Sanat tarihçisi Dr. Sedat Bornovalı ile zengin görseller eşliğinde dünyada bir örneği daha olmayan Boğaziçi’nin her iki yakasına sıralanmış tarihî ve kültürel mirası anlattığı kitabı Boğaziçi'nin Tarih Atlası üzerine konuştuk.
Bir yandan rehberlik yapıp bir yandan da üniversitede dersler verirken kitap fikri nasıl ortaya çıktı ve gelişti?
Hepsi de değerli dostların önerileriyle ortaya çıktı. 20 yıldır çeşitli üniversitelerde görev aldım, dolayısıyla zaten araştırma ve eğitim çalışmalarım sürmekteydi. Rehberlik de bundan çok farklı sayılmaz; hep araştırma ve öğrenmeyi gerektiriyor. Hevesli kişileri formal bir kurum bünyesinde ya da sınıfta değil de sahada bilgilendirme temeline dayanıyor. Kitap projesi de yine araştırma ve edinilen bilgileri paylaşmanın diğer bir yöntemi olduğu için hiç aykırı gelmedi ve kolları sıvadık.
Boğaziçi’nin Tarih Atlası, akademik bir kitap olmasına rağmen okuru sıkmaktan uzak duruyor, yıllardır Boğaz’ı severek gezmenizden kaynaklı mı bu durum?
Akademik bir kitabın sıkıcı olması gereği zaten yok. Bu iki sıfat kanımca aslen zıt anlamlı değil. Hatta birçok akademik kitabın hiç sıkıcı olmadığını düşünüyorum. Gün gelecek tüm akademik yayınlar sıkıcılıktan uzaklaşacak diye bir ütopyam da var. Severek yaklaşılan konularda bu aşamanın daha hızlı geldiğini gözlemliyorum.
Kısa ve esaslı bir anlatımla Boğaziçi'ni anlatıyorsunuz, bir okur merak edip yola çıkacak olsa, nasıl bir rotayla Boğaz'daki önemli noktaları gezmesini önerirsiniz?
Kitabın genel olarak verdiği yanıt bu sorunuza hitap ediyor. Kentle ve yönetimiyle doğrudan bağlantısı olan sarayların bulunduğu hattan en kuzeye değin çıkıp, Anadolu Yakası’nı takip ederek geri dönmek güzergahta bütünlük sağlamanın yanı sıra birçok hususu mantık sırasıyla kavramaya da yardımcı oluyor.
Boğaz’da bulunan birçok yer keşfedildi, popülerleşti ancak Boğaz’da hâlâ keşfedilmemiş güzel yerler/eserler var mı sizce?
Mutlaka var. Keşif kavramının ne olduğuna ve keşfedenin öznesine göre farklı örnekler vermek mümkün. Örneğin bir dizinin seti olmuş olması dışında pek az tanınan ve şu anda serbestçe gezilebilen bir konutun ziyaretçi sayısı henüz çok kısıtlı. Piyasa Caddesi üzerindeki Vehbi Koç Evi bugünlerin önemli keşif fırsatlarından birini oluşturuyor. Kitap yayımlandıktan kısa bir süre sonra çok nitelikli tarihi Anadolu kilimlerinin teşhiri vesilesiyle ayrıca bir işlev de üstlendi. Ayrıca bu yapının bahçesine girildiğinde tepeye kadar uzanan teraslı Boğaz bahçelerinden birini yakından gözlemleme fırsatı sunuyor.
Boğaziçi, köşkler, yalılar genelde dizi ve filmlerle insanların gündemini oluşturuyor. Sizce onun dışında insanımız Boğaz kültürüne hak ettiği değeri veriyor mu?
Hak ettiği değer kavramı her dönemde değişiyor desek çok hatalı olmaz. Bazen bol balık vermesi, bazen de yazın boğucu sıcağında kentin tozundan toprağından kaçma fırsatı tanıması Boğaz’a değer katmış, kültür de buna göre oluşmuş. Tabii bazı yalıların filmlere set olarak değerlendirilen irice evler olmalarının Boğaz kültürüyle ilgisini kurmak mümkün değil
Dünya üzerinde birçok boğaz olmasına rağmen böylesine bir kültür ve önem ancak İstanbul'da mevcut... Sizce bu durumda tarihte en çok kimin payı var?
Doğal unsurlar muhtemelen başta geliyor. Hem iki kıyı birbirine çok yakın hem de İstanbul Boğazı çok avantajlı bir iklim kuşağında yer alıyor. Karadeniz’in çıkışı olması, çok soğuk bir coğrafyayı dünyaya açan ılıman su yolu oluşu derken Roma İmparatorluğu’ndan itibaren Osmanlı’nın da teyidiyle bilinen dünyanın merkezliğine her zaman aday olmuş.
Ayrıca Boğaz’a bakıp sürekli bir geçmişe özlem duyma hali var. Geçmişte Boğaz’a daha mı iyi sahip çıkılıyordu?
Muhtemelen hayır. Sadece daha az insan, daha kısıtlı ihtiyaçlar ve yıkıcılığı daha kısıtlı bir teknolojiyle zarar veriyordu. Dengeler Boğaz’dan yanaydı.
Boğaza ilişkin, insanların pek bilmediği beş detaydan bahsedecek olsak, ilk olarak aklınıza neler geliyor?
Mevcut olan ancak pek bilinmeyenlerden bir tanesini hemen yukarda anmıştık; Vehbi Koç Evi. Diğer bir tanesi ise Baltalimanı’ndaki Japon Bahçesi olabilir. Boğaziçi’nde tümüyle farklı bir dünya sunuyor.
Geçmişle ilgili olarak ise Boğaz kıyılarının neredeyse bitişik nizam denebilecek kadar yalılarla dolu olduğu ve bu yalıların önemli bir kısmının bugün görebildiklerimizden çok daha geniş alana yayıldığı detayını hatırlatabiliriz. Boğaz kıyısında, bugünün kentlerindeki garajlar gibi bazıları son derece büyük kayıkhanelerin bulunduğunu, deniz ulaşımının görüntüde de belirleyici olduğunu dile getirebiliriz.
Bugün galiba pek sevmediğimiz, sevsek de nedense pek kullanmadığımız ahşap kepenklerin tüm yalı pencerelerinin mutlaka vaz geçilmez bir parçası olduğunu da eklemeliyiz. Manzara sevilir ancak özellikle de kış mevsiminde yalılarda pek oturulmadığı için pencereleri korumak gereği vardı. Ayrıca bunlar güneşe karşı siperlik olarak da kullanılabilirdi.
Umberto Eco, Türkiye'ye geldiğinde rehberlik yapmıştınız. İstanbul'u nasıl bulmuştu, geziniz nasıl geçti?
İstanbul’u zaten tanıyordu. 15 yıl öncesinde bir ziyaret daha yapmıştı. Aradan geçen zamanda kent dokusunda önemli değişimler olduğunu gözlemleyerek bir miktar hayal kırıklığına uğradığını dile getirmişti.
Boğaz’da zaman içerisinde oluşan estetikten yoksun yapılarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Boğaz’da yapılaşma hayli kısıtlı. Çok değerli araziler söz konusu olduğundan bunların rehabilite edilmesi mümkün. Bir gün ana kaygılar arasına estetik de girerse kolayca geri dönüşü olur. Geri görünüm bölgelerindeki yoğun yapılaşma daha büyük ve çözümü daha zor bir sorun gibi.
Son olarak, Boğaziçi’ni seven ve araştıran okurlara neler söylemek istersiniz?
Kulaktan dolma bilgilerle yetinmesinler. Şehir efsaneleri çok dolaşıyor. Bunları ayırt etmek her zaman kolay değil. İnternette aynı sözcüklerle oluşan birbirinin eşi cümleleri tekrar eden ve kaynağını dile getirmeyen çarpıcı bilgilere fazla itibar etmemekte yarar var. Paradan, puldan fazlaca söz eden kaynaklara da nedense içgüdüsel olarak biraz az itimat ediyorum. İnsanlar para konuşmayı seviyor, bunlar da duyulmak isteneni söylüyor gibi geliyor o nedenle bu tür içeriklerin diğer unsurlarına da temkinli yaklaşıyorum.