"İnsan, en önemli olanı söylemeye cesaret etmezden önce, kırk ya da elli yıl boyunca iç dünyasında taşır. Sırf bu nedenden ötürü bile erken ölenlerle birlikte nelerin yitip gittiğini ölçebilmek olanaksızdır. Aslında herkes erken ölür."
Elias Canetti - İnsanın Taşrası
20. yüzyıla yazdıklarıyla, söylemleriyle damga vurmuş çok büyük sanatçılardan biridir Canetti. Nicelik olarak az sayıda eser kaleme almış olmasına karşın eserlerinin kalitesi ve düşünsel ağırlığı kült bir yazar olarak görülmesi için yeterlidir şüphesiz. Yaşamı incelendiğindeyse görüleceği üzere sürekli göçebelikle geçen bir sanatçı. Pek çok sanatçıyı derin acılara gark eden sürekli göç/yolculuk etme zorunluluğu kendileri için büyük bir trajedidir kuşkusuz. Ancak acı ve yeteneğin bir araya gelmesi hepimizin ortak mirası sayılabilecek pek çok sanat eserinin ortaya çıkmasında da hayli belirleyici olmuştur. Zweig, Kosinski, Refik Halit Karay, Nabokov… gibi yüzlerce büyük usta, memleketlerinden uzakta üretmek zorunda kalmıştır muazzam eserlerini.
1905 yılında Bulgar Krallığına bağlı Rusçuk’ta doğan Canetti, daha sonra Almanya’da, İngiltere’de, Avusturya’da ve İsviçre’de yaşamıştır. Nazi zulmünün savurduğu hayatlardan biri de şüphesiz onunkidir. Bu göçebelik esnasında İngiltere ve İsviçre’nin vatandaşlığına geçmiştir. Farklı kültürler arasındaki bu gidiş gelişleri onun çok dilli bir aydın oluşuna da zemin hazırlamıştır. Canetti; Bulgarca, Ladino, Almanca ve İngilizce bilmektedir. Dille olan bu yakın münasebeti eserlerine de yansımıştır. Gerek tek romanı Körleşme'de gerekse diğer eserlerinde dil mefhumu önemli bir yer tutar.
1981 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan yazarın en bilinen eseri Körleşme'dir. Roman ana hatlarıyla evindeki kitaplarıyla mutlu olan ve dışarıdaki hayatla bir ilgisi olmayan Dr. Kien’in evindeki hizmetçiyle evlenmesi ve sonrasında o güne dek görmediği, fark etmediği ve dahası önem vermediği insanların arasına düşmesini anlatır. Roman üç bölümden oluşmaktadır; Dünyasız Bir Kafa, Kafasız Bir Dünya, Kafadaki Dünya.
Romana yakından bakıldığında eserin bir anlamda sentezini kuramamış toplumların eleştirisi niteliği taşıdığı görülecektir. Hegelci bir söyleyişle savını, karşı savını içinde barındıran toplumun senteze erişememe sancıları birey üzerinden anlatılmıştır. Dr. Kien evindeki 25000 kitabıyla yaşayan, onların dışındaki dünyayla, dışarısıyla ilgisi olmayan bir karakterdir. Bu manada kendisini sadece aydınlanmaya, bilime adamış bireyin temsilidir. Söz konusu teslimiyetse aslında insanlık tarihinin önemli bir kırılmasının, Aydınlanma Çağı'nın yansımasıdır. Aydınlanmayla birlikte terk edilen mistik değerler –ki bu mistik değerlerin içine din de katılabilir- ikamesi olarak dayatılan bilim, toplumları giderek daha sınırlı ve sığ bir yapıya büründürür. Çok kaba bir tabirle insan bilmekte fakat bilme süreci onu yalnızlaştırmaktadır. Aydınlanma bu minvalde, mitleştirildiği için karşısında durduğu dinin, mistisizmin yerini almış, kendisi bir mit olarak dünya tarihini değiştirmiştir. Daha önceki yazılarda da belirtildiği üzere insanlığın bilme hasreti, sonu da olmuştur. Dünya savaşları insanlığın bilme yetisinin sorunlu yapısını teşhir etmiştir.
İşte Dr. Kien böyle bir anlayışın insanıdır. Bilime ve kitaplara inanan, onlarla yaşayan, hayatı onlardan aldıklarıyla değerlendiren Kien’in evlilik hikayesi bile bu paralelde okunduğunda bir trajik komedidir. Evinde çalışan ve aslında pek katlanamadığı hizmetçi, onun kitaplarını silerken çok titiz davranmakta, kitaplarına eldivenle dokunmaktadır. Bundan etkilenen Kien hizmetçisiyle evlenir. Fakat bu evlilik bir dekadansın da başlangıcıdır, tıpkı diğer başat 20. yüzyıl romanlarında olduğu gibi burada da karakterin çürümesi değişimle, alışkanlığın kırılmasıyla başlar. Bu bölümde kafası yerinde fakat dünyadan uzak bir karakter söz konusudur.
Evlilik sonrası süreç Kien için tam bir çözülüştür. Evlendiği hizmetçisi onu evinden atar, o güne dek varlıklarına katlanamadığı, hiçbir suretle karşılaşmadığı düşkünlerin dünyasının içinde kalır. Buradan sonrası okurun zihnini zorlayacak fantastik bir yapıya bürünür. Bu bölümle birlikte dünyayla tanışan Kien bilmeden, düşünmeden ve bölüm adına gönderme yaparsak kafasından ırağa düşmüştür.
Son bölümde ise metne Kien’in kardeşi dahil olur ve onu içine düştüğü durumdan kurtarır. Artık Kien evine döner, kitaplarına tekrar kavuşur. Çünkü kardeşi bir sentezi sağlar metinde bir anlamda. Paris’te yaşayan bir ruh doktoru olarak bilimin temsilcisiyken, sosyal hayatta da başarılıdır ve bu yapısı nedeniyle Kien’i kurtarır.
Görüldüğü üzere Körleşme, bireyin yine üst perdeden bir doğa-kültür sancısını yaşadığı bir başka metindir. Doğanın –ki buradaki doğa insanın öz yapısıdır ve metinde insan doğuştan kötüdür-, kültürlenme süreciyle görece aydınlanan yanlarıyla mücadelesidir. Kien kitaplarıyla kurduğu dünyasından çıktığında doğaya ilk kez adım atan insan gibidir, bir sürü fırsatçının ve tehlikenin kucağına düşer.
Körleşme’nin tek cümlelik özeti ise bence; bireyin toplum karşısındaki acziyetidir. Birey olarak yetiştiğiniz ya da içine doğdunuz toplum muhakkak size bir pranga, bir parmaklık işlevi görecektir demek istemektedir aslında yazar. Kaldı ki Canetti’nin kitleyle problemini yansıtan tek metin Körleşme de değildir. Yazarın Kitle ve İktidar'ı da müthiş bir sosyoloji çalışmasıdır. Güçten gözü dönen kitlenin iktidarlaşma süreci ve bu sürecin yıkıcılığı gözler önüne serilir. Kitle Ve İktidar’ın verdiği temel mesaj sadece 20. yüzyıl için değil 21. yüzyıl için de tüm çarpıcılığıyla geçerliliğini korumaktadır…
Yazdığı tiyatro oyunlarıyla da yazın tarihinde çok önemli bir yeri olan Canetti aslında Körleşme romanını yazarken Joyce’un Ulysees’i ayarında bir eser ortaya koymayı amaçlamıştır. Ona yaklaşmış, belki de onu geçmiştir burası okurların takdiri. Fakat sevdiği ve gizli gizli kıskandığı James Joyce’un yanına gömülmüş olması da “etkilenme endişesi” taşıdığı yazara son bir meydan okumadır, kim bilir.
Slider görsel: daniel matzenbacher