterince berbat bir geçmiş sunmuştu. Berbat bir geçmiş, üstesinden gelemediğim itirazlar. Makarna ve şiir; aslında ikisi de kendi üstümü çizmek için koşuştuğum bir yoldu. 2004 yılında mezun olduğum fakülteden sonra her şey o kadar çok hızlıca gelişti ki herhangi biri olabilirdim. Patron ya da şair.
Peki dergi fikri ortaya atıldıktan sonra nasıl bir yol izlediniz, kimler vardı yanınızda?
Dergi fikri ortaya atılmadı, anında karar verdiğim bir şeydi. Fakülte, Şırnak’taki şark görevim ve askerlik bittikten sonra izdiham.com’u yayın hayatına başlattım. O zaman diliminde zaten internet sitesini her gün güncelliyor ve edebiyat dünyasından haberleri, şiir ya da metinleri yayınlamaya devam ediyordum. O esnada birkaç şiiri Dergâh’ta yayınlanan benim dışımda edebiyat ile ilgilenen bir ekip yoktu ama arkadaşlarım vardı. Ali Senkoş vardı mesela; polisti. Sezai Karakoç’un vefat ettiğini zannederek İstanbul’a geldiğinde “mezarına gidelim” diyecek kadar habersizdi bu dünyadan. Özer Turan, Trabzon’da öğretmen olduğu için ek iş yapan bir küçük esnafa dönüşüyordu gitgide. Sibel Atagün vardı mesela sinema eleştri metinlerini sadece forum sitelerinde yorum olarak yazardı. Hakan Göksel vardı ve hayattaki en büyük ideali ona küçükken kimse “gel bizim oğlumuz ol” demediği için saçlarını karıştıracak bir merhamet bulmasıydı. Birkaç kişiydik, sonra birçok kişi İzdiham’a katıldı.
Dergiyi çıkarırken amacınız birilerine bir şeyler öğretmek miydi yoksa duyguları paylaşmak mıydı?
Öğretmek çok bencil bir davranış şekli. Türkiye’de söylenen şu söz uzun süredir zihnimi işgal ediyor. “Basın özgürlüğü.” Basın dediğimiz şey ya da televizyonlar, internet siteleri. Hepsi kendi diktatörlüğünü ve fikri zeminini dayatmak için çaba gösteriyor. Üstelik hepsinin kirli ilişkiler yumağı var. Şöyle düşünelim: Türkiye’de en basit bir konu bile iki, üç, dört, beş ayrı kesimin iki ayrı manşetinde iki farklı bakış açısıyla değerlendiriliyor. Herkesin kendini haklı, ötekini ise görmediği ve dinlemediği bir zeminde çoğunluğu elde tutmak ya da azınlıktan çoğunluğa geçmek güdüsü -ki bence bu belgesellerde izlediğim çatışmalara benziyor- mahvolmuş ama mahvoldukları zihinlerinin farkına varmayan bu insancıklar kendi irinlerini dikte etmeye çalışıyorlar bize. Bizi müşteri gören bu sermaye gruplarından bu kadar rahatsızken bir şey öğretmeye çalışmak en evvel beni incitirdi. Öğretmekten uzak durdum ama sergilemek istedim. Sergilemek ve paylaşmak. İstanbul’un bütün ara sokaklarını iyi bilen ben çizgilere basmadan yürümeye çalışırken yaptığım bütün dergilerde, yazdığım bütün şiirlerde kendimi geçtiğim sokaklarda rastladığım kahvehane önlerindeki insanlara selam veriyormuş gibi hissettim.
Dergi tüm Türkiye’ye dağıtılıyor ve 20. sayısı çıktı, bu süreçte dergiye ulaşan okurlarınızdan garip tepkiler aldığınız oldu mu?
İzdiham’ın beni en çok mutlu eden yanı ne biliyor musun? Okuyucuların beni nikâh şahidi olarak evlendikleri gün yanlarında olmamı istemeleri. Birkaç yıldır epey bir nikâh şahidi oldum. Gecenin bir yarısı mesaj atıp sevgilisiyle barıştırmamı isteyen okuyucular oluyor. Antalya’dan, Kayseri’den, Ankara’dan. Mesela mektup yazıyorlar, hediye yolluyorlar. Dua ettiklerini söylüyorlar. Ben onların evine çok yakışmıyorum ama onların bu incelikleri insanlığa çok yakışıyor. Tanıtımını yaptığımız bir kitabı alıp okuyorlar, güvendiklerini söylüyorlar, samimi buluyorlar. Kayseri’de Erciyes Üniversitesi’ne gittiğim gün Osmaniye’den bir aile gelmişti mesela. Onları görünce çok mahcup olmuştum. Baba, anne ve iki kızı hep birlikte beni dinlemeye ve selam vermeye geldiklerini söylediklerinde sırtımda geri götürmek istedim.
Her sayı çıkarken kapağında iddialı sözler yer alıyor “erkekler ağlamaz, ölür/ güçlü olan haksızdır/ zaman insandan eskidir /sevenler elbet kavuşur” gibi. Kapaktaki sloganlarını kim belirliyor?
Sloganları bugüne kadar iki sayı hariç ben belirledim. “Sevenler elbet kavuşur” manşetini Tarık Taş istemişti. Çünkü kavuşmak istiyordu. Yazınca kavuşur belki diye onu kırmak istemedim. Neticede kavuşmadılar. Diğeri ise “bilgi kaosun evladıdır” manşetiydi ki onu da Adem Yılmaz istemişti. Çok beğenmesem de kırılmasın diye ses etmedim. Çünkü arkadaşımı kıracağıma derginin manşetini kırmayı tercih ederim.
3. Sayınızda kapak sloganı olan “hepimiz ölecek yaştayız” ı hala kullanıyorsunuz. Bu slogan okurlarınızın gözünü korkutmuyor mu?
Hepimiz ölecek yaştayız sloganını 2009’da kullandım. Hala da kullanıyoruz evet. Gözleri korkmuyor ama yaşamak kadar ölümün de gerçek olduğunu her daim hatırlatması nedeniyle hepimizin sözü gibi oldu o slogan.
Kıyametin kopma ihtimaline karşı abonelik almıyorsunuz dergiye, bu kararınızda ısrarlı mısınız yoksa bir gün vazgeçebilir misiniz?
Asla abonelik olmayacak. İzdiham’ı bir sayısını çıkarmak diğer sayısını çıkaramayacak umutsuzlukla eşdeğer oldu her zaman. Çünkü bir sayıyı matbaadan teslim alırken diğer sayı için hiçbir zaman hiç imkân ortada yoktu. Bazen dergiyi hazırlayıp bir yıl baskısını gerçekleştirmek için bekledik. Yıllardır bu şekilde dergiyi çıkardık. Fakat ilk kez buradan açıklıyorum. 19. Sayıdan itibaren bize Ana Dağıtım sponsor oldu ve birlikte çalışma kararı aldık. 8 sayılık bir anlaşma yaptık ve artık finans ve teknik işlerle Dergah Yayınları’nın bir kolu olan Ana Dağıtım ilgilenecek ben ise yayın yönetmenliğine devam edeceğim. Onlar İzdiham Yayınları’nın da tek dağıtımını gerçekleştiriyordu. Zaten bu teklifimizi kabul etmeseler artık derginin yayın hayatına son verecektim. Çünkü İzdiham beni sadece yormuyor artık, büyük maddi bir yükün de altına sokmaya başlamıştı. 20.000 baskı yaptığımız İzdiham’ın Yay-Sat ile dağıtmaya başladığımız gün ne kadar maddi gücüm yoksa 19. Sayıya kadar da o kadar maddi gücüm yoktu. Üstelik epey bir borçlandım. Sağ olsun, arkadaşım Halil Öztürkci en başta bana destek olmasaydı zaten böyle bir yükün altına ancak banka kredisi ile karşılayacaktım.
Geçenlerde derginizin ilk defa kâra geçtiğini ve o kârla da burs vereceğini duyurdunuz. Durumu biraz açabilir misiniz?
İzdiham, birkaç arkadaşın ve genç arkadaşın yükleri eşit olarak sırtlanmasıyla çıktı. Her zaman aramızda para toplayarak İzdiham’ı çıkardık ya da ben bir yerlerden borç aldım. Az önce de söyledim; Halil Öztürkci en başta yardımcı oldu. Bir de babil.com’un sahibi Mehmet Ali Bey henüz dergiyi Yay-Sat’a vermeden 6 sayılık bir reklam anlaşması yapıp peşin olarak ödemesini yapınca dergiyi 15. Sayıdan itibaren bu şekilde çıkarmaya başladık. İsimleri özellikle söylüyorum. Çünkü yardım eden bu insanlar hiçbir karşılık beklemediler. Hem arkadaştık hem de edebiyata katkıları olsun istiyorlardı. Halil Öztürkci de, Mehmet Ali Çalışkan da, Dergah Yayınları ve Ana Dağıtımın genel müdürü Asım Elverdi de. Hepsi benden şunu istediler. Sen dergini çıkarmaya bak, arkadaşlarınla. Biz sizinle gelip muhabbet edelim.
Okurlarınız da yazarlarınız da fuarlara katıldığınızda kek/börek yapıp getiriyorlar. Bu samimiyet ortamı nasıl oluştu?
Bilmiyorum ki. Gerçekten bilmiyorum. Geçen sene Üsküdar Kitap Fuarı’nda en çok ziyaretçisi olan ekip İzdiham’dı. Hatta Metis ve Yapı Kredi Yayınları’nın fuar sorumluları bizi ilk kez bir fuarda gördüklerinden “siz kimsiniz” diye gelip sordular. Bu kadar ziyaretçi ilk kez gördüğümüz bir yayınevine nasıl geliyor diye merak etmişler. Kitap almaya değil de aç kalmayalım diye geliyorlardı daha çok. Bizim de zaten kitap satmaktan daha fazla gayemiz onlarla bir araya gelmekti.
Bir süre ara verdikten sonra Kasım 2014’te tekrar devam etmeye başladınız. Ara vermenizin sebebi neydi? Dinlenmek için bir mola mıydı yoksa yeni bir ekip mi çıktı ortaya?
Yok ya hu. Param bittikçe dergiye ara verdim. Biz de hiçbir şey planlı programlı olmadı. Plan ve program ve de periyot için önce imkan olması gerekiyor. Bizde büyük bir heyecan vardı ama hiçbir zaman imkan olmadı. Şu anda 8 sayı rahat olacağız inşallah. Sonra yine oturup konuşacağız. Bakalım ne olacak? Ben de çok bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da İzdiham’ın sahibi olduğumdur, İzdiham’ın bana sahip olamayacağıdır. Üstelik çok güzel arkadaşlarım var ve böyle gayet iyiyiz.
Ara verdikten sonra 20.000 tirajı ile çıkarken batma ihtimaline karşı hiç tereddüt etmediniz mi?
Bunda dört yıl evvel Hürriyet Gazetesi’nden Şermin Terzi ile röportaj yaparken bahsetmiştim bu 20.000 tiraj konusundan. Bir edebiyat dergisini 20.000 tiraj ile çıkartmak ve dağıtımını gerçekleştirmek istediğimi söylediğimde Şermin Terzi şaşırmış sizinle aynı soruyu sormuştu. Ona verdiğim cevabı size de vereceğim. İnsan iki şey için batmalı. Sevdiği kadın ve hayalindeki işi gerçekleştirmek için. Birincisinden batmaya alışık olduğum için ikincisinde hiç tereddüt etmedim.
İzdiham aynı zamanda yayınevi oldu, birçok şiir kitabı bastınız. Dergiden yayınevine geçiş süreci nasıl başladı ve devam ediyor mu?
İzdiham, 2014 yılının Kasım ayında yayınevi olarak da yayın hayatına devam ediyor. On yedi tane kitap bastık ve büyük çoğunluğu şiir kitabı. Batarsın yapma dediler ama aldırış etmedim. Dergilerin bir amacı da içinden yazarlar ve şairler çıkarması. İzdiham’dan basılmaya hazır kitabı olan epey arkadaşımız var. Onları elinde dosya ile yayınevi kapılarında gezindirmek yerine biz yapalım dedik ve kitap yayıncılığına da başladık. Gayet iyi oldu. Hem kendi arkadaşlarımızın kitabını bastık hem de kitabınız bastığımız şairlerle dost olduk. Atakan Yavuz, Güven Adıgüzel, Berkan Ürgen, Yasin Kara, Özer Turan, Onur Bayrak, Yağız Gönüler, Muhammed M. Yılmaz, Süleyman Unutmaz, Erdem Arslan ve birçok şairin kitaplarını bastık. Dergiden daha genç bir ekip geliyor ve onların da kitaplarını zamanla basacağız.
Derginiz ile beraber yazım hayatına dâhil olup sonrasında kitap çıkaran isimler var mı?
Ben, Güven Adıgüzel, Yasin Kara, Özer Turan, Berkan Ürgen, Onur Bayrak, Yağız Gönüler birkaç isimden. Yakın bir gelecekte de kitabı çıkaracağımız isimler elbette olacak. Onlar şu an hem okuyor hem de dergide yazmaya devam ediyorlar. Çok iyi şairler geliyor arkamızdan. Öykücüler de var kitaplarını çıkaracağımız.
Türkiye’de bir dergi çılgınlığı var, her ay yeni bir dergi katılıyor yayın hayatına. Bu katılımların edebiyatımıza zarar verdiğini düşünüyor musunuz?
Zarar vermiyorlar ama çoğunun zarar edeceklerini görüyorum. Edebiyata gönül vermek hipodromlarda ganyan bahsine girmekten daha iyi bence. Çokluktan korkmamak gerek, bu zenginlikten. Nasılsa su yolunu sonunda bulacaktır.
Dijitalleşmeyi göze alırsak, ilerleyen zamanlarda e-dergi olarak yayına devam etmeyi düşünür müsünüz yoksa hep matbu kalmayı mı istiyorsunuz?
Her zaman matbu kalacağız. Gücümüz yettiğince matbu kalacağız ama konu mutlaka oraya giderse yayın hayatına son veririm. Ben kağıdın kokusuna emek verirken mutlu oluyorum. Ekran hiç kokmuyor. Her zaman söylediğim bir şey var. Kızlar, evlerine ellerine motor yağı bulaşmış adamlarla evlenmeyi bohem olacağım diye sakalı sigara kokan adamlarla değil. Bizim ellerimize matbaanın rengi bulaşıyor ama kişisel gelişim seminerleri verenlerin ellerinde yağ lekesine rastlanmıyor.
Sosyal medyayı en aktif kullanan dergiler arasında İzdiham da yer alıyor. Özellikle Twitter’da aktifsiniz, bu kadar tweeti kim üretiyor?
Twitter adresimizi gündüzleri İzdiham’dan arkadaşlar kullanıyor. Geceleri ise direksiyonu ben ele alıyorum. Bir şey üretmiyoruz, acı çekiyoruz.
Bu kadar çok içerik paylaşımı yaparken sosyal medya hesaplarınızın sizin için dezavantaj olduğu dönemler oldu mu peki?
Ben çok kötü ve haddini aşan, bıktırıcı tweetler atıyorum bazen. Peynirle ilgili yarım saatte 100 tweet attım bir gece ve o gece epey takibi bırakan oldu. Bazen siyasi söylemlerde bulununca aynı düşüncede olmadığımız okuyucular da sinirleniyor. Çoğu insanın anlamadığı şey şu: Biz sizin gibi düşünmek zorunda değiliz ve burası zaten saçmasapan bir mecra. Çok ciddiye alıyorlar. Zıvanadan çıkmak için bir türkü dinlemek yetiyor bana. Okuduğum bir şiir ya da bir haber de. Sosyal mecrada bilgelik taslamanın bir anlamı yok. Özellikle elime hesabı aldığımda sadece günün bütün yorgunluğunu atmak için kullanıyorum hesabı ve genelde de hatalı şeyler yapıyorum.
İzdiham Kitap Kahve açıldı yakın zamanda. Sanata dair mekân eksiği mi sürükledi sizi bu duruma yoksa kendi çalışmalarınızı daha özgür sunma isteği mi?
İlk başta şöyle düşündük arkadaşlarla. Biz bu dergiyi ancak kendi çabalarımızla çıkarmak zorundayız ve İzdiham Kitap Kahve belki yaptığımız işlere destek olur. Bir de her akşam Üsküdar’da mekân aramaktan çok yorulduk yıllardır. İzdiham büyüdükçe masaların etrafındaki sandalyeler çoğaldı. Artık bir mekâna sığmıyorduk. Keyifle oturacağımız, kitap okuyabileceğimiz, işten döndükten sonra nefes alacağımız, etkinlikler ve imza günleri düzenleyeceğimiz bir yer olsun istedik ve bunu da sonunda başardık, nasip oldu. Üç aydır devam ediyoruz. Acemiyiz ama iyi makarna yapabiliyoruz.
Türkiye’deki dergi kültürünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de ilk dergi Osmanlı zamanında Vakayi Tıbbiye ismiyle çıkan bir tıp dergisi. 1800’lü yılların ortalarında çıkan bu dergiden yıllar sonra ilk edebiyat dergisi Hazine-i Evrak yayınlanmış. Bizde henüz yeni ama internetten sonra dergilerin artmasını olumlu buluyorum. Çünkü dergiler olmadan edebiyat olmaz, bir millet olmaz, bir kültür olmaz. Çoklukları o yüzden beni rahatsız etmiyor aksine umutlandırıyor. Düşünsenize her dergiden birkaç iyi şair, romancı ya da hikayeci çıksa, editör ya da eleştirme yetişse gelecekte edebiyatımız çok güçlenir. Keyifle ve zevkle okuyacağımız eserler artar. En çok rahatsızlık duyduğum şey dergilerin sadece kendi kadrolarına sayfalarını açmaları ve gençlere itibar etmemeleri. Bir de isim üzerinde yayın yapmaya çalışıyorlar ki bu tehlikeli. Gençlere daha çok yer verilmeli ve yer verdikleri isimleri bir askere dönüştürmemeleri. Özgür alanların sayısı çoğalmalı. Türkiye’nin siyasi hayatı edebiyatımızı da etkiledi. Şu anda üç kesim var dergilerde. Muhafazakar dergiler, sol görüşlü dergiler ve Kürtçülüğü esas alan dergiler. Hiçbiri diğerini görmek istemiyor ve bir kaşık zehirle öldürmek istiyor. Hâlbuki dergilere siyaset yön vermemeli, siyasete dergiler yol göstermeli. Biz siyasi iktidarların ve siyasi muhaliflerin tavırlarına göre yayın yapıyoruz ki bunu fark ettiklerinde pişman olmak için herkes sıraya girecek.
Hala aklınızda makarna dükkânı açmak var mı?
Makarna dükkanı açmak yok ama İzdiham Kitap Kahve’de iyi makarna yapmak var. Üsküdar’a yolunuz düşerse bir tadına bakmalısınız.
Son olarak İzdiham’a uğrayanlara ne söylemek istersiniz?
Beni yalnız bırakın.