Şair Sennur Sezer onun için “Yaşamak zorunda olduğu çevreyi, ülkeyi, koşulları değiştirmek isteyen bir genç kadındı.” diye yazmıştı. Bir 'genç kadın' olarak kaldı hep. Yaşarken yaşından büyük oldu, yaşıtlarından ileri oldu, şimdiyse genç, artık sonsuza kadar hep genç.
Erken gelip erken gidenlerden. Dünya uzun uzun kalınacak bir yer değil çünkü. Dünyada uzun kalmanın bir bedeli var, büyük bir bedel, insanın bazen yaşamıyla bile ödeyemeyeceği bir bedel. Efsaneyi yitirmek değil sözünü ettiğim. İnsanın dünyada uzun süre kalacak biçimde yaratılmamış olması. Ya da tersi, dünyanın insanın uzun süre katlanabileceği bir yer olmayışı. Tezer Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk'ta söylediği de böyle bir şey değil miydi? “İnsan çoğu kez son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.”
'Vazifeli' diye gördüğüm insanların, çoğu edebiyatçı, şair, düşünür, devrimci, 'vazife'lerini yapıp, tohumu atıp, kışkırtıp, ateşleyip, yangını çıkartıp dünyadan, çoğu kere masalarının üstünü bile temizleyemeden ayrılmaları boşuna değil. Dünya belki boşuna, ama 'anlam dünyası'nı dolduran ya da kısa bir an için bile olsa dünyayı anlamlı kılan insanlardan söz ediyorum. Onların işi gücü, uğraşı ne olursa olsun, hepsi aynı kabileden bence, 'kayıp kabile'den.
Tezer Özlü, 'küçük dünya'ya karşı 'anlam dünyası'nı savundu hep: “Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun.” Bizim 'küçük dünya'mızın bir parça 'anlamlı' olması, 'Kalanlar'ın 'sıkıdüzen'e biraz olsun karşı koyması için bir 'haykırış' oldu bu 'uç hanım'.
Öykücü Hatice Meryem, Tezer Özlü adına hepimize itiraz ediyor bir bakıma. Bugüne kadar erkek edebiyatçılar ve şairler için kullandığımız ve Osmanlı'dan devraldığımız 'uçbeyi' nitelemesini, Tezer Özlü için 'uçhanım'a dönüştürüyor: 'Edebiyatımızın uç hanımı'. Yaşamın Ucuna Yolculuk'un da 'uç' kahramanı o değil midir? Hatice Meryem'in deyişiyle 'ölmeye yatmayan'. Bu aynı zamanda edebiyatımızın bir başka önemli kadın kahramanı, Adalet Ağaoğlu'nun Ölmeye Yatmak romanının Doçent Aysel'ine de itirazdır.
'Türk edebiyatının lirik prensesi', hoş, güzel ama biraz hanım hanımcık, çıtı pıtı bir niteleme değil mi Tezer Özlü için? Galiba 'lirik' bizde 'acılı, yaralı, dertli' anlamında kullanılıyor daha çok. Şiir de sürekli gözüyaşlı bir şey sanıldığı için, 'lirik' de doğal olarak 'acı'ya karşılık geliyor. Ece Ayhan öldüğünde de yanılmıyorsam 'mor kalemlerin efendisi' ya da 'kalemlerin efendisi' gibi bir niteleme çıkmıştı da, 'Tam Ece'ye göre!' diye gülümsemiştim. Yaşarken deli, çılgın, marjinal, aykırı, papaz, uçuk, uç dediklerimizi ölünce kendimizce bir merhamet sözlüğüne sığdırıp, şefkat alfabesine mi sarmak istiyoruz acaba? Elbette tam bir ikiyüzlülükle. Peki, iyimser bir gözlükle bakıyor ve herhalde Ece Ayhan gibi, Tezer Özlü gibi edebiyatçılar için 'ironik' nitelemeler yapmışlar diyorum! Tezer bunlara “Gülebilir miyiz dersin?”
Yolculuk mudur yaptığı kaçmak mı? Adını yolculuk koysa da belki onu da 'uç yolculuk' olarak değiştirmek gerekir, çünkü Tezer Özlü iktidarın en küçük birimi olan aileden ve evden kaçar önce. Bu bir bakıma 'lirik' olanın tersine, çocukluğa kaçmak değil, çocukluktan bile kaçmaktır. Çocukluğun Soğuk Geceleri'nde sıkıntısıyla, yalnızlığıyla, kalabalığıyla, kokusuyla, duygusuyla anlattığı o pazar günlerinden kaçmak istemeyen çocuk var mıdır? Tezer Özlü bunları ilk dile getiren, ilk kaçan, ilk gözü pek çocuklardan sayılır.
Sınırlar ve sınırsızlık özlemi. Bu bir sınıfsızlık özlemi de sayılmaz mı? Kaçmak ve iz sürmek. 'Söz yok, Eylem. Artık yazmayacağım.' diyen Cesare Pavese'nin Yaşama Uğraşı günlüklerini okuyan bilir, yaşamak için ne çok uğraşmıştır Pavese, izini süren Tezer Özlü de öyle. Pavese 'En kötü yazgı, sınırları sabırla karşılamaktır. Karşı çıkmak gerekir.” der, Tezer'in yolculuğa kaçışı da bu acelenin, sabırsızlığın kendini bir 'uç hanım' olarak sınırsızlığa vurmasından başka ne olabilir? “Gelişigüzel geçilip gidilecek bir varoluş değil insan varoluşu. Biçimlendirilecek, değiştirilecek, sınırsızlaştırılacak bir HER ŞEY.” Yaşamı 'gitmek' olarak gören bir kaçak yolcunun sözleri. İzini sürdüğü Pavese, Svevo ve Kafka için Almanca yazdığı kitabın adı “Bir İntiharın İzinde”yken, aynı kitabı bir yıl sonra Türkçe olarak yeniden yazıp, adını Yaşamın Ucuna Yolculuk koyması da çok ilginçtir. Yakın dostu Leyla Erbil bunun bir 'son yolculuk' olduğunu düşünür. Çünkü ona göre Tezer bir 'bilici'dir ve şöyle der: “Kendine de, kendi gövdesinden ayrılıp, uçup ta yukarıdan baktığı olmamış mıdır?”
Leyla Erbil bir 'semender'den söz ediyordu belki. Ateş ögesinin 'ruh'u olan, bedenin ateşte yaşayabileceğine işaret olan semenderden. 'Tüm yaşam güneşin altında bir oyun'dur Tezer Özlü'ye göre. Tüm yapıtı, yaşamı, yolculuğu insanın, bedenin, dünyanın, dilin, yaşamın sınırsızlığı içindi. Sınır ihlali için çalıştı, yazdı, eyledi, oynadı, yola çıktı, yolculuğa kaçtı, yalnızca kendine değildi kaçışı, kendinden bile kaçtı. Sınır ihlalinin öncülerinden bir 'uç hanım' olarak uca vardı.