Ayhan Geçgin’in yakın tarihimizin en önemli davalarından birini zeminine alarak okurunu mevcut sistem ve dönüşüm üzerine düşündüren son romanı Bir Dava hakkında bir yazı.
Ayhan Geçgin, son yıllarda Türk edebiyatının kazandığı en önemli isimlerden biri olarak öne çıkıyor. Geçgin, geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları’ndan çıkan son romanı Bir Dava ile de konuşulmaya devam ediyor. Yazar, okurunu bir “dava” üzerinden devlet yapılanması, siyaset ve benlik kavramları üzerinde düşünmeye yönlendiriyor. Tüm bu kavramlar gündeme gelirken ana karakterin etrafında beliren Türkiye silueti ve sorunları da metne farklı pencereler açıyor.
İlk olarak Ayhan Geçgin, Bir Dava isimli bu metniyle yakın tarihimizin en önemli davalarından birini roman boyunca irdeliyor: Balyoz Davası. Henüz birkaç sene evvel cereyan etmiş, hâlâ tüm detayları tam olarak gün yüzüne çıkarılıp irdelenmemiş, nasıl bir komplonun söz konusu olduğu hâlâ çözümlenememiş bu davaya eğilerek Geçgin, aslında çok zor bir hadiseye el atıyor. Genellikle yazarların bu tür siyasal hadiseler karşısında netice kesinleştikten ve ne olup bittiği tam olarak ortaya çıktıktan sonra kalem oynattıkları düşünüldüğünde Geçgin’in bu tavrı oldukça önemli. Tüm bu komplolar karşısında oldukça net bir şekilde kalemi eline alıyor ve eserini meydana getiriyor. Bu nedenle özellikle üzerinde durulması gereken bir iş yaptığını söylemeliyiz. Geçgin, oldukça cesur bir şekilde hareket ediyor ve henüz davanın tüm tarafları hayattayken eserini yazıyor. Bunun nasıl bir cesaret örneği olduğunun altını defalarca çizmek gerek.
Bir kitabın ne derece vurucu olacağı daha giriş cümlesinden anlaşılabilir. Bizi neyin beklediği, nasıl bir atmosferle karşılaşacağımız daha ilk sözcüklerden itibaren yavaş yavaş belirmeye başlar. Çünkü yazar, büyük bir dikkatle okurunu evrenine hazırlamak ister. Bunun için ilk sözcükler, okurun üzerinde bırakacağı ilk izler, okuma serüveni boyunca devam eder. Ayhan Geçgin de şüphesiz bunun farkında. Bir Dava’nın daha ilk sözcükleriyle okuru bir duvara çarpıyor ve kökenini çok derinlerde arayabileceğimiz bir soruyla giriş yapıyor, üstelik büyük harflerle: “NEREDEYİM?” Bu sorunun yalın hâldeki etkisine bir de Geçgin’in felsefe eğitimini ve kişisel okumalarını da ilave edersek ortaya çıkacak sonuç çok daha derin olacaktır. Bu nedenle bu sorunun anlamını ve okurda bırakacağı keskin tadı şimdiden belirtmek gerekiyor sanırım. İlk olarak sorunun psikolojik ve felsefi bir tarafı olduğu ifade edilebilir. Zira insanoğlunun kendine en çok sorduğu sorulardan biridir bu, cevabını bir türlü bulamadığı. Öte yandan metin bağlamında ana karakterin psikolojisini yansıtan da oldukça önemli bir sorudur.
Ana karakter bu soruyla metne giriş yapıyor ve dile geliyor, ardından onu nasıl bir sıkıntının beklediği anlaşılıyor. Annesinden aldığı sarsıcı haber karşısında, babasının sessiz sedasız kimsesizler diyarına götürülmesidir bu, kendini bir ânda yolda buluveriyor, kafasında bin bir soruyla. Her soru bir başkasını meydana getiriyor ve ana karakter gerek Amerika’dan Türkiye’ye yolculuğu sırasında gerekse Türkiye’deki serüveni boyunca bu soruyla yoğrulup duruyor. Bir türlü nerede olduğunu bilemez, zira aslında bu cehennemin kendisidir. Ana karakter için cehennemi, “nerede olduğunu bilememek” olarak tanımlayabiliriz bu anlamda. Böylelikle soru kendisini sürekli tekrar ediyor karakter ve okur için. O, adaletsiz bir hukuk sisteminin tam orta yerindedir.
Geçgin, metne giriş yaptığı sorunun ardından yavaş yavaş okuru hikâyeye hazırlamaya başlıyor. Daha ilk birkaç paragraftan metnin Türkiye tarihiyle ilgili olduğunu, birçok karanlık olaya değinileceğini, birçok illegal hadisenin meydana geldiğini görüyoruz. Bu silsile metnin ana karakteriyle hemen kesişiveriyor. Zira ana karakter gerek çocukluğundan itibaren tüm bu sorunlarla iç içedir, gerekse babasının “götürülmesi”yle yüz yüze gelmek zorunda kalır. Her halükârda onun için söz konusu olan sarsıcı bir zemin üzerinde yükselen “modern” Türkiye’nin durumudur. Karanlık olaylar bir türlü sonlanmaz ve artık onun evine kadar sızar. Babası da artık “yok edilecekler” listesine ilave olur ve kaybolur. İşte burada devreye devlet yapılanmasının aslında pek de yeni olmayan, kökleri çok daha öncelere dayanan yapısı giriyor. Olaylar arasında, cinayetler, adam kaçırmalar, faili meçhullerle dolu büyük bir bağ gündeme geliyor. Aslında zaman değişir ancak yöntemler aynı kalır. Bu da ortada bir sorun olduğunu ve bunun zamanla değil düşünme biçimiyle ilgili olduğunu gösterir. Geçgin böylelikle Türkiye’nin ciddi ve sistematik sorunlarını işaret ediyor.
İnsanların “götürülmesi”, bir gecede ortadan kaldırılması, sırra kadem basması Türkiye tarihinin maalesef çok acı yanlarından biri. Gerek darbe dönemlerinde gerekse birçok faili meçhulün işlendiği dönemlerde ortadan kaybolan bunca insan, nasıl bittiği bilinmeyen onca hikâye... Geçgin, Bir Dava ile beraber sadece bir roman yazmıyor, bir hikâye anlatmıyor, aynı zamanda okurunu Türkiye’nin bu karanlık dönemlerine götürüyor ve bir şeylerle yüzleşmesini istiyor. Bu yüzleşilecek konuların izleri bugün dahi karşımıza çıkabilir. Karanlık hiçbir zaman tam olarak aydınlanmaz, aydınlık da hiçbir zaman her köşe bucağa ulaşamaz. Bu nedenle her ne şartta olursa olsun her zaman yanılma payını, gölgede kalanı da hesaba katmak gerekiyor.
Bir diğer önemli mevzu başlığın okurdaki yansıması olsa gerek. “Dava” kelimesi zikredilir zikredilmez akla gelen ilk eser Franz Kafka’nın Dava’sıdır sanırım, en azından benim için. Kafka’nın soyut bir biçemle ele aldığı ve birçok sorunu irdelediği eserinden hareketle Geçgin’in Bir Dava’sına uzanan bir yol çizmek mümkün. Zira Geçgin’in de kitabına bu ismi verirken şüphesiz ki aralarındaki çağrışımı düşündüğü söylenebilir. Çünkü yazarın oldukça bilinçli bir şekilde metinlerini kaleme aldığını gerek son romanından gerekse diğer eserlerinden anlayabiliriz. Başlığın başına eklenen “bir” (sıfatı) ile de aslında “dava”nın öznelliğine vurgu yapıldığını söyleyebiliriz. Geçgin, eserini Kafka’nın aksine oldukça somut temeller üzerine kuruyor. Yargılayan da yargılanan da mevzu bahis olanlar da belli bu romanda. Dolayısıyla Kafka’nın soyut zemininden farklı olarak çeşitli somut temeller, hatta siyasal temeller üzerine bu eserin kaleme alındığını söyleyebiliriz.
Dava’dan Bir Dava’ya giden bana kalırsa en önemli yol yazarların mücadeleleri arasındaki farklılık. Kafka’nın eserinde söz konusu olan sistemin kendisidir, hukuktur, vicdandır, düşünsel bir boyuttur. Ancak Geçgin, sistemin kendisinden çok sistemin yöneticisini odağına alıyor gibi. Zira sistem, yöneticinin arzusuna göre hareket eder, dolayısıyla asıl olan da sistemden ziyade bu yönetici kesimdir. Geçgin’in ana karakteri kendi ve çevresiyle birçok yerde sorunların göbeğinde yer alırken tüm bunlar Türkiye’nin bir başka problemine doğru evriliyor. Sol ve Sağ dünya görüşünden hukuk ve hukukun işlevselliğine, birçok hadise kökenini gerçek hayattan alıyor. Dolayısıyla oldukça yerli bir zemin bu. Oysa Kafka, hiçbir isme, ülkeye, gerçek hadiseye ilişmez eserinde, daha doğrusu böyle bir düşüncesi ve amacı yoktur. Onun tartışmak ve ortaya koymak istediği düşünceler vardır ve bunu yapar. Böylelikle soyut planda kalarak düşünce dünyasını açar. Oysa Geçgin, belli bir siyasal konu üzerinden harekete geçerek daha ilk planda eserini gerçek ve ciddi bir akışa yerleştiriyor. Bu gibi farklarla Kafka ve Geçgin birbirinden ayrılıyor. Yine de “dava”ları birbirine birçok yerde yaklaşıp uzaklaşıyor.
Romanla ilgili dile getirilmesi gereken bir başka mesele sanırım ana karakterin kendisi. Başından bunca şey geçmesine, birçok farklı kesimden insanla ilişki içerisinde olmasına, onlarla karşılaşıp konuşmasına rağmen onun ve çevresindekilerin durumu sürekli bir “mağdur olma”ya doğru evriliyor. Bu mağduriyetin etrafına örülü bir anlatı bu. Ancak bunu kıran ve karşı gelen, ana karakteri tam manasıyla bir kişiliğe büründüren, onun benliğini ve çatışmalarını gösteren bir hadiseye denk gelmiyoruz. Tek planlı bir anlatı gibi karşımıza çıkıyor Bir Dava. Asıl vurgulanmak istenen sadece bu mağduriyetmiş gibi. Oysa anlatılara asıl değerini katan hadiseler kadar karakterlerin de çatışması, gerek çevreleri gerekse kendileriyle olan. Üstelik kendi ülkesine bunca yabancı olan karakterin bir türlü bir parçası hâline gelemediği bu ülke hakkındaki yorumlarında, düşüncelerinde de eksiklikler beliriyor. Tüm bunları aslında romanın siyasal bir zemini olduğunu düşünerek görmezden gelebiliriz. Zira ister istemez kökenini gerçek olaylardan alan bir kurgu metninde bu tür eksiklikler vuku bulabilir. Çünkü yazar, ortaya metinle çıktığı kadar gündeme getirdiği hadiseyle de çıkar. Bu da bazı eksiklikleri kaçınılmaz kılar.
Bitimsiz bir “dava”nın tam da orta yerindeyiz. Söz konusu olan hadise aslında menfi bir durum değil. Zaman kendini tekrarlamıyor, olaylar da. Kendisi tekrarlayan sistem de değil, sistemi yönetenlerin yönetme biçimi ve anlayışı. Bu anlayış değişmediği müddetçe de davaların isimleri, kimlikleri, tarihleri değişmeye devam etse dahi kendisi devam edecek. Kurtuluşa giden yol bu anlamda sistemle beraber tüm olguları revize etmek, hepsini yeniden ve yeniden kurmak. Ta ki artık dava düşene ve hak yerini bulana dek.
Ayhan Geçgin, son romanı Bir Dava ile beraber gerek kendi edebiyatı gerekse Türk edebiyatı için oldukça önemli bir iş gerçekleştirmiş ve gerek salt olarak metnin kendisi, gerekse barındırdığı siyasal düzlem ve “dava”sı üzerine çokça konuşulmaya değer, konuşulması gereken bir kitap yazmış.
Ayhan Geçgin'in fotoğrafları www.monografjournal.com'dan alınmıştır.
Başlıktaki görsel Urmas Kaldaru'ya aittir.