Dünyaca ünlü “Harry Potter” serisinin yazarı J. K. Rowling’in on yıl kadar önce kendi çocukları için kaleme aldığı ancak daha sonra tavan arasına kaldırdığı, karantina döneminde çocuklar okusun diye gün yüzüne çıkardığı kitabı Ickabog üzerine bir inceleme.
“Daha birkaç ay önce Ickabog’a inanmamak insanın aklı başında biri olduğunu gösteriyordu, vatan haini olduğunu değil.” (s.127)
J.K. Rowling’in on yıl kadar önce kendi çocukları için yazdığı masalın, kitaba dönüşmüş hâlinin takribi ortalarından yaptığım alıntıyla başladım yazıya. Çünkü bu cümle aslında hikâyenin tamamını özetliyor. Bu cümleden öncesi ve sonrasını anlatıyor Ickabog. Aslında tüm anlatılmaya değer –bazen olumsuz bazen olumlu– hikâyeler böyle değil midir?
Ickabog’u uzunca bir süre görmezden geldiğimi itiraf etmek isterim. Bana bir pazarlama kitabıymış gibi gelmişti: Çocuklarına yazmış, on yıl önceymiş, içindeki resimler de bir yarışmadan alınmış yani Rowling’in okurları çizimler yapmış. Bu arada çok güzel resimler olduğunu da eklemeden geçemeyeceğim. Hikâyeyi ne derin anlamışlar, karakterler nasıl da zihnimizde canlandığı gibi vücut bulmuş. Hepsini ayrı ayrı tebrik ederim.
İşte bu önyargıyla elime aldım Ickabog’u, ilk on beş-yirmi sayfası boyunca da burun kıvırmaya devam ettim. Ama sonra bir şey oldu, hikâye bana epeyi tanıdık gelmeye başladı. Bunları ben nereden biliyorum diye kendi kendime sormaya başladım. Ah elbette! Tarih! Bildiğiniz, düz tarih… Herhangi bir ülkenin tarihini anlatan bir kitabı elinize alın, hiç içindekilere bakmanıza gerek yok, rastgele bir sayfa açın muhakkak Ickabog’dan bir parça bulacaksınız. Birkaç alıntı ne demek istediğimi daha iyi anlatacaktır.
Ancak üzülerek söylemeliyim ki Tükrer’den herkes ölesiye korktuğu için arkadaşlarını aramak şöyle dursun, şüpheleriyle ilgili kendi aralarında fısıldaşmaktan başka hiçbir şey yapamadıkları gibi Tükrer’e konudan haberi olup olmadığını bile sormadılar. Belki de en fenası, Millicent Şehir-İçinde-Şehir’den kaçmaya çalışırken askerler tarafından yakalanıp zindana atıldığında aralarından bir tanesinin bile ona yardım etmeye yeltenmemiş olmasıydı.” (s. 161)
“Hamurhisar’da hayat olabildiğince eskisi gibi devam ediyordu aslında. Tükrer Kral’ın hiçbir şeyin değişmediğine inanmasını istiyordu, o yüzden başkentte, özellikle Şehir-İçinde-Şehir’de işlerin eskisi gibi yürümesini sağlayabilmek için bayağı bir altın harcamıştı. Kuzeydeki şehirlerdeyse halk perişan haldeydi.” (s.165)
“Aslında Kornukopya’nın diğer şehirleri kapı ve pencerelerine tahtalar çakılmış dükkânlarla ve dilencilerle doluydu, iki lord ve Kakalak halktan o kadar altın çalmıştı ki olup olacağı buydu.” (s.176)
“Bunu nasıl daha önce düşünmediğini bilmiyordu! Askerlerin zehirlenmesine hiç gerek yoktu! Asıl yapması gereken askerlerin itibarlarını yerle bir etmekti.” (s.121)
“Ancak ayda iki duka altını daha bulmak fakir halk için gttikçe zorlaşmaya başlamıştı, özellikle de pazarlarda yiyecek fiyatları arttıktan sonra.” (s.129)
Nedir Bu Ickabog?
Bu şifreli başlangıcın ardından biraz kitabın konusundan bahsetmek farz oldu. Kornukopya, çayırlarında besili ineklerin otladığı, peynirlerinin nam saldığı, ekmeklerinin çıtır çıtır olduğu, pastalarının damak çatlattığı, zeytinlerinin küçük elmaslar gibi parladığı hâli vakti yerinde bir ülkedir. Halkı barışçıldır, kralları Fred pek zeki olmasa ve biraz keyfine düşkün olsa da en azından kötülük düşünmeyen biridir. Kralın yanında Tükrer ve Salyan isminde iki pohpohcubaşı Lord vardır.
Bir gün ülkenin uç kesimlerinden gelen birisi Ickabog diye bir canavardan bahseder. Kral bir kahramanlık hevesine tutulur ve bu iki lordu da yanına alarak bahsedilen bölgeye gider. Bir kaza olur, Kral diğerlerinden ayrı düşer. Onu bulduklarında Kral Fred canavarı gördüğünü söyler. Lordlar ortalıkta bir canavar görmeseler de bu rivayetten faydalanıp bir korku iklimi yaratırlar. Kral, Ickabog’un peşine düşeceğine inanarak tatlı canının korkusundan sarayına kapanır, iki lord kendi uydurdukları yalanı gerçek kılmak için ülkeyi boydan boya askerlerle sarar, vergileri arttırır, canavarın varlığını ispat etmek için kendi kurdukları gizli bir orduyla evleri, sokakları yıkıp geçerler. Ickabog’un varlığından şüphelenenler ile ortadan kaybolan insanları ve paraları soranlar ihanetle suçlanıp zindanlara atılırlar. Kral ise kendi kendini hapsettiği sarayından burnunu bile çıkarmaz, böylece ülkeyi Tükrer ve Salyan yönetmeye başlar. Halk ezilip fakirleştikçe lordların gücü ve zenginliği artar. Güç arttıkça zulüm derinleşir. Zulüm derinleştikçe korku perçinlenir.
Hikâyenin devamını anlatmak olmayacağından burada kesiyorum. Ama alıntıların neye dokunduğunu da böylece ifade edebildiğimi umuyorum.
Ickabog: İyi, Kötü ve Çirkin
Ickabog, iyi ile kötünün ezeli savaşını anlatan masalımsı bir kitap. Hikâye şu soruların peşinden gidiyor: İyi ya da kötü nasıl olunur?, İyi biriyken karanlık tarafa nasıl geçilir, kötülükler peşindeyken aydınlığa nasıl uyanılır?, Kime iyi kime kötü deriz?, Hata nerede biter, kötülük nerede başlar?, İnsanlar güç karşısında nasıl tavır alır?, Neden bazıları susarken bazıları sesini çıkarır?, İnsan haksızlığa neden boyun eğer, yalanlara neden inanır ya da gerçeği neden görmezden gelir?, Yalan neden yalanı doğurur?, Bu çember nasıl kırılır? Hikâye soruların cevaplarını da aslında veriyor ya da işaret ediyor. Bunlar benim pek sevdiğim sorular; cevaplarının ise kitaptaki kadar kolay verilebildiğini düşünmüyorum. Öyle olsa koskoca felsefe ve sosyoloji tarihinin üstü bir çırpıda çiziliverirdi. Ama çocukların bu konular üzerine düşünmesi için epeyi ipucu var kitapta.
Ickabog’da beğendiğim bir başka unsur ise kötülüklerin fazla yumuşatılmaması yahut örtülmemesi oldu. Şiddet, ölüm, ihanet, savaş, kavga, tartışma, riya gibi ögeler hikâyenin gerektirdiği ölçüde yer almış. Bunlar hayatın içinde var ve çocuklar -herhangi bir birey gibi- bu olguların farkına varmalı, dünyanın bu yüzünü görmeli ve kendi savunma mekanizmalarını kurmalılar diye düşünürüm. Rowling de benim gibi düşünüyor olsa gerek ki kalemini bunları göstermekten sakınmamış. Bunları aktarma biçimiyse kötülüğü gösteren ama iyiliği öne çıkaran ve yine de dinamik, umut dolu ve neşeli bir ses tonu içeriyor. Kötülük karşısında bu neyin neşesi derseniz de bir klişeyle cevap veririm size: Gülmek de bir direniş şeklidir.
Kitapta her şeyi beğendin mi yani, diye soruyorsanız da bir şeyi beğenmedim. Kötüler, çirkin ve huysuz, iyiler ise güzel ve munis tarif ediliyor. Burada ilk itirazım güzellik ve çirkinlik algılarına. Çocuklara bu güne kadar gelmiş güzellik ve çirkinlik kodlarıyla yazılması ve bu kodların devamlılığına hizmet edilmesinin zamanı çoktan geçti. Hikâyelerde bırakın bunları, cinsiyetlerin bile belirtilmemesi üzerine konuşuluyor artık. Kime göre, neye göre güzel ve çirkin kısmını böylece geçiyorum ama güzelliğin iyilikle, kötülüğün çirkinlikle eşleştirilmesine külliyen karşıyım. Bakmaya doyamadığımız insanlar ağzını açınca kaçtığımız vaka değil midir? Ya da kendimize fiziksel olarak yakın hissetmediğimiz insanlar iki kelam edince hayranlıkla izlediğimiz olmaz mı? Pamuk Prenses’in üvey annesi bile bu açıdan daha tutarlı. Güzel ve güzelliğine âşık birisi ama düpedüz kötü. Ona da diyecek başka sözüm var da burada örneğimi çöpe atmamak için ona geçmiyorum.
Ickabog Bize Ne Öğretir?
Rowling gibi dünyaca ünlü olmuş, kitapları milyonlarca satmış bir yazarın elinden çıkmış bir hikâye elbette akışkan, lirik, neşeli, hafifleten bir dile ve bir çırpıda okumayı sağlayan bir kurguya sahip. Karakterleri canlı, sahici ve ilginçler. Ickabog bilmediğimiz bir hikâyeye sahip değil diye savıma geri döneyim. Birçok masalda, fantastik hikâyede bu konu işlenmişti. Bana en yakın gelen, başta da dediğim gibi, insanlık tarihinin bu çatışmasını çarpıcı cümlelerle, dolayısıyla tespitlerle ifade etmesi oldu. Yazının sonunu da bu tespitleri içeren bir alıntıyla bitireyim. Bu alıntının bendeki yankısını da buraya iliştirivereyim: Dünyayı kurtarmak için önce nefsini terbiye etmen, kendini aynada değil, kalbinin içinde görmen ve kafanda dolaşan seslerden sana doğruyu tavsiye edeni dinlemen gerekiyor. Esen kalın.
“Fred’in dürüstlüğü alçak ve duru bir sesle söze başlamıştı: Öyle olmadı. Öyle olmadığını biliyorsun. Sislerin arasında Ickabog’u görünce kılıcını düşürüp kaçtın. Kılıcını ona saplamadın. Yakınında bile değildin.
Ama Fred’in korkaklığı dürüstlüğünden daha yüksek sesle, küstahça konuştu: Böyle olduğu konusunda Tükrer’le çoktan anlaştın! Kaçtığını itiraf edersen aptalın teki gibi görüneceksin!
Ama Fred’in kibri hepsini bastırdı: Nihayetinde Ickabog avını düzenleyen bendim! Onu ilk gören bendim! Bu madalyayı hak ediyorum; siyah cenaze takımıma da çok yakışacak.” (s.107)
Ickabog, J.K. Rowling, çev. Hazel Bilgen. Yapı Kredi Yayınları. Aralık 2020.